Bir partinin kalkınma kongresinde ilk yer vermesi gereken konuların önemli bir bölümünü, projelerimizi de paylaşarak 24 Aralık’ta sunduk. Kalkınmanın temelinde daha adil bir bölüşüm olması gerektiğinden yola çıktık. Çok değerli meslektaşım ve dostum Çiğdem Boz’un geçen hafta düzenlendiğimiz kalkınma kongresiyle ilgili önemli bulduğum değerlendirmeleri bana da kendimizi daha iyi anlatma fırsatı verdi. Hem kendisine hem de bana bu yazı alanını açan Politikyol’a teşekkür ederim. Ne de olsa arkadaşlar bugünler için var… Kalkınma kongrelerimizin ilkini geçen sene 24 Aralık’ta yaptık.[1] Kongrenin temasını “Eşitlenen Türkiye” olarak belirleyip bu tema çerçevesinde sırasıyla yoksullukla mücadele, kapsayıcılık ve istihdam başlıkları altında üç panel düzenledik. Sunumun açılışındaki sloganımızı Cem Karaca’yı da anarak “Yoksulluk kader olamaz” olarak belirledik. Yoksulluğun kader olmaması, iktidar partileri tarafından yönetilmemesi için ne yapmamız gerektiğini anlattık. Çoğu katılımcının aklında ise kapsayıcılık sunumundaki başlangıç sloganımız olan “Güneş herkes için doğar” kaldı. Çok sevdiğimiz bu Küba atasözü ile partimizin amblemini birleştirip yeniden sosyal bir devlete kavuşmak için ne yapmamız gerektiğini paylaştık. Bu tema ve panel konularını ilk kongrede işlememizin çok basit bir sebebi var: Dizginlenmeyen bir kapitalizm ve sosyal devletten bihaber bir iktidar kadrosunun Türkiye’nin başına açtığı en büyük problemlerden ikisinin artan yoksulluk ve fırsat eşitsizliği olduğunu düşünüyoruz. Tıpkı son kongrede olduğu gibi çok somut projelerimizden bahsettiğimiz bir sunum vardı. Maliyetlerini ve sosyal faydalarını hesapladığımız bu somut projelerimizden bazılarını saymakta fayda var;
  • Devlet okullarında okuyan bütün çocukların bedava ve sağlıklı bir şekilde kahvaltı ve öğle yemeklerinin karşılanması
  • Çocuk haklarının garanti altına alınacağı ulusal ebeveynlik programı
  • Okul öncesi eğitimin zorunlu ve parasız hale getirilmesi
  • KYK borçlarının sosyal gönüllülük programlarında çalışarak ödenebilmesi…
Bu projeleri geliştirirken de bu alanlarda çalışan STK’larla toplantılar yaptık, tecrübelerinden yararlandık. Çok değerli meslektaşım Erinç Yeldan ve ekibi ile gençleri kapsayan bir evrensel temel gelir modeli çalıştık. Sanırım bu modeli detaylarıyla Türkiye’de çalışan ilk partiyiz. Gençlerin durumlarını nasıl iyileştireceğimizi çalışırken temizliğe gelen ve büyük ihtimalle de güvencesiz çalıştırılan ablaları da unutmadık. İYİ Yaşam Geliri modelimizle gençlerin yanında yoksul kadınlara da nasıl bir gelir sağlayacağımızı anlattık. (Buradan Erinç Hoca ve ekibine bir kez daha teşekkür ediyorum.) Yoksullukla mücadele sunumumuzun hemen arkasından düzenlediğimiz panelde de bahsettiğim bu projeleri Hacer Foggo, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve değerli meslektaşım, Politikyol yazarı Öner Günçavdı Hocamız ile tartıştık. Hacer Hanım’ın CHP’ye geçmesiyle beraber yoksulluğun bizden sonra ittifak ortağımız tarafından da ana gündem maddesi olduğunu memnuniyetle görüyorum.
İYİ Parti kalkınma kongremizde Politikyol yazarlarından Murat Kubilay’ı, Öner Günçavdı’yı, Güldem Atabay’ı ve Ekrem İmamoğlu’nu ağırladık.
