CHP olmak üzere 6’lı masanın partilerinden “Biz iktidara gelelim hepsini kamulaştıracağız!” sözleri yükseliyor. Biliyorsunuz kırk yıl önce de “hepsini özelleştireceğiz!” sloganı popülerdi. Eh ne derler “zamanın ruhu”. Bugünlerde siyasetin sol kanadından “kamulaştırma” sesleri geliyor. Özellikle Kamu-Özel-İşbirliği projesiyle yapılmış yollar, köprüler söz konusu olduğunda başta CHP olmak üzere 6’lı masanın partilerinden “Biz iktidara gelelim hepsini kamulaştıracağız!” sözleri yükseliyor. Biliyorsunuz kırk yıl önce de “özelleştirme” ile ilgili benzer şeyler duyulurdu. “Biz iktidara gelelim hepsini özelleştireceğiz!” sloganı o zamanlarda popülerdi. Eh ne derler “zamanın ruhu”. O zamanlar zamanın ruhu özelleştirmeyle özdeşmişti, şimdi de kamulaştırmayla! Özellikle 2008 ekonomi krizi o güne dek uygulanan serbest piyasacı, serbest ticaretçi ekonomi anlayışını ciddi bir biçimde sarsmıştı. Neo-liberal olarak adlandırılan bu anlayışın önerdikleri 1980’lerden beri “özelleştirme-serbestleştirme-deregülasyon” üçlüsüyle yönetilen dünya ekonomilerinin çok ileri gittiği, serbest piyasaya atfedilen ekonomi çarkının daha iyi çalışması için eski regülasyonları kaldırmanın aslında bu krizin de temel nedeni olduğu yazıldı çizildi. Özellikle finans alanında regülasyonların (düzenlemelerin) kaldırılmasının balonlar oluşturduğu ve konut piyasasında patlayan balonun ise yalnızca Amerikan ekonomisinin değil doğrudan dünya ekonomisinin bir krize girmesini neden olduğu yine o günlerin en önemli tartışmalarından biriydi. Kimi gözlemcilere göre bugün her ne kadar pandemi koşulları yaşanan krizin nedeni olarak gösterilse de aslında asıl sorunun 2008 krizinin etkilerinin tam olarak zapta rapta alınamamasıyla ilgili olduğu yönünde. 2008 krizinden kurtulmaya çalışan Batılı ülkeler, G-20’ler öncülüğünde genişleyici para politikalarıyla likidite artışına gitmişler, böylelikle talep yaratmışlar, üretim ve istihdam kayıplarını önlemişlerdi. Fakat krizi kontrol altına alıp da eski dengelere dönmek o kadar kolay olmamıştı. Her şeyden önce bu hareketin ülkeler arasında senkronize edilmeden başlatılması kur savaşlarına ve enflasyonun başını yükseltmesine neden olmuştu.
Bugünün dünyasında “kamu”, “hükümet” gibi terimler “devleti” çağrıştırırlar. ”. Halkın kararlara katılabileceği yeni bir anlayışı bulmamızı gerektiriyor. Yoksa sol ile sağ birbirine karışacak gibi yeni bir döneme giriyoruz. Bizden söylemesi.
Her neyse! Bu gelişmelerin üzerine gelen pandemi olayı başta tedarik zincirlerinin bozulmasına neden olarak, petrol ve emtia fiyatlarının artmasına neden oldu. Bu olayın doğrudan işletme maliyetlerini arttırdığı, bu maliyet artışlarının da enflasyona neden olduğu gözlendi. Hemen hemen bütün ülkelerde fiyatlar anormal bir biçimde artmaya başladı. Bunun üzerine hemen bütün ülkelerde enflasyonu kontrol altına almak için daraltıcı para ve maliye politikaları uygulanmaya başladı vs. İşte, neo-liberal düzenin “piyasacı” yaklaşımı, her şeyin met’a haline getirilip her şeyin ticarileşmesi anlayışının sonu olduğu kanaati giderek siyasette yeni bir söylem olarak “kamulaştırma” konusunu gündeme getirdi. Girişte de söylediğim gibi, özellikle “sol’ da” tanımlanan siyasi partiler başta CHP olmak üzere programlarına “kamulaştırma” hedefini yazdılar. Fakat burada tuhaf bir durumun da olduğunu söylemeliyiz. Nasıl mı? Çünkü bu sözlere benzer sözleri neoliberal dünyanın en önemli kurumlarından biri olan Dünya Ekonomik Forumu'nun kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Klaus Schwab da söylüyor da ondan. Schwab diyor ki, “Eğer bir devrim istemiyorsanız, hükümetin, işletmeleri daha güçlü bir şekilde düzenlemesi, iklim değişikliğini ele alması ve gelir eşitsizliğini düzeltmesi gerekiyor”. Bu sözleri söyleyen kişinin kimliği, doğrusu hiçbir biçimde “sol” siyasetlerle anılabilecek gibi değilse de söylediklerinin benzerliği doğrusu düşündürücüdür. Schwab’ın, serbest piyasanın hükümet tarafından regüle edilmesi gerektiğinin altını çizmesi aslında neoliberallerin hiç de hoşlanmadıkları “hükümetin” yani “kamunun” ekonomiye müdahalesini artık olumlu bulması tabii ki “sol” anlayışları desteklemek amacıyla değil aksine  kapitalizmin ayakta kalması amacıyla yaptığı bir önermedir. Aynı şekilde Schwab, iklim değişikliği ve gelir dağılımındaki bozukluklarını da yine “sol”u desteklemek amacıyla değil, aksine kapitalizmin ayakta kalabilmesinin koşulları olarak görmesi nedeniyle söylemektedir. Bunun da gerçekten tuhaf bir durum yarattığı ortadadır. Bu dilemmayı kim nasıl tartışır bilmiyorum. Ama benim bildiğim bir şey varsa o da şudur. Bugünün dünyasında “kamu”, “hükümet” gibi terimler “devleti” çağrıştırırlar. Oysa bizim devletimiz tarafsız kurumlar bütünü değil, aksine yönetici sınıfların kendi çıkarları için kullandıkları kurumlardır. Yine benim bildiğim “Karar alanlar daima kendi çıkarlarına uygun kararlar alırlar”. O nedenle de gerek iş dünyasının regülasyonu, gerek iklim değişikliği ve gerekse de gelir dağılımı bozukluğu doğrudan halkın kararlara katılabileceği yeni bir anlayışı bulmamızı gerektiriyor. Yoksa sol ile sağ birbirine karışacak gibi yeni bir döneme giriyoruz. Bizden söylemesi.