Kesin inanç: Kale sandığım hapishane
Politikyol
İç dengesi en muazzam varlık; ölülerdir. Entropi, yoktur. Stabildir. Ölüdür ve bu yüzden de mükemmel bir denge halindedir. Çatışması, karmaşası, düzensizliği bulunmaz. Yaşamak entropi barındırır. Canlılık; çatışma ve denge arasındaki o gerilimli hat üzerinde dokunmaktadır.
Bazı insanların şüpheleri yoktur dolayısıyla soruları da. Hazır cevapları vardır ve mutlak inançları. Bir ellerindeki resme bakarlar bir de dünyaya. Dünya resimleriyle uyuşmadığında eldeki fotoğrafa tutunurlar. Kendi resimlerinden şüphe etmezler. Onu değiştirmek yerine dünyanın renkleri ile oynarlar. Etrafı ve eşrafı, kendi çerçevelerine sığacak bir yontma işlemine tabi tutarlar.
İnsan zihni tutarlılık ister. Birbiri ile örtüşen bilgi yığınları örüntü ve uyum sunar bize. İnsan, öngörülebilir ve anlaşılabilir bir sistem içinde hisseder böylelikle kendini. Bu aşinalık ve anlaşılırlık dünyayı daha güvenli ve bütünlüklü bir yer “yapar”. İnsanın gerilimi azalır. Çatışmalar, yatışır. Güvende hissetmek kolaylaşır.
Şüphe ise soru sordurur. Ve bazı sorular tat kaçırır. Üst üste inşa ettiğiniz tuğlalar, hassas bir denge içerisinde yıkılmadan duruyordur. Soru, en altta bulunan taşı çekip çıkarmanızı isteyebilir sizden ya da tam varılacak yere yaklaşmışken dönüp yolu gözden geçirmenizi. Belki de değerlilik duygunuzun üzerine inşa edildiği halıyı altınızdan çeker. Bazı sorular; bel bağladığınız gerçekten, kök saldığınız topraktan, “ben” dediğiniz şeyden şüphe etmenizi talep eder. Bir süreliğine de olsa konforlu cennetinizden çıkartıp arafa doğru çağırır sizi.
İnsanın en çok soru sorduğu dönem yaklaşık olarak yaşamının ilk üç yılıdır. Ondan sonra ömrünün toplamında dahi bu ilk üç yılın performansına ulaşmaz. Açık ve yaratıcı çocuk aklı ile soru, merak birlikte rafa kaldırılmış olur. Yetişkinin sorulardan çok cevapları bulunur. Merakla keşfe açılmayı değil elindekini hevesle sürdürmeyi tercih eder. Cevaplar listesini değiştirmek, kendi lehine bile olsa meşakkatli ve huzur kaçırıcıdır. “Yetişkin”; bulmak değil adeta kanıtlamayı arzu eder.
Örneğin, çocukluğunda “değersiz” olduğuna bir kez inanan insan, bu ilksel inancı bir daha dönüp sorgulama zahmetine çoğu zaman girişmez. Yaşamında olup bitenler bu öncül ile tutarlı olacak şekilde değerlendirilir. Böylece mantık yürütme kuralları açısından geçerli bile olsa içeriği açısından asılsız bir dolu argüman geliştirilir. “Ayşe bana soğuk davranmışsa bu benim değersiz biri oluşumdandır ya da biri ile ayrıldıysam bu da aynı gerçeğe işaret etmektedir”. Yani yaşamdan gelen tüm veriler kendimle ilgili inancımı destekleyecek şekilde içeri alınmaya başlar. Böylece yanlış nedensellik zincirleri kurulur. Yeni veriler öncüle uydurulur. Sonrasında ise bu iç uyum hakikatin delaleti gibi algılanır. Kişi değerli olduğunu gösteren kanıtları eleme, değersizliğine işaret edebilecek verilere öncelik verme ve nötr olan şeyleri de bu inanca uygun olacak şekilde çarpıtma eğiliminde olur. Uyum ve tutarlılık, sanal bir “gerçeklik” duyumu yaratır. Araştırmalar, insanın inancıyla çelişen bilgileri ortalama 30 dk sonra unuttuğunu göstermektedir (Debelli, 2010).