Aynı kongrenin ikinci paneli de kapsayıcılık üzerineydi. Burada da özellikle kadınların işgücüne dahil olması için bakım ekonomisini nasıl geliştireceğimizi, güvenceli esnek istihdam modellerinin iş dünyası tarafından kötüye kullanılmadan; ama yarı zamanlı çalışmak isteyen kadın ve gençlere de fırsat sunacak şekilde nasıl tasarlanabileceğini anlattık. Panelde de her zaman yanında olduğumuz Yanındayız Derneği’nden Nur Ger’i, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu ve Politikyol’dan değerli meslektaşım Murat Kubilay’ı ağırladık. Son panelde de istihdamı tartıştık. Türkiye’nin asgari ücrette eşitlenen bir vasatlık tuzağından nasıl çıkabileceğini konuştuk. Sonradan aramıza genel başkan yardımcısı olarak katılan Bilge Yılmaz ve akademik başarıları ile hepimizi gururlandıran Ufuk Akçiğit ile harika bir panel gerçekleştirdik. Bütün bu kongreyle ilgili görüşleri yine bir Politikyol yazarı meslektaşım ve dostum Güldem Atabay kaleme aldı. Kongre sunumlarını ya da panelleri sosyal medya sayfalarımızdan ya da partimizin web sayfasından izlemeye vakit bulamayan okuyucuların Güldem Hanım’ın kongre izlenimlerini okumasını çok isterim.[2] Yani demem o ki, siyasi bir partinin kalkınma kongresinde ilk yer vermesi gereken konuların önemli bir bölümünü, projelerimizi de paylaşarak 24 Aralık’ta sunduk. Kalkınmanın temelinde daha adil bir bölüşüm olması gerektiğinden yola çıkarak kongremizin ilkini buna ayırdık. Galiba ilk defa bir parti katılımcı bir program oluşturma anlayışıyla kongre serisi düzenleyip kongrelerden ilkini de yoksullukla mücadeleye ayırdı. Biraz da son kongreden bahsedelim… Bu kongrenin temasını da “Üreten Türkiye” olarak belirledik ve önümüzdeki dönemin sanayi politikasını, teknolojik dönüşüm için atılması gereken adımları, iç ve dış ticaret stratejimizi tanıttık.[3] Yine çok somut projelerle… Yeni nesil OSB’lerin nasıl olması gerektiğini, bu sanayi bölgelerinin yanında nasıl daha iyi yaşam alanları oluşturacağımızı, üretimde İstanbul ve çeperinin yükünü nasıl azaltıp bölgesel kalkınmaya destek olacağımızı anlattık. Tabii ki dünyadaki başarılı örnekleriyle beraber. Bu kongrede vurgu yaptığımız iki şey Çiğdem Hoca’nın temsil ettiği ve benim çok saygı duyduğum ekolün ve o kadar saygı duymadığım küresel avcılarının tepkisini çekti. İlki küresel eğilimleri iyi okumamız gerektiği vurgusunu bilerek, isteyerek çok yaptık. Zira üzerimize giydirilmeye çalışılan ve Türkiye’yi yalnızlaştıran bu deli gömleğini reddediyoruz. Türkiye eğer yüksek gelirli bir ülke adayı haline yeniden gelmek istiyorsa dünyadaki gelişmelere göre bir strateji belirlemeli.Bu küresel eğilimleri de bölgeselleşen ekonomiler, Sanayi 4.0, çevre ve iklim koşulları, yaşlanan dünyada çalışanların iş-yaşam dengelerindeki değişim olarak belirledik. İkinci olarak da verimlilik vurgusu yaptık. Belli ki verimlilik konusunda derdimizi iyi anlatamamışız. Çok basit bir şeyden bahsediyoruz. Bugün bir ekonomide istihdamı ve büyümeyi arttırırken enflasyon ve cari açığı düşürmenin tek bir yolu var: Verimliliği sağlamak... Dünyada emeğin insana yakışır şekilde karşılığını aldığı bütün ekonomilerde verimliliğin çok yüksek olduğunu görürsünüz. Bu verimliliği sağlamanın da en temel yollarından biri hem emeğin, hem de şirketlerin teknolojiye uyumunu sağlamaktan geçiyor. Nedeni basit; Gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki verimlilik farkının yüzde 80’i teknolojiye uyum sağlayabilmekle açıklanıyor. Bu uyumu sağlayıp verimliliği arttıran ekonomilerde emek hem özgürleşiyor hem de daha fazla kazanıyor. Sadece teknolojik değişim değil tabii ki derdimiz. Türkiye’de temel bilimlerde ne kadar geri kaldığımızı, uygulamalı araştırmalarda nasıl bir iyileşme sağlayacağımızı, girişimci fikirleri ticarileştirmeyi nasıl kolaylaştıracağımızı anlattık. Bunları yaparken de dünyadaki başarılı örnekleri de veri olarak önümüze koyduk. Kurmayı planladığımız enstitülere ya da topluluklara da Engin Arık ve Cahit Arf gibi ismini yaşatmamız gerektiğini düşündüğümüz bilim insanlarımızın adlarını verdik. Vakıf üniversitelerinin sorunlarından, teknoparkların amacından sapmasına kadar birçok şey konuşup neler yapılması gerektiğini anlattık.
