CHP’nin Avrupa sosyal demokrat partilerinin geleneksel merkezcil stratejisini benimsediği anlaşılıyor. Yaklaşım ve stratejinin doğruluğuna rağmen birinci parti olamıyorsa, bunun nedenleri daha farklıdır ve bir sonraki yazının konusudur.Avrupa deneyimleri göstermektedir ki, hem ekonomik hem kültürel boyutta (SPÖ ve SAP'nin yaptığı gibi) geleneksel sosyal demokrat ılımlılığa dayanan her şeyi kapsayan geleneksel sosyal demokrat strateji ile İngiliz İşçi Partisi’nin radikal sol duruşları benimseyen, ekonomik sorunları kutuplaştırma stratejisi farklı stratejiler olarak seçmenlerde karşılık bulmuştur. Sosyal demokratlar için zehirli bir karışım gibi görünen stratejisi ise, kültürel boyutta bir kutuplaşma ile birleşen ekonomik ılımlılıktır. Bu strateji, seçmenler için ekonomik sorun boyutlarında sosyal demokrat partileri kimliksiz, ideolojik açıdan renksiz bir yere yerleştirmekte ve rakip sağ partilerle farkını belirsizleştirmektedir. Kültürel sorun boyutlarında ise Avrupa örneğinde sosyal demokratlar yeşil partilere veya diğer ilerici rakiplerine çok benzerler. Aynı strateji sosyal demokratların kendilerini sol ve sağdaki rakiplerden ayırt edemeyecekleri bir konuma yerleştirirken, bunun anlamı; tabanı harekete geçirememe ve yeni seçmenlere hitap edememe riskidir[6]. CHP’nin kısa ve orta vadede kazanan partiye dönüşebilmesi için hangi yaklaşımı benimsediği/benimseyeceği ve hangi stratejiyle önümüzdeki süreci yöneteceği sadece CHP için değil, Türkiye için de önemlidir. CHP KAZANAN PARTİYE DÖNÜŞMEK İÇİN NASIL BİR STRATEJİ BENİMSEMELİ? Türkiye’nin veri koşullarındaki tarihsel arka plan, sosyo-ekonomik ve kültürel yapı CHP’nin kazanan partiye dönüşmesi için sosyo-mekansal yaklaşımdan ziyade, değerler yaklaşımının daha uygun olduğunu düşündürtmekte. Baykal sonrası CHP Kılıçdaroğlu liderliğinde sosyal demokrat kimliği çok fazla alenileştirmeden, sosyal demokrat ideolojiye içkin özgürlük, adalet, dayanışma gibi referanslarla değer temelli yaklaşımla siyaset yapmaktadır. Bu referansları herhangi bir toplumsal grupla özdeşleştirmeden, toplumun mağdur, yoksul, haklarını elde etme talebinde olan tüm kesimlerinin taleplerini hak odaklı karşılamaya yönelik söylem ve politika önermeleri geliştirmekte olduğu görülüyor. Sınıf, kimlik, aidiyetler ve herhangi bir grup önceliğinin ötesinde kapsayıcı yaklaşımla hareket eden CHP’nin stratejisine bakıldığında ise, Avrupa sosyal demokrat partilerinin stratejilerinden geleneksel sosyal demokrasi stratejisini benimsediği anlaşılıyor. Söylem ve politika önermelerinde kapsayıcı ılımlılık dikkat çekerken, seçmenlerin tümünü yakalamayı amaçlayan, ekonomik, politik sorun boyutlarına çözüm arayışında merkezcil eğilimli bir konuma yerleşme stratejisi ile siyaset