Bu durum, bazı siyasi, ideolojik, dini ve kültürel inançlar için de geçerlidir. Yanlışlanabilirlik ve şüphe değil doğrulama üzerinden ilerler “kesin inanç”. Eric Hoffer der ki; “Mutlak bir hakikate sahip olmak, tüm sonsuzluğun üzerinde bir aşinalık ağının serili olması demektir. Artık meçhul ve hayret verici bir şey kalmamıştır. Akla gelecek bütün soruların cevabı hazırdır. Bütün kararlar verilmiştir ve bütün ihtimaller önceden görülmüştür. Kesin inançlı kişi, şaşırmaz ve tereddüt etmez“.
Bu sanal hakikat; sanal bir güvenlik alanına, doğurgan olmayan, donuk bir düşünce dünyasına kilitler insanı. Kalesi sandığı bir hapishanede yaşar zihin. Oysa bir inancı mümkün kılmak, bir dolu inançsızlığı gerektirir. Eric Hoffer’ın da dediği gibi aslında “ Körü körüne inanç çok sayıda inançsızlıkla ayakta durur.”
Bergson der ki, “Kesin inancın kuvveti, dağları yerinden oynatmasından değil yerinden oynatılan dağları görmemesinden belli olur”.
Şüphe, anti-tezlerin ve aksi kanıtların peşinden gitmek ister. Şüphe, muhalif bir iç sestir iktidar karşısında. Eril olanın gölgesinde kalanlara bakma cesareti gösterir. Şüphe, kör noktaların olabileceğini akılda tutar. Fikirperest değil hakperestliği talep eder. Babanın söylediğini, yasanın dayattığını, ahlakın yaftaladığını, iktidarın buyurduğunu sorgulama cesareti gösterir şüphe. Tadın kaçmasına, uykunun bozulmasına, rüyanın son bulmasına göğüs gerer. Yurdunuzdan edebilir daha iyi bir yurt bulmak için, yuvanızı bozabilir yenisini kurmak için. Serabınızı dağıtıyorsa da gerçek bir su kaynağına ulaştırmak içindir. Gerçeğin, keşfin ve soruların peşindeki şüphe; devrimcidir.
“Yanılmışım” demek, ego kapasitesi gerektirir. Yanılmak, hüsran ve hayal kırıklığıdır. Kayıptır ve yastır. Bozmak ve yeniden yapmak zorunda kalmaktır. Yeni bir sistemi oturtana dek sistemsizliktir belki de. Bu gerilim hattına dayanmak, “ben” ya da “hikayem” dediğimiz şeyi askıya alabilmeyi gerektirir. Boşluklarda bekleyebilmek, tereddütlü ve muğlak bir senaryoya tahammül edebilmek, doğru ve yanlışın bulandığı sulara göğüs gerebilmek, kesinliğin cennetinden belirsizliğin keskin köşelerine dayanabilmek gerekir. Yeni bir denge haline ulaşana kadar bozulmuştur denge. Yeni bir uzlaşma dönemine kadar çatışma, yeni bir düzen oluşana kadar karmaşa, yeni bir oluşum gerçekleşene kadar entropi hakimdir. Doğanın döngüsü de böyle değil mi?
