Birçok kişi Türkiye’nin gidişatından, sokaktaki atmosferden ve siyasal yaşamın kendisinden memnun değil. Gayri-memnunların sayısı fazla ve ortaya dökülen her ifşaat ya da iddia sonrası toplumsal gayri-memnun kesimin hem hacmi genişliyor hem hislerinin derinliği artıyor. Dahası, sistemi törpüleme ya da reforme etme gibi öneriler bu kesimde hiç bir kıpırdanma yaratmıyor, başarısız ve boş reform vaatleri mevcut gayri-memnunluğun seviyesini daha da artırıyor. 2016 ile 2019 yılları arasında olduğu gibi eğer bir çıkış ihtimali de yoksa bu toplumsal kesim içe-eve kapanmaya, temasını kesmeye ya da dışa kaçmaya (yurtdışına göç) yöneliyor. Hisleri yani memnuniyetsizlikleri ile ifade ettiğimiz bu kesim kimlerden oluşuyor peki? Bu aynı zamanda yeterli uygun kanallar olduğunda toplumu dönüştürme potansiyeline sahip olan kimler sorusunun cevabı da oluyor. Görünen o ki şu ana kadar Türkiye’de son 20 yılda yapılanların yarattığı memnuniyetsizlerin büyük bir kısmı kimliksel, jenerasyonel ve sınıfsal bir ortaklık yarattı. Bunlar sırasıyla kadınlar, gençler ve prekaryadan (güvencesizler) oluşuyor. KAYBEDİLEN KAZANIMLAR İstanbul Sözleşmesi’den resmen çıkılmasıyla birlikte kadınların verdiği mücadele yasal olarak önemli bir kazanımı yitirdi. Ancak birçok aktivistin ve avukatın belirttiği üzere, zaten sözleşmenin maddeleri uygulanmıyordu. De facto (fiilen) bir direniş söz konusuydu. İktidar bloğu hem siyasal hesaplar hem de Türkiye’nin toplumsal dengesini kendi lehlerine tutmak amacıyla resmen sözleşmeden çıkmayı tercih etti. Öte yandan, kadına karşı şiddetin önlenebilir ama önlenilmesi siyaseten tercih edilmeyen yükselişi evde ve toplumsal mekanda kadınlar arasında büyük bir memnuniyetsizlik, öfke ve belirsizlik yaratıyor. İkinci olarak gençler var. Türkiye’de son 20 yılda yapılan ve son beş yılda giderek otoriterleşen sistemin, yaşları 15 ile 30 arasında değişen gençler üzerinde büyük bir etkisi oldu. Genç işsizliğinin % 26 seviyesinde oluşu (küresel oran % 13), gençlerin güvencesiz işlere mahkum edilmesi, ülkede yaratılan muhafazakar ve milliyetçi havanın mevcut küresel denklemle uyuşmaması – gençlerin birçoğunun bunları ikircikli görmesi - ve en nihayetinde gençlere sunulan eşit fırsatların giderek azalması gençler arasında çok kuvvetli bir memnuniyetsizlik aynı anlama gelmek üzere öfke ve dönüşüm isteği yaratıyor. SINIFSAL TEPKİ Son olarak sınıfsal tepki var. Birçoğunun ısrarla görmezden geldiği, dinlemek istemediği (muhtemelen dinlese de anlamayacağı) bir sınıfsal gerçeklikle karşı karşıyayız. Prekarya artık bugünümüz ve yarınımızı oluşturuyor. Ayrıca her yerde onu ve onun ayırdedici özelliği olan güvencesizliği görebiliyoruz. Sistematik bir şekilde dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de son on yıllarda toplum güvencesizleştirildi. Pandemi dönemi iyice gösterdi ki milyonlarca insanın gelir güvencesi dahi yok. Bu ise hem temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan bildiğimiz anlamda yoksulların sayısını artırıyor hem de statülerini kaybeden, eğitimli olduğu halde istediği hayatı elde edemeyen yeni yoksulların yani prekaryanın çapını ve derinliğini artırıyor. Tüm bunların birlikteliği bize Türkiye’de gayri-memnun kitlenin üçlü ayağını sunuyor: Kimlik, nesil, sınıf. Eğer kendine uygun bir dil ve form bulursa, bu kesimin dönüştürücü kuvveti karşısında kimse duramayacaktır. Bu yüzden olumsuz düşünenlerin, baştan aşağı karalara bürünenlerin duygu ve hissiyatlarını paylaşmıyorum. Bizi yeni bir toplum bekliyor, küresel siyasal iklim de buna uygun hale geliyor. Ama bu muhalefet için hiçbir şey yapılmayadan bekleneceği anlamına gelmiyor, tam tersine, hiç olmadığı kadar büyük bir özveri, çalışma, iletişim ve enerji gerektiriyor.