yapmaktadır. Türkiye’nin yapısal koşullarında bu strateji sosyal demokrasinin temel değerleriyle birlikte sürdürülebilecek bir stratejidir. Yaklaşım ve stratejinin varlığına, doğruluğuna rağmen, CHP halen birinci parti olamıyorsa, bunun nedenleri daha farklıdır ve bir sonraki yazının konusudur. [1] Kübra Par; “Bülent Arınç Haklı mı?”, https://www.haberturk.com/yazarlar/kubra-par-2561/3229352-bulent-arinc-hakli-mi, Alıntı tarihi: 22 Ekim 2021. [2] https://www.indyturk.com/node/426106/haber/bülent-arınç- chpnin-oyları-artacak, Alıntı tarihi: 20 Ekim 2021. [3] https://medyascope.tv/2021/09/14/norvec-secimleri-isci-partisi-son-30-yilin-en-buyuk-zaferini-elde-etti/ [4] Sencer Ayata ile Söyleşi; https://t24.com.tr/haber/prof-dr-sencer-ayata-anlatiyor-almanya-secimleri-yeni-bir-sol-dalgayi-mi-haber-veriyor,985491, Alıntı tarihi: 28 Ekim 2021. [5] Sebastian Jobelius, Konstantin Vözsing; “A Party of Values: The Future of Social Democracy”, https://euideas.eui.eu/2020/06/19/a-party-of-values-the-future-of-social-democracy/, Alıntı tarihi: 27 Ekim 2021. [6] “Strategy Debates of Social Democratic Parties in Europe 2017”, https://www.fes.de/strategy-debates-global/strategy-debates-social-democratic-parties-in-europe, Alıntı tarihi: 25 Ekim 2021
Kaybederken kazandıran partiden, kazanan partiye: CHP
Politikyol
Hatırlayalım: CHP, İYİ Parti’ye verdiği destekle mecliste grup kurmasını, dolayısıyla seçimlere katılmasını sağlayarak "kazandıran" oldu. Son yerel seçimlerde ise İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde kazanan parti olduğuna şüphe yok.
CHP yakın dönem Türkiye parti siyasetinde birikimi, performansıyla oy gücü arasında paradoks yaşayan partilerden biri. Bunun kanıtları fazlasıyla mevcut: Özellikle son on yılda Türkiye’nin sorunlarını çözmeye dair vaatleri, nasıl bir ülke tahayyül ettiğine ilişkin vizyonu dikkate alındığında, ister ekonomi, politika, ister toplum, kültür ekseninden bakalım, iktidara uzanmak için gerekli aparatların çoğuna sahip. Merkezden yerele uzanan kimi kadroları, bunların nitelikleri, seçilme yöntemine dair kimi çekincelerimiz olsa da, Habertürk’te geçen hafta Kübra Par’ın yazdığı gibi Türkiye sosyolojisi ya da yıllara yayılan imajı nedeniyle birinci parti olması zor mu?[1]. Bülent Arınç konuya ilişkin olarak kısa bir süre önce “(Bülent Ecevit) Dine saygılı laiklik taraftarıydı. CHP'den bu yüzden ayrılmıştı. CHP Kemalist, laikçi bir çizgide... Özellikle Baykal çizgisi…Bugün ondan çıktılar. Çıktıkları için de oyları daha da artıyor ve artacak. Öyle görüyorum” şeklinde bir değerlendirme yaptı[2]. Bu iki görüşten hareketle, CHP’yi çıktığı iktidar yolculuğunda sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini, hedefine nasıl ulaşabileceğini değerlendirmek istiyoruz.
