Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi artık yaptırım mekanizmalarını devreye sokabilir. Konsey, Türkiye’nin oy hakkı veya üyeliğini askıya almak yönünde bir karar alabilir. Hatta Türkiye’yi üyelikten çıkarmaya kadar gidebilir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen serbest bırakılmayan Osman Kavala davası kapsamında Türkiye hakkında ihlal prosedürü başlatma kararı almıştı. 23 Ocak 2022’de Politikyol’a yazdığım Avrupa Konseyi yaptırımları ve Türkiye’nin Strazburg sınavı başlıklı yazıda Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye yönelik verdiği ihlal kararının ilk aşamasını başlattığından bahsetmiştim. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 46. maddesi gereğince ihlal ve yaptırım prosedürün başlatılabilmesi için üyelerin üçte iki çoğunluğunun sağlanması gerekiyordu, yani 45 üye ülkeden 32 lehte oy çıkması gerekiyordu. Komitede ihlal sürecinin başlatılması için yapılan oylamada 47 ülkeden 35’i Türkiye’ye karşı ihlal prosedürünün uygulanması lehinde oy kullanmıştı. Türkiye ile beraber Azerbaycan ve Macaristan ihlal sürecinin başlamaması yönünde oy kullanırken, yedi ülke (Rusya, Romanya, Ukrayna, Gürcistan, Arnavutluk, Sırbistan, Moldova) çekimser oy kullanmış, Polonya ve Bosna Hersek ise oylamaya katılmamıştı. Komitede oy çokluğu ile alınan karar Türkiye’ye gönderilmiş ve 19 Ocak’a kadar Türkiye’den yanıt vermesi talep edilmişti. 19 Ocak’ta görülen davada, Kavala'nın tutukluluğunun devamı kararı alınmasına üzerine Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’ye 2 Şubat’a kadar ek bir süre vermiş, aksi halde ihlal prosedüründe ikinci aşamaya geçileceğini belirtmişti. Bu aşamada Bakanlar Komitesi AİHM kararlarına uymayan devletleri üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir kararla AİHM’ye götürebiliyordu. Türkiye makamları Strazburg’dan yapılan bu ikinci ihtara da olumlu cevap vermemiştir. 3 Şubat’ta Bakanlar Komitesi’nde yapılan oylamada üçte iki çoğunluk sağlanmış hatta geçilmiştir. 45 ülkeden 36’sı Türkiye’yi AİHM’ye götürme konusunda oy kullanmıştır. Bir önceki oylamada olduğu gibi Türkiye ile beraber Azerbaycan ve Macaristan Türkiye’nin AİHM’ye götürülmemesi yönünde oy kullanırken, 6 ülke (Rusya, Romanya, Ukrayna, Gürcistan, Arnavutluk, Sırbistan) çekimser oy kullanmış, Polonya ve Bosna Hersek oylamaya katılmamıştır.
Türkiye’nin neredeyse kurucu üyelerinden biri olduğu, eşit oy hakkına sahip olduğu Avrupa Konseyi’nden ve Türkiye’den de bir yargıcın bulunduğu AİHM’den söz ediyoruz. Kısacası, Avrupa Konseyi’nde çok da “öteki” değiliz.
