Bütün bu soruların kendisi, toplumumuzda bir türlü aşılmayan bir ırkçılığın mevcut olduğunu ve bunun çeperlerinin dönem dönem daralıp dönem dönem genişlediğini ama merkezde bir çekirdek gibi sabitlendiğini söylemektedir bize. Bugün, dünya görüşünde milliyetçi hasletleri çok ağır basanlar dahil olmak üzere ırkçılığı kınamayan bir toplumsal kesimden bahsetmek oldukça zor ülkemizde. Bu, elbette hiç fena bir görüntü değil bizim için. Çünkü yalnızca buradan bakıldığında bile barışa ve hangi kesimden olursa olsun dayanışmaya yatkın bir toplum fikri akla gelmektedir. Kuru lakırdıda kalınacak bile olsa…Çünkü biliriz ki düşünce, sözü belirler. Söz de eylemi... Doğru söz, eğer kaynağını hakikaten kanıksanmış, pür bir fikirden alıyorsa muhakkak gerçekliğe dönüşecektir. Dolayısıyla akılla hareketin tam ortasında duran, kelam dediğimiz bu şeyin önemi yadsınamazdır diyebiliriz. Örneğin kendisini ırkçı olarak tanımlamaktan tüm rijit kesimlerine rağmen imtina eden bir toplum, buna dair bir numune gördüğünde er ya da geç ama muhakkak bir karşılık oluşturacaktır. Ya da oluşturması beklenir bu toplumun kendisinden. Hiçbir yapı, fikri olarak tutarlı bir zemine sahip olmadığı durumlar hariç, söz ve eylem arasındaki böylesine bir çelişkiye geçit vermeyecektir. Tam da burada son yaşadıklarımızı da hesaba katarak bizim toplumsallığımıza ilişkin kimi hususlar akla gelmektedir. Bir bir sormaya başlayabiliriz öyleyse: Sesini duyduğumuzda dinlemeye kıyamadığımız ve pek çoğumuzun ilk gençliğinden beri çağdaşlığına gıpte ettiğimiz sanatçılarımızı, başka toplumların soylarına üstelik de kamusal platformlarda dil uzatmaya kadar vardırtan bu “rahatlık” başından beri etrafında dolandığımız bir fikrin yeterince özümsenememesinden kaynaklı olabilir mi? Bir toplumun aydını, eşiklerde o toplumun mitralyözü işlevini görür. Birden fazla namluya sahiptir çünkü. Bir söyler, bin karşılık bulur da diyebiliriz. Onun kötü söylediği bir yerde toplum zaten kötü eylemeye hazır demektir. Bahsi geçen geçit vermemeyle sorumlu olan kişi aydının taa kendisidir. Demek ki bir fikir yeterince sindirilmediyse bir yerde, bu yavanlığı ilk kusanın aydın olması tesadüf değildir. Bu düzlemde aydın olmaktan başlayarak her şey sorgulanmaya ve bir gün tarumar olmaya mahkûmdur. Bu soruları değiştirerek bir daha sormak ırkçılığın başka boyutlarını ele almamıza da yarayabilir. Örneğin, Türkiye toplumu gerçekten ırkçılığa karşı mı? Yoksa kendisine en ilerici, demokrat hatta devrimci denilenlerin bile içinde olduğu kocaman bir ırkçılık dalgası giderek büyüyor mu memleketin en zayıf halkalarının kıyısına sürekli vurarak? Gerçekten ve gerçekten ırkçı olmamak söz konusu olsaydı bir köpeği hunharca darp edenin sadece insanlığına laf edecek kadar mutedil kalabilirdik. Söz konusu kimsenin milliyetini hesaba katmanın bizi ırkçılık çukuruna yuvarlayacağını hesap edebilirdik en incesinden. Bunu “sıradan” bir vatandaş olarak yapabilmeyi umduğumuz yerde, seçkin birilerinin kendinden olmayan bir gruba veryansın etmesi, ırkçılık dalgasının kırıp geçirdiğini göstermektedir aksine. Üstelik de ülkemizde sayısı milyonlara ulaşan bir azınlığın başka birçok mağduriyetine bir yenisinin eklenmesinin tırnak ucu kadar bir ehemmiyete karşılık gelmemesi de son derece vahim bir manzaraya işaret etmektedir.