KAYBEDERKEN KAZANDIRAN CHP
Güncel kamuoyu araştırma bulguları veri alındığında, iktidar partisiyle CHP arasındaki oy makasının daraldığını, CHP’nin kademeli olarak oylarını artırmakta olduğu anlaşılıyor. Birinci parti olamayacağını, mevcut koşullarda olmasının zor olduğunu iddia etmek için elimizde nesnel ölçütler bulunmadığını belirtmek gerekir. Belirgin olan şu ki, Arınç’ın da ifade ettiği gibi, CHP oylarını arttırıyor ve arttırmaya devam edecek gibi. Önümüzdeki sürecin nasıl yönetileceği, toplumla temsiliyet ilişkisinin hangi temel meseleler üzerinden ve hangi stratejiler benimsenerek kurulacağı birinci parti olmak isteyen partinin kaderini tayin edeceği açık. CHP Kılıçdaroğlu liderliğinde şimdiye dek ulusal ya da yerel seçimde birinci parti olmadığı için seçimlerde kaybeden parti olarak tanımlansa da son dönemde izlediği strateji, politika önermeleriyle ‘kaybederken kazanan parti’ niteliğine sahip. Hatırlayalım: İYİ Parti’ye vermiş olduğu milletvekili desteğiyle bu partinin parlamentoda grup kurmasını, dolayısıyla seçimlere katılımını sağlayarak, 2015 seçiminde kazanamasa da İYİ Parti’yi Türkiye parti siyasetine dahil ettirerek kazandıran oldu. Bu politik anlamdaki kazandırma örneği dışında, ekonomi politikası önermeleri de toplumun çeşitli kesimlerine ekonomik anlamda kazandıran parti olarak dikkat çekti. Nitekim bayramlarda emeklilere ikramiye ödenmesine ilişkin seçim beyannamesindeki vaadinin iktidarı bu konuda düzenleme yapmaya zorlaması tipik bir örnektir. Ya da bugünlerde 3600 ek gösterge konusunda iktidarı zorlaması, Cumhurbaşkanının bu sorunun önümüzdeki yıl çözüleceğini açıklaması da kazandıran parti aksiyonu olarak dikkate değer. Aynı konuya ilişkin sayısız örnek, CHP’nin seçim kaybetse de kazandıran parti olarak parti siyasetinde konumlandığını, fakat partiler için nihai amacın iktidara gelmek ve kazanan parti olmak şeklinde tanımlanırsa, CHP’nin bu amaç doğrultusunda atması gereken sayısız adım olduğunu belirtmek gerekir. Son yerel seçimlerde İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde kazanan parti olduğuna şüphe yok. Bu başarı benimsenen ittifak stratejisi ve ittifak modelinin ürünü olmasına rağmen, büyük kentlerde adayların niteliği, partinin ulusal ve yerel politika önermeleri de özellikle bu mekanlarda yerleşik merkezcil eğilimli sosyolojinin CHP’ye teveccühü göz ardı edilemez.
KAZANAN PARTİ OLMAK İÇİN NASIL BİR YAKLAŞIM VE STRATEJİ?
Bugün gelinen noktada CHP’nin kazanan parti olma hedefinde adım adım ilerleyebilmesi için Batılı sosyal demokrat partilerin gündeminde olan nasıl bir stratejiyle konumlanması gerekir sorusuna yanıt araması elzemdir. Buna yönelik olarak partinin önünde Batı deneyimleri duruyor. Batıda sosyal demokrasi yakın zamana dek sosyolojik taban daralmasıyla karşı karşıya olsa da, özellikle pandemi süreci sağ-sol ayrışmasını seçmen nezdinde yeniden anlamlı hale getirmekte, sol/sosyal demokrasiye içkin strateji, politika önermeleriyle öne çıkan partiler yükselmekte. Batı’da yeni bir sol dalga mı yükseliyor sorusu popüler hale geliyor. En yeni örneği Scholz’un liderliğinde Almanya’da SPD’nin birinci parti olması, Fransa’da Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun Macron karşısında güçlü bir aday olacağı, Britanya’da İşçi Partisi’nin muhafazakar partinin araştırmalarda gerilemesine karşı yükselişe geçmesi, Norveç’te Muhafazakar partinin sekiz yıllık iktidarı sona ererken, Jonas Gahr Stoere liderliğindeki İşçi Partisi’nin seçimlerden birinci parti çıkması. Bu partinin başarısının ardında düşük ve orta gelirli ailelere vergi indirimi sağlamak, kamu hizmetlerinin maliyetini azaltarak, zenginler için vergileri arttırarak eşitsizliği azaltıcı sosyal politikaların, katı iklim politikalarının öne çıkarılmasıydı. İşçi Partisi Norveç’te sıradan halkın sırasının geldiğini ısrarla vurgulamıştır[3]. Almanya’da ise Scholz kampanya sürecinde ana mesajı saygınlık, onur ve daha iyi bir gelecek şeklinde verirken, “SPD’nin kampanya gündeminin en önemli vurgusu sosyal adalet ve sosyal politikalar oldu. Emekliler, asgari ücret, istihdam. Onların yanı sıra kültürel kimlik taleplerini öne çıkartan kadınlar, göçmen gruplar... Aynı zamanda iklim değişikliği... Yeşillenen seçmen tabanına yönelik olarak çevreci politikalar. Diğer bir deyişle sosyal ve ekolojik politikalarla birlikte kültürel kimlik politikaları. Farklı özellikleriyle öne çıkan gruplardan birine seslenirken karşıtlarını güçlendirmemeye eskisine göre daha çok dikkat edildi. Yerli işçiler ve göçmenler gibi... Daha fazla çok sosyal, yeşil ve kültürel politikalar. Ve daha çok Avrupa. Eşitsizliği azaltmaya yönelik zengin azınlık değil çoğunluk için politikalar”[4]. Bugün Avrupa’da sosyal demokrasi ve sosyal demokrat partilerin geleceğine ilişkin tartışmalarda başlıca sorulardan biri “seçim rekabetinde nasıl çekici olunabilir” sorusu. Buna verilen yanıtlarda sosyal demokrat partilerin nasıl bir yaklaşıma sahip olması ve strateji izlemesi konusunda farklı yaklaşım ve stratejilere vurgu yapılmakta.