Dışişleri Bakanlığı “siyasi saiklerle alınan önyargılı karar" olarak nitelendirdiği karara karşı yaptığı açıklamada Konseyin, iç hukukta devam eden bağımsız yargı sürecine saygı ilkesini ihlal ettiğini belirtmiştir. Ayrıca yapılan resmî açıklamada “AİHM kararlarının icrasını denetleyen Bakanlar Komitesi’nin gündeminde başka ülkelerle ilgili çok sayıda uygulanmayan karar bulunurken, Kavala kararının sürekli olarak gündemde tutulmasını, iyi niyetten uzak, kasıtlı ve de tutarsız bir yaklaşım” olarak görüldüğü ifade edilmiştir.[1]Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’deki mahkeme kararlarına saygılı olunması gerektiğini belirtmiş, “AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bizi çok ilgilendirmiyor” şeklinde bir açıklama yapmıştır.[2] Türkiye makamlarından gelen bu tepkiler oylamanın sonucu değiştirmiyor. Bu karardan sonra artık Türkiye AİHM’nin önüne çıkacak ve AİHM Türkiye’den savunma isteyecek. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan bir ülke olarak Türkiye’yi sözleşmenin 46. maddesinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçlar ve bu yönde karar alırsa top yine Bakanlar Komitesine geçecek. Bakanlar Komitesi de eğer bu süreç içerisinde Kavala serbest bırakılmamışsa yaptırım mekanizmalarını devreye sokabilecek. Konsey, Türkiye’nin oy hakkı veya üyeliğini askıya almak yönünde bir karar alabilir. Hatta Konsey, Türkiye’yi üyelikten çıkarmaya kadar gidebilir. Daha önceki yazıda da belirttiğim gibi bu gibi yaptırımlar askeri darbe, sınır ihlali gibi durumlarda geçici olarak kullanılan ve Konsey’in kullanmaktan çekindiği cezalandırmalar. Fakat 46. maddedeki ihlal ve yaptırım prosedüründe hiçbir ülkenin daha önce bu aşamaya gelmediğini de belirtelim. Azerbaycan’a karşı açılan Mammadov davasında olduğu gibi ya da Türkiye’ye karşı açılan Louzidou davasında olduğu gibi Konsey’den gelen ihtarlar daha önce etkili olmuş ve ihlal prosedüründe sona gelmeye gerek kalmadan ilgili ülkeler AİHM kararları yönünde politikalar izlemişlerdir. O nedenle bu sürecin nereye gideceğini ya da Konsey’in ne gibi bir yaptırım kararı alabileceğini öngörmek zor. Fakat altını çizmemiz gereken bir nokta var. Avrupa Birliği’ne karşı sıkça kullanılan ve milliyetçi, Batı karşıtı oyları mobilize edebilen popülist ve ayrıştırıcı “biz” “onlar” söylemini Avrupa Konseyi ya da AİHM için kullanmak çok da anlamlı değil. Türkiye’nin yıllar önce başlayan adaylık sürecinin siyasi açmaza girdiği bir kurumdan değil Türkiye’nin neredeyse kurucu üyelerinden olduğu, karar verme sürecinde diğer üye ülkelerle birlikte eşit oy hakkına sahip olduğu Avrupa Konseyi’nden ve Türkiye’den de bir yargıcın bulunduğu AİHM’den söz ediyoruz. Kısacası, Avrupa Konseyi’nde çok da “öteki” değiliz. Ayrıca Rusya, Azerbaycan, Moldova, Ukrayna gibi AB üyesi olmayan ülkelerin de Konsey’e üye olduğunu ve Konsey’in daha geniş bir coğrafi ölçeği temsil ettiğini de unutmayalım.
Batı karşıtı milliyetçi söylemler için bu ayrım çok fark etmiyor olabilir ama Türkiye makamları için Avrupa Konseyi üyeliği hem bir prestij kaynağı hem de birçok diplomatik manevranın yapılabileceği, iş birliklerinin ve koalisyonların kurulabileceği değerli ve gerekli bir platform.
Batı karşıtı milliyetçi söylemler için bu ayrım çok fark etmiyor olabilir ama Türkiye makamları için Avrupa Konseyi üyeliği hem bir prestij kaynağı hem de birçok diplomatik manevranın yapılabileceği, iş birliklerinin ve koalisyonların kurulabileceği değerli ve gerekli bir platform. Bu iş birliklerini bazen oylamalarda görmek mümkün olabiliyor. Türkiye ve Azerbaycan’ın oylamalarda birbirlerini korudukları ve konu ne olursa olsun birbirleri lehine oy kullandıkları bir gerçek. Rusya’nın Kırım işgaline rağmen Konsey’deki oy hakkını geri kazanması için Türkiye de lehte oy veren ülkeler arasındaydı.