Beyinde yer alan ACC bölgesi hata tespiti, dikkat kontrolü ve çatışma yönetimi ile ilgili bölgemiz. Kişinin takıntılı düşüncelerinin devam etmesine katkıda bulunabilecek düşünce değerlendirmesi sürecinde önemli bir rol oynuyor. OKB ve ilgili bozuklukları olan kişilerde ACC'nin anormal işlediği tespit edilmiş. İnsan türünün karanlık yanlarının şifrelerini çözmek üzere çıktığımız yolculuğun ikinci yazısındayız. Bu hafta, yine nörobilim araştırmalarından yararlanarak pek çok insanın mustarip olduğu, sorunları içinden çıkılmaz, hayatı yaşanamaz hâle getiren “takıntı”larla ilgileneceğiz. Hayattaki pek çok olgu gibi, davranışlarımız da farklı faktörlerin etkileri altında şekillenen, oldukça karmaşık yapılar. Ancak söz konusu olan insan gibi bir varlık olduğunda, hangi davranışın neden gösterildiğini anlamak için kanınızda dolaşan insülinden, içinde yaşadığınız kültürün normlarına varana değin binlerce farklı değişkeni incelemek durumunda kalıyoruz. Bu çok karmaşık yapının içinden, sorumuzun olası cevaplarını parçalara ayırarak her birini ayrı ayrı incelemekle çıkmaya çalıştığımızda ise oldukça büyük bir yanılgıya düşüyoruz. Bu, sosyal bilimler ile fen bilimlerinin ayrışarak silolaşması kadar korkunç bir yanılgı ve ne yazık ki günümüzde bilim dünyası çoğunlukla bu siloların içinden dış dünyayı anlamaya çabasında… Takıntı (obsesyon) konusu da bu arayışlarımızdan birine tekabül ediyor. Henüz net bir resim çizebildiğimizi söylemek zor; ancak elimizdeki veriler yolu aydınlatmakta yardımcı oluyor. Bu yazıda da takıntının izlerini takip ederek beynimizin, genetiğin ve çevrenin süreç içinde oynadıkları rolü anlamaya çalışacağız. Bir kere daha hatırlatmak istedim: Bu konular üzerinde yazmaya başlama nedenim, insanın kendisini tanımasının, sorunlarını aşma yolundaki en önemli anahtar oluşu. Öte yandan bu tanıma sürecinde pek çoğumuz önemli bir eksiklikten mustaribiz: Tüm davranışlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı şekillendiren beynimizin işleyişiyle ilgili bilgi sahibi değiliz. Oysa bu bilgi aydınlatıcı olduğu kadar rahatlatıcı da bir bilgi; insanın kendisiyle, başkalarıyla ve dünyayla daha barışık hâle gelmesine büyük bir katkıda bulunuyor. Öncelikle okuyucuların yavaş yavaş aşina olmaya başladıkları iki beyin bölgesiyle başlayalım. Takıntı ile ilişkili öncelikli beyin bölgeleri frontal korteks ve anterior singulat korteks (ACC). Frontal korteks, yani başınızda, alnınızın tam arkasında yer alan beyin bölgesi ve özellikle orbitofrontal korteks (OFC) olarak adlandırılan kısım, karar verme, dürtü kontrolü ve duygusal düzenlemeden sorumlu olan bölgeler. Bu bölgedeki işlev bozukluğu, müdahaleci, istenmeyen düşünceler ve tekrarlayan davranışlarla karakterize edilen bir durum olan obsesif-kompulsif bozuklukla (OKB) ilişkilendiriliyor. ACC ise hata tespiti, dikkat kontrolü ve çatışma yönetimi ile ilgili bölgemiz. Kişinin takıntılı düşüncelerinin devam etmesine katkıda bulunabilecek düşünce değerlendirmesi sürecinde önemli bir rol oynuyor. OKB ve ilgili bozuklukları olan kişilerde ACC'nin anormal işlediği tespit edilmiş. Bir diğer önemli bölge ise bazal ganglion olarak adlandırılan, beynin orta kısmında bulunan prefrontal korteks ve alt motor ve duyu bölgeleri arasındaki iletişim ve yönetimi sağlayan yapılar. Bu yapıların görevi motor işlevleri, alışkanlıkları ve motivasyonu yönetmek. Dolayısıyla takıntı durumunda görülen tekrarlayıcı, kompulsif davranışların gelişiminde rol oynadığı düşünülüyor. Gelelim bizi takıntıya sürükleyen nörotransmiterlere… Bu süreçte pek çok nörotransmiter rol oynuyor; ancak serotonin ve dopaminin etkileri ayrıca önemli olarak görülüyor. Serotonin, ruh hâli düzenlemesi, kaygı ve takıntılı düşüncelerle ilişkili bir nörotransmiter. Bazı beyin bölgelerinde azalan serotonin seviyeleri, obsesif semptomların gelişimi ile ilişkilendiriliyor. Serotonini sıklıkla mutluluk hormonu olarak duyarız. Aslında mutluluk hâliyle