IŞİD’in en büyük beslenme kaynağının ayrımcılık ve eşitsizlik politikalarını üreten siyasi ortam olduğu söylenebilir. Örneğin Irak’ta IŞİD mağlup edildi ama bu bölgelerde yeniden imar ve inşa faaliyetlerine başlanabilmiş değil. Suriye’nin Kuzeydoğusunda Haseke kenti Guveyran bölgesindeki hapishane baskınında yaşananlar, birkaç yıldır Suriye ve Irak’ta küçük bir alanda sınırlı saldırılar düzenleyen IŞİD militanlarının gücüne ilişkin yeni soru işaretlerinin doğmasına yol açtı. Her ne kadar şu an DSG güçlerinin Haseke’de hapishane ve çevresinde IŞİD militanlarını etkisiz hale getirip durumu kontrol altına aldığı yönünde haberler gelse de IŞİD’in bu kadar büyük bir operasyonu nasıl gerçekleştirdiği, bölgeye nereden geldikleri ve silahları nasıl elde ettikleri hepsi açıklanmayı bekleyen sorular. DSG’nin elinde tuttuğu bölgelerdeki hapishanelerde (Rakka, Tabka, Menbiç, Haseke ve Deyruzzor’un bir kısmı) IŞİD militanı ya da IŞİD üyesi olduğundan şüphelenilen yaklaşık 25 bin militan bulunuyor. Bu oldukça yüksek bir rakam. DSG’nin bu kadar sayıda IŞİD militanını güvenli bir yerde tutması oldukça zor. Ayrıca bu militanların ülkesine dönüp orada yargılanmalarını vatandaşı olduğu ülkeler istemiyor -ki bunların arasında bazı Batılı ülkeler de bulunmakta. Öte yandan bu militanları yargılayacak ya da suç işleyenlere hak ettikleri cezayı verecek bir otorite de bulunmuyor. Dolayısıyla pimi çekilmiş bomba gibi bekleyen IŞiD militanlarının akıbeti belirsizliğini koruyor. IŞİD bilindiği gibi sıfırdan ortaya çıkmış bir örgüt değil, el Kaide’nin devamı niteliğinde, onun yarım bıraktıklarını tamamlama iddiasında olan ve maalesef Irak’taki mezhepçi bölünmenin zehirlediği bir ortamda filiz vermiş bir örgüt. Pek çok unsurun yanı sıra yeniden yapılanma süreci içerisinde kendisini marjinal hisseden bazı Sünni grupların (bazı Sünni ifadesi diyorum, çünkü seçim süreçlerine dahil olup devletin içerisinde kendisine rahatlıkla yer bulan Sünniler de var çünkü)  eski imtiyazlı günlere geri dönüş özleminin de IŞİD benzeri yapılanmaların ortaya çıkışında rol oynadığına inanılıyor. Aslında geçmişte en azından bir kısmı Baas çatısı altında eski rejimin ayrıcalıklarından sonuna kadar yararlanan söz konusu gruplar, yasaklı Baas partisi altında örgütlenebilmeleri imkânsız olduğundan selefi karakterli IŞİD ve benzeri örgütler altında kendilerine yer buluyorlar. Öte yandan IŞİD’in en büyük beslenme kaynağının ayrımcılık ve eşitsizlik politikalarını üreten siyasi ortam olduğu söylenebilir. Örneğin Irak’ta IŞİD mağlup edildi ama bu bölgelerde yeniden imar ve inşa faaliyetlerine başlanabilmiş değil. Yıkılan evler ve kent ayağa kaldırılamadı. Bu da Musul başta olmak üzere IŞİD’a potansiyel olarak destek olabilecek bölgelerde yaşayan insanların mağduriyetlerinin IŞİD’in yeniden güçlenmesine zemin olması demek. Irak’ta ekonomik durumlarda IŞİD öncesine göre herhangi bir iyileşme yaşanmadı. Suriye’de ise ekonomik kriz daha da derinleşti, halkın ekonomik durumu eskisinden daha da kötü durumda. En temel gıda maddelerine ulaşmada bile büyük sıkıntılar yaşanıyor. Dünyada tedarik zincirinde yaşanan sorunlar da mevcut krizi katmerleştiriyor. Tabii IŞİD’in faaliyetlerinden ve yarattığı huzursuzluktan beslenen güçlerin varlığı da göz ardı edilmemeli. Suriye’de nihai anlamda bir çatışmasızlık haline varılamaması, taraflar arasında savaşı bütünüyle durdurulacak bir anlaşmanın imzalanmaması, IŞİD’in bölgesel ve küresel güçler arasındaki çekişmenin yarattığı boşluktan yararlanması meselesini gündeme getiriyor. Daha doğrusu mevcut çekişme hali, rakip ülke ve örgütlerin herkese karşı ve kimsenin yanında olmayan terör örgütü IŞİD’i birbirine karşı kullanmasını mümkün kılıyor. Ancak büyük bir devlet ya da gücün örgütün önünü açacak devasa nitelikte bir manevra yapmadığı ya da Irak ya da Suriye devletlerinin çöküşüne tanık olmadığımız sürece IŞİD’in bu saatten sonra kendi imkânlarıyla toparlanması ve eski gücüne yeniden kavuşması mümkün görünmüyor. Ancak bu iki devletin çökme ihtimalinin asla olmadığını da kimse söyleyemez, Batılı ülkelerin silah ve para desteğini elde etmiş bir muhalefetin yıkamadığı Şam yönetimini, örneğin ekonomik kriz, toplumsal bölünmeler ya da siyasi elitler arasında yaşanan anlaşmazlıklar çökertebilir.  Gerçi Irak ve Suriye’nin IŞİD’a karşı mücadelede eşsiz deneyimleri var ve özellikle milis güçlerden oluşan Haşdi Şabi gibi bir yapılanma varlığını koruduğu sürece IŞİD’in eski günlerine kavuşması pek mümkün değil. Burada da Haşdi Şabi’nin aynı anda hem varlığını koruması hem de Irak devletinin şeffaf hesap verebilir, yolsuzluklara tamamen son vermiş ve demokratik bir niteliğe kavuşmasındaki zorluk da ciddi ciddi çözülmeyi bekleyen önemli bir sorun olarak duruyor. Yolsuzluklar, politik ve ekonomik istikrarsızlık devam etmesi demek, IŞİD’i yaratan faktörlerin mümbit bir zemin bulması anlamına geliyor. Öte yandan Haşi Şabi olmasaydı Irak, asla IŞİD’in üstesinden gelemezdi. Paradoksal bir durum, çözümü imkânsız değil ama şu anki bölgesel koşullar altında neredeyse imkânsız gibi duruyor.