[3] O dönemki siyasi ve askeri iş birlikleri oylama sonuçlarına yansımıştı. Benzer şekilde Türkiye’nin ihlal süreci için yapılan oylamada Macaristan’ın Türkiye’nin yanında yer aldığını, Sırbistan’ın çekimser kaldığını ve Polonya’nın oylamaya katılmadığını görüyoruz. Bu ülkelerin ortak özelliği, AB tarafından hukukun üstünlüğünü zedeleyen politikaları nedeniyle eleştiriliyor olmaları. Özellikle Polonya ve Macaristan yargı bağımsızlığını zedeleyen politikaları nedeni ile AB’nin yaptırım mekanizmasına tabi hale gelmiştir. AB, demokratik ihlallere karşı bu iki ülke için 7.madde kapsamında adımlar atmaya karar vermiştir. Buna göre AB, oy birliği ile ilgili ülkelerin anlaşmaların uygulanmasından kaynaklanan haklarından bazılarını (mesela Bakanlar Konseyindeki oy hakkı gibi) kısıtlamayı öngören cezalandırma mekanizmasını hayata geçirebilir. Belirtilmelidir ki hem Macaristan hem de Polonya için 7. madenin uygulanma potansiyeli düşüktür. Çünkü ilgili madenin cezalandırma aşamasına geçilmesi için Bakanlar Konseyi’nde oy birliği aranmaktadır. Nitekim Polonya ve Macaristan veto hakkıyla birbirlerini destekleyeceklerini ifade etmişlerdir.[4] Hatta her iki ülke AB’nin yaptırım uygulamak yönünde attığı adımları eleştirmiş ve bunu iç hukuka, yargı bağımsızlığına ve egemenlik haklarına müdahale olarak lanse etmiştir. Benzer bir durumu Türkiye’de de görüyoruz. Son dönemlerde yayınlanan araştırmalar illiberal hükümetlerin üye oldukları uluslararası ve bölgesel kuruluşlarda izledikleri bu tür suçlayıcı (blame-shifting) stratejinin hem iç siyasete hizmet ettiğini ve hükümetlerin oy potansiyelini artırdığını gösteriyor hem de otoriter (enformel) blokların kurulmasına imkân verdiğini ortaya koyuyor.[5] Belki de bu nedenle bu ülkeler her ne kadar güttükleri siyasetle çelişse de bu kuruluşlarda üyelik haklarını korumayı tercih ediyorlar. Üyelikten çıkmak yönünde bir siyaset geliştirmiyorlar. Tam aksine üye oldukları kurumu üyelikten gelen haklarına dayanarak içeriden müdahale ederek değiştirmeyi, dönüştürmeyi hedefliyor, dışlayıcı ve yanlı olduğunu iddia ettikleri egemen liberal söylemi kırmayı hedefliyorlar. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın konuşmalarında bu söylem oldukça belirgin. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “Dünya 5’ten büyüktür” söylemi sanırım bu çerçevede değerlendirebilir. Bu noktadan bakıldığında Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini korumayı tercih edebileceğini söylemek mümkün. Fakat bu tercih Kavala davasına nasıl yansıyacak zaman içerisinde göreceğiz. Avrupa Konseyi’nin kararlarını zamana yaydığını düşünürsek bu sürecin epey uzayacağını söylemek sanırım yanlış olmaz. --- Kaynaklar [1]“Dışişleri'nden Avrupa Konseyi'nin Osman Kavala kararına tepki,” CNNTürk, 2 Şubat 2021, https://www.cnnturk.com/dunya/son-dakika-disislerinden-avrupa-konseyinin-osman-kavala-kararina-tepki [2]“Erdoğan'dan Kavala kararı açıklaması” Euronews, 3 Şubat 2022, https://tr.euronews.com/2022/02/03/erdogan-dan-osman-kavala-ac-klamas-bizim-mahkeme-kararlar-m-z-tan-mayan-biz-de-tan-may-z [3]Russia Vote Set to Divide Council of Europe. Financial Times, 24Haziran 2019. https://www.ft.com/ content/e783915e-929f-11e9-aea1-2b1d33ac3271 [4]D. Soyaltin-Colella.2020. Avrupa Birliği’nde Hukukun Üstünlüğü Krizi ve Aday Ülkelere Yönelik Önleyici Politikaların Siyaseti”,  PamukkaleÜniversitesiSosyalBilimlerEnstitüsüDergisi, 38(1):61-77 [5]T. Söderbaum, K. Spandlerand A. Pacciardi. 2021. Contestations of the Liberal International Order: A Populist Script of Regional Cooperation. Cambridge: Cambridge University Press; D.Soyaltin-Colella.2021.“(Un-) Democratic Changeand Use of Social Sanctions for Domestic Politics: The ‘Council of Europe Monitoring’ in Turkey”, International Political Science Review 42(4):484-500D. Kelemen. 2020. “The European Union’s authoritarian equilibrium.” Journal of European Public Policy, 27(3), 481–499.