Kılıçdaroğlu için, “İpek Yolu” ile Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri aynı madalyonun iki yüzü. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilirse, ‘Batı ile Doğu’yu Türkiye'nin eşit önceliği hâline getiren ilginç bir modelin geliştiğini göreceğiz.
Türkiye, 14 Mayıs günü hem Cumhurbaşkanı’nı hem de TBMM’nin yeni üyelerini seçmek için sandık başına gidiyor. “Türkiye’nin kader seçimi” olarak nitelenen bu oylamalar, ülkenin hem iç hem de dış politika alanlarında ne yöne gideceğine de karar verecek. Ülkeyi 2003-2014 yılları arasında başbakan, 2014 yılından bu yana da Cumhurbaşkanı olarak yöneten Recep Tayyip Erdoğan, ilk kez bir seçim yenilgisi yaşayabilir. Yapılan çeşitli kamuoyu yoklamaları, muhalefet blokunun ortak cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanmaya daha yakın olduğunu gösteriyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın adayı olarak seçim yarışına başladığından bu yana, bir dizi önemli ve çarpıcı yeni politika önerileri, projeler ve vaatler açıkladı. Bunlar arasında, 6 Mayıs günü, ““hayatımın en büyük projesi” diye tanıttığı bir proje özellikle dikkat çekiciydi. Bu proje, Türkiye'yi Orta Asya üzerinden ekonomik olarak Çin'e bağlamayı öneriyor. Bir diğer değişle, bu proje, tarihi İpek Yolu’nu, çağa uygun teknoloji ve alt yapı ile yeniden canlandırmayı hedefliyor. Kılıçdaroğlu, projeyi şöyle anlattı: “Tarihi İpek Yolu'nu canlandıracağız. Yani Türkiye'yi Çin'e bağlayacağız. Hızlı yeni bir ticaret ve taşıma koridoru yani otoban açacağız. Bu koridor boyunca yüksek kapasiteli karayolu ile çift hat demir yolu altyapısı oluşturacağız. Tarihi İpek Yolu otobanı ve demir yolu yaklaşık 5 bin 500 kilometre uzunluğunda olacak.”
Bu yazıda bir yanda, “bu gerçekçi, uygulanabilir bir proje mi?” sorusuna yanıt arayacağım. Bir yandan da eğer Kılıçdaroğlu, 14 Mayıs seçimlerinden zaferle çıkıp Cumhurbaşkanı olur ve bu projeyi uygulamaya geçirirse, ‘yeni İpek Yolu’nun, Türkiye'nin dış politikası için ne anlama geleceğini tartışmaya çalışacağım.
Çin ile Türkiye arasındaki bağlar, 1974'ten bu yana önemli ölçüde gelişti. İlişkilerde dönüm noktası, o tarihte, Türkiye'nin ibresini, Tayvan merkezli Çin Cumhuriyeti'ni (ÇC) tanımaktan, Komünist Parti'nin iç savaşı kazanmasının ardından 1949'da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti'ne (ÇHC) çevirmesiydi. Ancak, Türkiye'nin Batı dünyasıyla bağlarına öncelik vermesi ve Çin'in o zamanlar çok daha küçük bir ekonomiye sahip olması nedeniyle, son on yıla kadar iki ülke de birbirine çok fazla ilgi göstermedi.
Son yıllarda, iki ülke arasındaki ekonomik bağlar büyüdü. Ancak ilişkilerdeki bu gelişme temelde, Çin'in 21. yüzyılda ekonomik devasa bir güç olarak ortaya çıkması ve hemen hemen her ülkeyle büyüyen ticaretinden kaynaklanıyordu. Türkiye ile Çin arasındaki ticaret hacmi de 2009 – 2022 arasında 3,5 kat artarak 10 milyar dolardan 36 milyar dolara yükseldi. Böylece Çin, 2022 yılında, Almanya ve Rusya'dan sonra Türkiye'nin üçüncü en büyük ticaret ortağı konumuna geldi.