SOSYAL DEMOKRASİNİN SOSYO-MEKANSAL VE DEĞER TEMELLİ YAKLAŞIMI
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ekonomik büyüme, refah artışı ve demokratik kurumlara erişim sınıf siyasetinin popülaritesini ve radikal değişim vizyonunu zayıflatırken, sınıf partisi iddiası bir başarı öyküsü olmaktan çıkmış, sosyal demokrasi geniş toplumsal gruplarla ittifakı içeren ‘sosyo-mekansal’ yaklaşımı benimsemiştir. Bu yaklaşım, sosyal demokrat seçmenlerden oluşan bir tasavvur koalisyonunda belirli sosyal grupları ortak kabul etmekte, bu grupların çıkarları çok boyutlu bir siyasi alanda varsayılan konumlarına göre belirlenmekte, sosyal demokrat partiler bu alanda hedeflenen grupların çıkarlarını tatmin eden bir konuma taşınmaktaydı. Örneğin, 'sola dönüş' modeli, ilerlemeci, sol kültür politikalarıyla ilgilenen kentsel seçmenleri ve geleneksel komüniteryen düşünceli, sol kanat ekonomi politikalarıyla ilgilendiği varsayılan çalışan sınıfı hedefleyerek, sosyal demokrasiyi siyasi alanın hem ekonomik hem de kültürel boyutlarında sosyal demokrasiyi sola taşımayı hedeflemiştir. 'Gelenekselcilik' modeli ise, sosyal demokrasinin geleneksel işçi sınıfı seçmenlerinden gelen desteği, merkezci (hatta solcu) bir ekonomi politikası konumunu siyasi alanın kültürel boyutunda, özellikle kısıtlayıcı göç politikaları talepleri yoluyla sağa doğru bir hareketle birleştirerek geri kazanmayı amaçlamaktadır. Değer temelli yaklaşım ise sosyal sınıf, sosyal çevre, sosyal yapısal değişkenlerin ötesinde seçmenlere değerler temelinde hitap etmeyi tercih etmektedir. Sosyal demokrasinin dayandığı özgürlük, adalet, dayanışma gibi değerler sınıfların kimlikleri, aidiyetlerine göre daha çekici olup, değerlere odaklanmak sosyal demokrat partilerin gerçek ortak inançlara dayalı daha dayanışmacı, derin ve kalıcı kimliklerin oluşmasına imkan sağlar[5].
SOSYAL DEMOKRAT PARTİLERİN KAZANDIRAN STRATEJİ ARAYIŞLARI
Avrupa deneyimleri sosyal demokrat partilerin seçim kazanmak için farklı stratejileri benimsediği örneklerle dikkat çekmekte. İngiltere’de Corbynizm olarak adlandırılan Ekonomik Kutuplaşma stratejisi, Avusturya ve İsveç’te Geleneksel Sosyal Demokrasi stratejisi, Hollanda ve Fransa’da İlerici-Özgürlükçü Mesafe stratejisi, Fransa’da Makronizm stratejisi. Ekonomik kutuplaşmaya dayalı Corbynizm’de çekirdek seçmen ve potansiyel seçmenler (sempatizanlar) sol kanatta konumlandırılmış, ekonomik skalanın sol ucuna yakın olan emek ekonomik boyutta seçmen ve sempatizanların solunda, kültürel boyutta ise onlara çok yakın konumlanmıştır. Jeremy Corbyn ekonomik sorunları başarıyla kutuplaştırırken, İşçi Partisi’ni hem seçmenlerinin hem sempatizanlarının soluna taşımıştır.