Ne verimlilik ne de istihdam sağlayan; devletin kaynaklarıyla yüzdürülen büyük şirketler yerine genç girişimlere daha fazla kaynak aktarmalıyız.
Bu sırada yazılanlardan anladığım kadarıyla Türkiye’de yeni çıkan kavramlara duyulan antipatiden start-up, dijital göçebe gibi kavramlar da nasibini aldı. Oysa hem dünyada hem de Türkiye’de yapılan bütün çalışmalar yeni işlerin start-up’lar tarafından yaratıldığını gösteriyor. Kesin bilgi, yayalım! Yani ismini, etrafında yaratılan imajı sevmeyebilirsiniz ama istihdamı artırmak istiyorsak önceliğimiz bu genç girişimler olmalı. Ne verimlilik ne de istihdam sağlayan; devletin kaynaklarıyla yüzdürülen büyük şirketler yerine genç girişimlere daha fazla kaynak aktarmalıyız. Tam da bu açıdan İYİ Parti’yi sabit bir müşterisi olmayan bir start-up’a benzetmek bence çok yerinde. Bunun dışında kongrede en fazla vurgusunu yaptığımız şeylerden biri de yeni jenerasyonun tercihlerine göre iş-yaşam dengesini belirlememiz gerektiğiydi. Bunu sağlamak için ofis alanlarının nasıl olmasını gerektiğini konuştuk, trafikte geçen zamanın nasıl azaltılabileceğini konuştuk, yeni dönemde liderlerin ne tür yeteneklere sahip olması gerektiğini konuştuk. Özellikle gençleri daha verimli, daha mutlu birer çalışan ya da girişimci yapmak için geliştirilmesi gereken politikalara kafa yorduk. Gençlerden gelen tepkilere bakılırsa sanıyorum doğru da yaptık. Tabii bütün istediklerimizi bir gün içinde iki ayrı panelde anlatmak kolay değil ama sanırım muhalefetin çözüm önerisi yok diyenlere farklı ve önemli alanlarda somut önerilerimiz olduğunu hissettirip, yaklaşımımızı anlatabildik. Çok uzatmadan bağlayalım. Sadece sanayi ve teknolojik dönüşüm politikalarımızı konuştuğumuz yarım günü alıp kongre salonunun ambiyansıyla birleştirdikten sonra “İYİ Parti kalkınma nedir bilmiyor” demek bence çok hakkaniyetli değil.Bir seneyi aşkın bir süredir yoksullukla mücadeleden, hak temelli sosyal destek mekanizmalarının nasıl oluşturulması gerektiğine, kadın istihdamını artırmaktan fırsat eşitliğini yeniden tesis etmeye kadar birçok alanda çok emek veren bir ekip var.“Hocamızın projelerinin yüzü suyu hürmetine bir şans verelim dedik” demek ya da üzerinde aylarca çalıştığımız projelere “dışarıdan alıp isimleri yerlileştirmişler” yaftası yapıştırmak da biraz küçümseyici olmuş. Olsun! Buradan Politikyol ailesine de bir teklifte bulunalım. Yazarlarının muhalefet partisi liderlerinden bazılarıyla kahvaltılı toplantı yaptığını biliyoruz. Biz de aynısından istiyoruz. Gelip zaman kısıtı olmadan derdimizi daha iyi anlatırız. Varsa önyargılar, kırılır belki… --- [1]https://iyiparti.org.tr/iyi-kalkinma-kongresi-1-oturum-esitlenen-turkiye [2]https://www.politikyol.com/akpden-sonra-hayat-var-iyi-partinin-kapsamli-ve-gercekci-yoksullukla-savas-programi/ [3]https://iyiparti.org.tr/iyi-kalkinma-kongresi-3-oturum-ureten-turkiye