Kesin olarak “mutlak” bir gerçekliğe inanmak bilgi havuzuna olan giriş ve çıkışları kesmek anlamına gelir. Kapı ve pencereler kapanmıştır. Hava akışının olmadığı koridorlar gibi bilgi havuzu da kirlenir. Bilgi, kendi homojen grubu içerisindeki partnerleri ile çiftleşir ve sakat düşünceler doğar. Kapılarını dışarıya kapayan her tür düşünce “dogma” ya dönüşür. İçeri yeni bir bilgi sokamazsınız, güncellenme talep edemezsiniz. Donmuş hatta kemikleşmiştir. Dogma denen şey; yeni verileri içine alıp sindirmeden, dışarıda bırakarak imha eder. Kesin inanç diyalog kurmaz, kesin inanç etkileşime girmez, kesin inanç sentezlemez. Kendisine değen her şeyi yutucu midesine indirir ve asimile eder.
Hezeyan da böyle bir sorgusuz sualsiz inanma hali değil midir? Hiçbir aksi kanıtı değerlendirmeye almaz, gözü ile görse, kulakları ile işitse inanmaz. Eric Hoffer şöyle der: “Kesin inançlı kişinin görülmeye ve duyulmaya değmeyen gerçeklere “gözlerini ve kulaklarını kapama yeteneği” onun metanetinin ve dayanıklılığının kaynağıdır. Tehlikeden korkmaz, engeller onun cesaretini kırmaz, çelişkiler onu şaşırtmaz çünkü onların var olduğunu kabul etmez.” Böylece hezeyan, dogma vd kemikleşmiş kesin bir inanç kendi içinde bir “emniyet” duygusu yaratır.
Aynılığını muhafaza eden kurulmuş bir duvar saatine dönüşmemek için entropi önemlidir (Strauss, 2009). Saat, sadece kurulduğu gibi doğar, yaşar ve ölür. Entropisi yoktur. Performansı artmaz ya da azalmaz. Stabildir. İnişi ya da çıkışı yoktur. Kısacası gelişmiyor, gerilemiyor yani yaşamıyordur.
Karar alma süreçleri ile ilgili araştırmalar der ki, düşünsel zenginlik ve gelişmiş bir muhakeme için iç uyumsuzluğu cesaretlendirmek gerekir. Kendimizi düşünmek istemediğimiz bilgi hakkında düşünmeye, köklü inançlarımızı rahatsız edecek verilere odaklanmaya zorlamalıyız (Lehrer, 2010). Varsayımlarımızla çelişen verilere kapı açmaya talip olmalıyız. Gölgede kalan “öteki” nin anlatacağı ve öğreteceği çok şey vardır insana.
Çoğulluk, heterojenlik, çeşitlilik hem birey hem de toplum esenliği için anahtar kelimeler. Sağlam bir muhalif iç ses ve onunla etkileşime giren bir iç iktidar ruhsal demokrasimizi en insani ve gelişkin noktasına taşır? Eric Hoffer’ın deyişiyle “kesinliğin ayartmasına direnmek” insanı duvar saati olmaktan korur. “Ben buraya aitim”in konforundan, “bu ben’im”in sahte güvenliğinden, “doğru yolun” emniyetli sularından uzaklaşabilme cesareti gerekmez mi kendini var edebilmek için?
Bu nedenle inanç kadar şüpheye de tutunmalı insan. İkisi arasında sallanan bir sarkaç kutupları sentezleyebilir. Yarıklarla değil köprülerle dolu bir düşünce sistemi için bir soru işaretine tutunmalı. Cevaplardan çok soruların müptelası olmak gerekli. Bir soru, yüzlerce cevabın anahtarı değil mi?
Renan der ki; “Fanatik inançlılar, eziyetten ziyade özgürlükten korkar.” Ekleyelim; özgürlük, şüphe edebilmeyi gerektirir.
Fakat insanlar, çoğu zaman zannettiğimiz gibi kandırılmaktan değil doğruyu bulmaktan korkarlar.
----
Kaynaklar
Dobelli, R. (2013). Hatasız Düşünme Sanatı. İstanbul: NTV Yayınları.
Hoffer, E. (2009). Kesin İnançlılar. İstanbul: Olvida Kitap.
Lehrer, J. (2010). Karar Anı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Strauss, L. (2009). Yaban Düşünce. İstanbul: YKY Yayınları
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi