Maalesef çok uzun zamandır yaşadığımız “vasatın hâkimiyeti”, ister istemez böyle kalitesizliklere hapsediyor bizleri. İktisatçılar olarak yapılanları anlamak, anlamlandırmak zorunda hissediyoruz.
Türkiye ekonomisinde her şey aynı. Sorunlar değişmedi. Doğal olarak söyleneceklerde de bir farklılık olması mümkün değil. Kısa erimli politikalarla durumu kurtarmaya çalışan iktidar, ekonomide yaptıklarına bahaneler geliştirmeye ve seçime kadar durumu idare etmeye çalışıyor. Hiçbir soruna kalıcı çözüm üretemiyor.
Cumhuriyetimizin 100. yılında yapılacak olan seçime odaklanarak, ülkemizin kurucu ilkeleriyle ciddi bir hesaplaşmaya hazırlanılıyor. Bunu açıkça telaffuz edemese de, yine kendi yandaşları eliyle dolanıma sokulan Lozan’ın “
gizli maddelerinin” olduğu ve bu maddelerin, ne tesadüf 2023 yılında hükümlerinin sona ereceğini söyleyen yalanlardan anlıyoruz. Bu maddelerin kalkmasını sağlayanın ise, 2023 seçimlerinin galibi olmayı amaçlayan AKP iktidarı olacağının iması da bir tesadüf olmalı. Zira sözüm ona böyle bir gizli anlaşma maddesinin sona ermesi, sanki AKP’nin seçimlerden galip çıkmasına bağlı. 100 yıl önce öngörülmüş bir tesadüf bu.
Böyle bir madde yazdırmaya güçleri olan Batılıların ise, neden 150-200 yıl değil de, 100 yıl süre tanıdıklarının bir açıklaması yok tabi. Elbette simgesel bir rakam 100 yıl. Eğer seçim 2025’e denk gelseydi, muhtemelen Lozan’ın da süresi 102 yıl olarak revize edilirdi. Burada önemli olan 100 yılık sürenin kendisi değil; sadece AKP’nin 2023 yılında gireceği seçimde, kendi iktidarını, kamuoyunun bir kısmı nezdinde anlamlandırabilme çabasıdır. Aslında kast edilen, 2023 yılındaki seçimleri kazanarak ülkenin gerçek anlamda bağımsızlığını AKP iktidarının sağlayacağının ve ülkede gerçek istikrarın da ancak bu iktidar altında yaşayacağının ima edilmesidir.
Şimdi sorulabilir, böyle mesnetsiz bir söylentinin ne işi var bir iktisat yazısında diye. Hatta eleştirilebilir de. Ancak son yıllarda ekonomi yönetiminde sarf edilen sözler ve iddialar bundan farklı mı?
Maalesef çok uzun zamandır yaşadığımız “
vasatın hâkimiyeti”, ister istemez böyle kalitesizliklere hapsediyor bizleri. İktisatçılar olarak yapılanları anlamak, anlamlandırmak zorunda hissediyoruz. Özellikle muhatap alınılan makamlar, ülkemizin saygı duyulması gereken makamları olunca, ister istemez muhatap almak zorunda hissediyoruz kendimizi. Lozan ile ilgili tezler sokak röportajlarında dile getirilirken, toplumun bir bölümünde garipseniyor ve espri konusu olabiliyor. Ama iktisadi konularda sokağa hitap etmek için sarf edilen benzer niteliklerde siyasi söylemlere ne demeli? Onları da dikkate almayıp, espri konusu mu yapmalı? İnsan bunu yapamıyor… En azından mesleğimiz buna izin vermiyor.
Hafta içinde FED politika faizlerini 0,25 puan arttırarak kendi parasal duruşunda değişikliğe gitti. Ardından birçok merkez bankası da benzer tepkiler verdi buna. Zaten birçoğu daha önceden pozisyonlarını almışlardı, böyle bir beklentinin yaşanacağını tahmin ederek. Aslında bunun olacağını tahmin etmek için özel bir gayret sarf etmeye de gerek yoktu. FED çok uzun süredir bunu yapacağını ima ediyordu zaten.
Biz ise, tüm dünyanın sorun olarak gördüğü riskleri sorun görmeyerek, faizlerimizi sabit tutmaya devam ettik. Her halde başkalarında olmayan, güvendiğimiz bir şeyler var bizde.
Sayın Bakan Nureddin Nebati de, bu hafta yaptığı bir konuşmada “
faiz ve kur [arasında] sığ bir alana sıkışan Türkiye ekonomisini kurtardık” demiş. Bu “
ekonomide makroiktisadi istikrar sağlandı” demektir. Aslında verdiği demeçte söylediği gibi, FED’in faizleri artırması ve çevremizdeki savaş ortamına rağmen, politika faizlerini sabit tutmamız, kurda kayda değer bir oynaklığa neden olmadı. Belki de Sayın Bakan bu gelişmelerde bize özel (belki de kendine özel) bir
keramet arıyor.
Politika faizleri ile piyasa faizleri arasındaki bağ bir şekilde koparsa, merkez bankaları bu fonksiyonlarını yerine getiremezler. Piyasa merkez bankasının politika faizine duyarsızlaşır.
Sayın Bakan’ın konuşmasında kastettiği faiz, sanırım Merkez Bankasının belirlediği ve normal koşullarda piyasaların referans olarak almaları gereken politika faizi. Öyleyse makroekonomik istikrarın olduğu bir ekonomide, piyasa faizleri ile merkez bankası faizlerinin, düzey olarak olmasa bile, değişim yönü bakımında benzer olması beklenir. Aksi halde merkez bankalarına ve onların belirledikleri politika faizlerine ne gerek var ki? Zira merkez bankalarının belirledikleri politika faizleri, ekonomideki iktisadi faaliyetleri yönlendirebilmek için kullanılabilecek en önemli araçtır. Politika faizleri ile piyasa faizleri arasındaki bağ bir şekilde koparsa, merkez bankaları bu fonksiyonlarını yerine getiremezler. Piyasa merkez bankasının politika faizine duyarsızlaşır.
Allah aşkına; bugün kim iddia edebilir ki, piyasa faizlerinin merkez bankasının yüzde 14’lük faizini referans aldığını?
Hazinenin borçlanma maliyetleri politika faizlerinin tam tersi yönde hareket ediyor. Hali hazırda yüzde 20’leri aşmış durumda. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti’ne borç verenler yüksek bir risk görüyorlar hazineye borç verirken. Bu makroiktisadi istikrarın yeterli düşeyde sağlanamadığının en güzel göstergesi aslında. Öte yandan, hazinenin dolar olarak yüzde 8’lere varan ve dünyada benzerine zor rastlayacağınız maliyetlerle borçlanıyor hazine. Bu da Sayın Bakanın ifade ettiği istikrarın bir parçası.
Belki mevduat faizleri için referans olabilir bu faizler. O da, tasarrufçu karşısında daha güçlü olan ve faizi belirleme gücünü elinde bulunduran bankaların işine geldiği için. Mevcut enflasyonist koşullarda, o faizler de tasarruf sahiplerini TL mevduattan kaçmalarına neden oluyor zaten. Öyle ki, Sayın Bakanın başında bulunduğu kurum bile, TL mevduatın cazibesini arttırabilmek için TL faizin yanına bir de TL’deki değer kayıplarını telefi edecek bir risk primi vermek zorunda kalıyor. Böylece toplamda TL’nin cazibesi, düşük politika faizinde enflasyonun yol açtığı erozyonu, hazineye mâl edilen ekstra bir kur pirimi ile telafi edilip, arttırılmasıyla sağlanıyor. Tüm bu yan yollara, bilimde yeri olmayan bir faiz anlayışına kamuoyu önünde anlam kazandırmak için katlanılıyor.
Merkez Bankasının belirlediği faizlerle borçlanabilen var mı acaba? Bu faiz ne işe yarıyor ekonomide?
Sanırım Sayın Bakanın konuşmasından bahsettiği istikrar, piyasalarda doğan istikrarsızlıkların yol açtığı risklerin hazine üzerine yüklenmesiyle elde edilebilen toplumsal maliyetinin yüksek olduğu bir istikrardır. Doğuracağı tüm maliyetleriyle bu normal karşılanıyorsa, bırakın kabul edelim; bu da öyle bir istikrar olsun. Ama ya yarın? Sorulu siyasetçi yaptıkları ve söyledikleriyle sadece bugüne mi bakmalı? Öyleyse, yarın yaşanacaklar kimin sorunu olacak?
Merkez Bankasının belirlediği faizlerle borçlanabilen var mı acaba? Bu faiz ne işe yarıyor ekonomide?
Ya da, daha doğru bir şekilde sormalı soruyu. Merkez Bankasının belirlediği düzeyde bir faiz oranıyla borçlanabilmenin koşulları nedir? Ekonomideki herkes için bu faizle borçlanabilme imkânı var mıdır?
Bunlar normal koşullarda da kolayca cevaplanabilecek sorulardır. Varsa bir cevabı Sayın Bakanın, makroiktisadi istikrar derken, bunları da cevaplaması gerekir. En azından ben öyle düşünüyorum. O zaman kabul edelim makroiktisadi istikrarın sağlandığını.
Faizler böyle de kurlardaki gelişmeler farklı mı? Kur istikrarına da dikkate çekmiş Sayın Bakan. Çevresel koşulların doğurduğu risklere, FED’in faiz artırımına karşın TL’nin istikrarında çok bir şeyi kaybetmediğimi söylemeye çalışmış. Tabii kurlardaki bu istikrarın en önemli nedeni Kur Korumalı Mevduatının TL mevduatlara sunduğu yüksek getiri beklentisi. En azından şimdilik tasarruf sahiplerinin döviz talebinin önünü almış görünüyor.
Ancak ya cari açık? Hala yüksek büyüme hedefinden taviz vermeyen siyasi iktidarın artan cari açıklarla kısa dönemde nasıl baş edeceği meçhul. Son zamanlarda dünya piyasalarında baş gösteren enflasyon büyümemizin maliyetlerini arttırırken, cari açığın da artmasına yol açmaktadır.
Tüm bu riskler piyasa aktörleri tarafından görülmekte ve bunlara dayanarak beklentilerini biçimlendirmektedirler. Umarım Sayın Bakan da bu gelişmeler ve risklerin farkında olmadan, kastını aşan beklentiler içinde değildir.