Ancak bu ticaret hacminde, Türkiye aleyhine bir dengesizlik olduğunu belirtmek lazım. Yani, bu ikili ticaretin çoğunluğunu Çin'in ihracatı oluşturuyor. Bir diğer değişle Çin, Türkiye'den ithal ettiğinden çok daha fazlasını Türkiye’ye satıyor. Bu durumda, Türkiye aleyhine büyük bir ticaret açığına yol açmaktadır. Ancak bu dengesizlik elbette “kader” değil. İki ülke arasında giderek büyüyen, istikrarlı ticari bağlar, Türkiye'nin Çin'e ihraç edilebilecek rekabetçi ürünler üretmeye başlaması halinde bu dengenin değişebileceğinin de işareti.
Bu genel notlardan sonra, Kılıçdaroğlu'nun projesine biraz daha yakından bakabiliriz.
Aslında Kılıçdaroğlu’nun fikri, Çin lideri Xi Jinping tarafından 2013 yılında başlatılan ve küresel bir altyapı planı olan ‘Kuşak ve Yol Girişimi'ni (KYG) çağrıştırıyor. Kısaca belirtmek gerekirse KYG, dünya ekonomisini ve ticaretini canlandırmak için gelişmekte olan ülkelerde altyapı geliştirmeyi öngörüyor. Bu amaçla Çin, altyapı ve inşaat programlarını finanse etmek için gelişmekte olan ülkelere on milyarlarca dolar kaynak aktardı.
Türkiye, 2015 yılından bu yana KYG’ya dahil. Ceren Ergenç ve Derya Göçer, Carnegie Endowment for International Peace tarafından yayınlanan makalelerinde, 2022 yazı itibariyle Türkiye'deki KYG yatırımlarının 4 milyar dolara ulaştığını belirtiyor. Bu rakam devasa gözükse bile aslında toplam KYG yatırımlarının sadece yüzde 1,3'ü. Ergenç ve Göçer’e göre, aslında coğrafi ve jeopolitik konumu Türkiye’yi, teorik olarak, KYG kaynaklarından çok daha fazla pay alması için ideal bir ülke yapıyor ancak Çin’in, Türkiye’ye ilişkin siyasi ve finansal istikrarsızlık algısı, bunu engelliyor.
[1]
Kılıçdaroğlu’nun fikri, Çin lideri Xi Jinping tarafından 2013 yılında başlatılan ‘Kuşak ve Yol Girişimi'ni (KYG) çağrıştırıyor. Kısaca belirtmek gerekirse KYG, dünya ekonomisini ve ticaretini canlandırmak için gelişmekte olan ülkelerde altyapı geliştirmeyi öngörüyor.
Seçimleri kazanması hâlinde ülkenin dümenine geçecek olan Kılıçdaroğlu yönetimi, birkaç yolla Türkiye'yi yabancı yatırım için çekim merkezine dönüştürebilir. Bu tercihlerden en önemlisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın izlediği “heterodoks” politikalardan vazgeçmek olacaktır. Ekonomi biliminin gerçeklerine ve genel kabul gören öngörülerine dönüş, uluslararası çevrelerde de ekonomiye olan güveni büyük ölçüde artıracaktır.
Hâlihazırda uygulanan faiz ve kur politikalarını değiştirmek, başlangıçta ucuz kredinin sona ermesi nedeniyle ekonomik bir yavaşlamaya yol açma ihtimalini taşısa da orta-uzun vadede enflasyonu daha normal seviyelere indirecek, para birimini istikrara kavuşturacak ve Erdoğan döneminde yaşanan ani patlamalar ve düşüş döngüleri yerine istikrarlı, sürdürülebilir ekonomik büyümeye izin verecektir. Bu gelişmeler, Türkiye’yi yatırım için cazip ve güvenilir bir ülke haline getireceğinden, Çin yatırımlarını da artıracaktır.