“İşimizi alıyorlar”, “Mahallelerimize yerleşiyorlar”, “Kadınlarımıza, kızlarımıza kötü gözle bakıyorlar”, “Mallarımızı yağmalıyorlar”, “Parklarımızda nargile içiyorlar”, “Pisler, kötü kokuyorlar”. “Hainler, ülkelerindeki savaştan kaçıyorlar. Şimdi de “Sokakta hayvan dövüyorlar”. Neden? Çünkü “Soylarında bir problem var” da ondan. Tüm bunların dile gelmediği bir yerde belki gerçekten içselleştirilmiş bir ırkçılık karşıtlığından söz açabiliriz işte. Soruların üzerinde oynamaya devam ettiğimizde hazmedilmemiş bu fikrin başka sonuçları da gün yüzüne çıkabilir: Irkçılık dalgasının alıp götürdükleri hangi değerler? Her bir değeri yaşatmak uğruna verilen onca emek yerine geri nasıl konulacak? Bu giden ve yerini nasıl dolduracağımızı bilmediğimiz değerlerin başında Cumhuriyet değerleri gelmektedir elbette. Cumhuriyet’in temel değerlerinden en önemlisi olan hukukun üstünlüğü ve herkesin eşitliği ilkeleri. Bu iki ana ilke de temelinden ırkçılığa karşıdır örneğin. Yazılı mevzuatımızda bile yerleri son 20 yıldır epeyce sallanan bu değerlerin, toplumun örnek kimseleri tarafından tehlikeye atılması reva değildir bu yüzden. Bu ilkeler için başından beri mücadele eden herkesin emeğinin de tabiri caizse tam olarak hiç edilmesi söz konusudur. Daha da kötüsü, tüm bu tahribatın onarılması belki de yıllar alacağından, kendilerine aydınlık bir gelecek vaat ettiğimiz çocuklarımızdan utanacak olmamızdır. Anayasamızın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. Maddesi, tüm yıpranmışlığına rağmen, Türkiye toplumunun ırkçılık karşısındaki en önemli zırhıdır. Kanun koyucu, bir lafza boşuna yer vermemiştir metinde. Nitekim dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle kanun önünde ayrım gözetilmeyecek olan herkesten bahsetmiştir. Bu herkesin içine başta aydınlar yani toplumun en önde gelenleri tarafından olmak üzere, toplumda var olan tüm topluluklar dahil edilmelidir. Baskın Hoca’nın, ABD’nin imtiyazlı tabakası WASP’tan (White, Anglo- Sakson, Protestan) esinlenerek burası için ortaya attığı LAHASÜMÜT (Laik olmak kaydıyla, Hanefi-Sünni, Müslüman, Türk), herkesten anlaşılan olmamalıdır. Araplar, Ermeniler, Gayrimüslüm cemaatler, Kürtler, Zazalar, Çingeneler, Romanlar, Mülteciler ve daha pek çok LAHASÜMÜT olmayan, bu topraklarda yaşayan herkestendendir. Bütün bu soruların kendisi, kapsadığı boyutlarıyla toplumuzda bir türlü aşılmayan bir ırkçılığın mevcut olduğunu ve bunun çeperlerinin dönem dönem daralıp dönem dönem genişlediğini ama merkezde bir çekirdek gibi sabitlendiğini söylemektedir bize. Ülkemizde söylem ile eylem arasındaki zıtlığa dönüşen ve aslında ırkçılık karşıtlığının tam olarak benimsenmemesinden kaynaklı bu hal, günün sonunda toplumun bütünlük fikrine yani barış içinde bir aradalığa zarar vermektedir. Dünya üzerinde bir toplumun barışmayla değil de ayrışma ve çatışmayla kendini var etmesi ise ne gerçekçi bir fikirdir ne de sürdürülebilir bir durumdur.