Avusturya (SPÖ) ve İsveç’te (SAP) sosyal demokrat partiler ise geleneksel sosyal demokrasi stratejisiyle ekonomik ve kültürel sorun boyutlarında merkezcil eğilimli ve her şeyi yakalayan (catch-all) ılımlı stratejileri benimsemişlerdir. Avusturya’da seçmenler kültürel olarak sempatizanlara göre daha muhafazakar, ekonomik boyutta ise hem seçmenler hem de sempatizanlar sosyal demokrat partilerin biraz sağında yer almakta olup, bu iki ülke sosyal demokrat partileri hem (otoriter/muhafazakar) işçi sınıfına hem de alt orta sınıf seçmenlere hitap etmek için radikal politika önerileri yerine ılımlı politika önermelerini tercih etmişlerdir. Bu partiler çekirdek seçmenleri ile daha ilerici sempatizanların tabanı arasında bir konum benimseyerek, nüfusun geniş bir kesimine hitap ederken, göçmen karşıtı partilerin yükselişi nedeniyle ılımlı göçmen karşıtı tutum takınmışlardır. Sosyal demokrat partiler geleneksel ‘her şeyi yakalama’ stratejisi ile hem işçi sınıfının daha muhafazakâr kesimlerine hem de ilerici entelektüellere, profesyonellere ve orta sınıfa hitap edebilmektedir.
İlerici-özgürlükçü mesafe stratejisinde pek çok gözlemci ekonomik sorun boyutunun sosyal demokratlar için en önemli konu olduğunu iddia ederken, kültürel boyutta çekirdek seçmenlerden çok fazla uzaklaşmanın seçmenleri yabancılaştırma riskinin yüksek olduğu düşüncesindedir. İngiltere'deki İşçi Partisi'nin aksine, Fransız ve Hollanda sosyal demokratları ekonomik sorun boyutlarında ılımlılık stratejisini benimserken, kültürel meselelerde kutuplaştırıcı stratejinin tarafı olmuşlardır. Göçmen karşıtı partilerin artan rekabeti ve artan göçmen karşıtı tutumlar ışığında bu strateji sosyal demokrasi için başarılı olmadı. Hem Hollanda İşçi partisi PvdA hem de Fransız sosyalist partisi PS kültürel boyutta seçmenlerinden önemli ölçüde daha ilericiydi, bunun birçok kişinin söz konusu partileri terk etmesine neden olduğu görüşü yaygındır.
Makronizm stratejisinde ise Macron kurduğu Le Republique En Marche! (LREM) ile ekonomik sorun boyutunda seçmenleri ve sempatizanlarının sağında bir konuma yerleşirken, kültürel boyutta bu iki kesimden de daha ilerici bir yerde konumlanmıştır. İdeolojik olarak sağa doğru hareket ederek piyasa yanlısı ekonomik duruş, kültürel boyutta ise kültürel ilerlemeci ve AB yanlısı tutumları harmanlayan sosyal-liberal bir strateji benimsemiştir. Evrensel haklardan kazanılmış haklara geçerek işgücü piyasasının esnekleşmesini ve daha az sosyal korumayı teşvik ederken, seçmen ve sempatizanlarının sağında konumlanmasına rağmen, başarılı bir ilerici her şeyi yakalama stratejisiyle ideolojik yelpazenin her yerinden seçmeni yanına çekmeyi başarmıştır. Haziran 2021 yerel seçimlerinde ise büyük şehirleri kaybederken, Paris’te LREM’in adayı ancak yüzde 13,3 ile üçüncü sırada yer almış, PD adayı Anne Hidalgo yüzde 48,7 ile yeniden belediye başkanı seçilmiştir.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi
Bakan Işıkhan asgari ücreti açıkladı