Türkiye’deki KYG yatırımlarını daha da arttırabilecek bir başka gelişme de ‘Türk Devletleri Teşkilatı’nı (TDT) daha tutarlı bir ekonomik blok olarak konsolide etmek olacaktır. Orta Asya'nın çoğunluğu Türki olan ülkeleri, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının ardından, Moskova gibi yalnız kalmaktan korktukları için yeni ortaklar arıyorlar. Çin'in Türkiye'ye ve dolayısıyla Avrupa'ya bağlanması projesine izin vermeleri ve buna dahil olmaları, bu ülkelerin Rusya'ya olan ekonomik bağımlılıklarını azaltacak, Türkiye'nin ve Çin'in bölgedeki etkisini artıracaktır. Böylesi bir gelişme, aynı zamanda, Rusya'nın konumunu da etkileyebilir. Şöyle ki, Rusya, uzun süredir "arka bahçesi" olarak gördüğü Orta Asya'yı bile kaybetmeye başladığını hissederse, izolasyonunu durdurmak için Ukrayna ile müzakereyi daha ciddiye alabilir.
Yukarıda tasvir ettiğim çerçeve asında bir “en iyi durum senaryosu”.
Elbette, Çin-Türkiye ilişkilerindeki temel sorunlardan biri, Uygur meselesi. Kılıçdaroğlu, projesini açıkladığı video mesajında, “Çin'e de sözüm olacak. Bu proje aynı zamanda Çin adına büyük bir fırsat teşkil edeceği için Türkistan'a uyguladıkları zulmü durdurmaları ön şartlarımızdan biri olacak. Biz oradaki canımızı, kanımızı kaderine terk etmeyeceğiz” dedi.
Kılıçdaroğlu'nun Çin'in resmi sözlüğünde Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ni ifade etmek için “Türkistan” tabirini kullanmasının iki nedeni olabilir:
Çin'in Türkiye'ye ve dolayısıyla Avrupa'ya bağlanması projesine izin vermeleri ve buna dahil olmaları, bu ülkelerin Rusya'ya olan ekonomik bağımlılıklarını azaltacak, Türkiye'nin ve Çin'in bölgedeki etkisini artıracaktır.
-Çin ve genel olarak Doğu Asya ülkeleri, Türkiye'nin dış politikasında vurgu yapılan coğrafyalar değil. Bu bölgelere yönelik hem siyasi hem akademik ilgi düşük. Sonuç olarak da hem muhalefet hem de mevcut hükümette bu coğrafyayı iyi bilen uzman eksikliği var. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu ve yardımcılarının, "Türkistan" teriminin Çin'in politika yapıcılarına ne kadar endişe verici geleceğini büyük olasılıkla bilmiyorlar.
-Kılıçdaroğlu, ‘İpek Yollu Projesi’ni “milliyetçi” bir vurguyla tanıttı. Bu projeyi anlattığı ve sosyal medya üzerinden paylaşılan videonun başlığı, "Ne Batı ne Doğu, bu Türk'ün Yolu" idi.
Bence bu cümle, Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı olmasından sonra Türkiye'nin tüm “yeni dış politikasının” anahtarı olacak. Ayrıca Kılıçdaroğlu'nun ana koalisyon ortağı İYİ Parti ve bu partinin lideri Meral Akşener de dış ilişkilerde benzer bir politika anlayışına sahip.
Kılıçdaroğlu, “İpek Yolu” ile Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerini aynı madalyonun iki yüzü olarak tasavvur ediyor: “Türkiye'yi Yeniden Büyük Yapmak” için aynı milliyetçi vizyon. Eğer Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilirse, ‘Batı ile Doğu’yu Türkiye'nin eşit önceliği hâline getiren ilginç bir modelin geliştiğine tanık olacağız.
[1] https://carnegieendowment.org/2023/05/05/china-s-response-to-t-rkiye-s-volatile-authoritarianism-pub-89690