ilişkili olmaktan ziyade ruh hâlinin düzenlenmesinden ve kısacası uçlara savrulmamızın engellenmesinden sorumludur. Bu nörotransmiterin seviyelerindeki azalış, “normal”den sapma ile sonuçlanır. Adını özellikle son zamanlarda sosyal medya bağımlılığı üzerinden sıkça duyduğumuz dopamin de motivasyon ve ödül değerlendirme süreçlerinde rol oynayan bir nörotransmiter. Dopamin sisteminin düzensizliği, takıntılı davranış ve düşünceleri güçlendirerek, ödülle ilgili negatif öğrenmeye yol açabiliyor. Bu tartışmalarla uyumlu şekilde serotonin ve dopamin reseptörlerini hedef alan bazı ilaçların, OKB semptomlarını tedavi etmede etkili olduğu bulunmuş. Bu araştırmalar bu iki nörotransmitterin takıntı durumundaki rolünü de teyit etmiş oluyor. Dopaminden bahsetmişken özellikle üzerinde durmamız gereken bir konu daha var. Ödül sistemimiz takıntı durumu üzerinde çok önemli bir rol oynuyor. Zira takıntılı düşünce ve davranışlar, ödül sistemini harekete geçirerek geçici bir rahatlama veya tatmin duygusuna sebep oluyorlar. Ancak bağımlılık yazısından da hatırlayabileceğiniz üzere bu rahatlama kısa süreli ve bireyleri aynı ödülü deneyimlemek için tekrarlayan davranışlarda bulunmaya itiyor.
Ödül sistemimiz takıntı durumu üzerinde çok önemli bir rol oynuyor. Zira takıntılı düşünce ve davranışlar, ödül sistemini harekete geçirerek geçici bir rahatlama veya tatmin duygusuna sebep oluyorlar.
Bağımlılık ve takıntı arasındaki yakın bağı oluşturan da temelde bu; ödülün hazzını deneyimlemeye devam edebilmek için sürekli olarak aynı davranışı gösterme ihtiyacına giriyoruz. Ve pek çok durumda buna doz artırımı isteği de eşlik ediyor. Takıntı ve zorlama döngüsü devam ettikçe, beynin ödül sistemi davranışa duyarlı hâle geliyor ve bu şekilde takıntılar daha da güçlü hâle geliyor. Gelelim ilk fırsatta suçu üzerine atıp sıyrılmaya meylettiğimiz genlerimize… Aslında bu defa haklıyız; genetik, takıntılılık durumunun ortaya çıkmasında oldukça etkili bir faktör. Aynı ailede büyüyen ikizler üzerinden yapılan çalışmalar ve aile temelli araştırmalar OKB ve ilgili bozuklukların kalıtsal bileşenleri olduğunu gösteriyor. Serotonin ve dopamin reseptörlerinin yanı sıra obsesyonla ilgili beyin devrelerinde yer alan nörogelişimsel genleri etkileyen spesifik genetik varyasyonların tespit edilmiş olması, sürecin bir kısmının genetik faktörlerle açıklanabileceğini gösteriyor. Bununla birlikte, genetik tek başına tüm hikâyeyi açıklamıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere, çevresel faktörler de obsesyon gelişiminde oldukça önemli bir rol oynuyor. Çocukluk travmaları, stresli yaşam olayları ve öğrenilmiş davranışlar, saplantılı eğilimlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunabiliyor. Ayrıca, belirli çevresel tetikleyiciler, genetik olarak duruma yatkın bireylerde takıntıları şiddetlendirebiliyor. Son olarak yine aşina olduğunuz bir kavramdan bahsedeceğiz. Beynin deneyimlere yanıt olarak kendini yeniden düzenleme ve yeni bağlantılar oluşturma yeteneği olan nöroplastisite, saplantının kalıcılığında çok önemli bir rol oynuyor. Takıntılı düşünce ve davranışlar, ilgili beyin bölgelerinde güçlendirilmiş sinaptik (nöronlar arası) bağlantılara yol açarak, tekrarlayan eylemler yoluyla derinlemesine yerleşiyor.
Takıntı ve zorlama döngüsü devam ettikçe, beynin ödül sistemi davranışa duyarlı hâle geliyor ve bu şekilde takıntılar daha da güçlü hâle geliyor.
Dahası, OKB'si olan bireylerde, takıntıyla ilişkili olan nöral devreler, müdahaleci düşünceler ve eylemler döngüsünün devamı nedeniyle çok daha aktif hâle geliyor. Beynin bir bölgesinin, normal işleyişine kıyasla daha çok çalışıyor olması, o bölgenin daha da gelişmesine neden oluyor. Bu nedenle altta yatan nöral plastisite mekanizmalarını anlamak, rahatsız edici düşünce kalıplarını yeniden yapılandırmayı amaçlayan bilişsel-davranışçı terapi gibi potansiyel terapötik yaklaşımlara ilişkin olarak bizlere önemli bilgiler sağlıyor.