Bu saatten sonra Tanrıkulu’nun kılına zarar gelse, sorumlusu devlettir. Bu olay, belki de bu topraklarda yaşayan insan hakları savunucularının aslında ne kadar yalnız olduğunu hatırlamayı da sağlıyor. Tanınmış insan hakları savunucusu, Diyarbakır Barosu önceki başkanlarından, CHP Diyarbakır milletvekili Av. Dr. Sezgin Tanrıkulu, geçtiğimiz hafta bir TV kanalında programa bağlanarak “TSK’nın yaptığı her şey, eleştiriden azade değil. Biz milletvekiliyiz, bunları sorgularız. TSK değil mi 12 Eylül’de darbe yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakan? Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi?” ifadelerini kullandıktan sonra, önce sosyal medyada bir linç dalgası başladı. Mesele yalnızca sosyal medya linçiyle sınırlı kalsa, “milletvekilleri de eleştirilebilir” denip geçilebilirdi belki, ama öyle olmadı. Önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Tanrıkulu hakkında TCK m.301’de düzenlenen “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” ve TCK m.216’da düzenlenen “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama” suçlarından soruşturma başlattı. Eşzamanlı olarak, Tanrıkulu’nun partisi CHP sözcüsü Faik Öztrak, bir komiser edasıyla “Tanrıkulu’nun milletimizin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerini töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir” açıklamasını yapıvermişti. İş bununla kalmadı. Hindistan’daki G20 zirvesinden dönüş uçağında, gazetecilerin sorusu üzerine AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tanrıkulu’nu hedef alarak “Bu şahıs, dünyanın en şerefli, en mert ordusuna dil uzatmanın cezasını hukuk önünde alacaktır. Düşmanlarının bile mertliğinden övgüyle söz ettiği Türk Silahlı Kuvvetlerimize yapılan bu namertçe hakaret, cezasız kalmayacaktır” dedi.
Meseleyi ne veciz anlatıyor Saint-Exupery: “İnsanlar nerede?” diye sessizliğini bozdu sonunda Küçük Prens. “Çölde insan yalnız hissediyor kendini.” “İnsanlar arasında da yalnızdır insan” dedi yılan.
Özellikle bu son “cezasız kalmayacaktır” açıklaması işleri değiştirdi. Bir başkası söylese gülünüp geçilecek şey, Cumhurbaşkanının ağzından çıkınca aynı etkiyi göstermiyor elbette. Tanrıkulu’nun tespitleri kendi öznel düşünceleri olmasının ötesinde, geçmişte onlarca AİHM kararına konu olmuş olayları ve Türkiye’nin aldığı mahkumiyetleri de ifade ediyordu aslında. Salt kendi görüşleri biçiminde görülse dahi, bir milletvekilinin geçmişte yaşanan hak ihlallerini ve bu ihlallerin failleri konusunda düşüncelerini özgürce ifade edebilmesi, Anayasa’nın 83.maddesinde belirlenen “yasama sorumsuzluğu” kuralıyla da teminat altına alınmış durumda. Anayasal bir hakkını ve ifade özgürlüğünü kullandığı için, bir milletvekiline hem hukuk sisteminden hem kendi partisinden hem de şahs-ı devletlerinden gelen taarruza bakar mısınız? Bu hadiselerden iki gün sonra, 12 Eylül darbesinin yıldönümünde Tanrıkulu, “12 Eylül darbesi TSK’nın emir komuta zinciri içindeki bir faşist darbeydi. TSK insanlığa karşı suç işledi ve maalesef hesabı sorulamadı ama biz hafızamızda unutmayacağız” dedi. Bu defa ne Cumhuriyet Başsavcılığından ne Cumhuriyet’in kurucu partisinden ne Cumhur’un başından ne de Cumhur’un kendisinden hiç ses çıkmadı. Kimse de çıkıp “hadi buna da karşı çıkın” diyemedi, malum siyaset kuralı devreye girdi; “ilkeler önemli değildir, ideolojik açıdan eleştirmek zararlıysa susacaksın.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi, insan haklarını savunmayı bir hak olarak tanır ve devletlere insan hakları savunucularını koruma görevi yükler. Bu saatten sonra Tanrıkulu’nun kılına zarar gelse, sorumlusu devlettir. Bu olay, belki de bu topraklarda yaşayan insan hakları savunucularının aslında ne kadar yalnız olduğunu hatırlamayı da sağlıyor. Meseleyi ne veciz anlatıyor Saint-Exupery: “İnsanlar nerede?” diye sessizliğini bozdu sonunda Küçük Prens. “Çölde insan yalnız hissediyor kendini.” “İnsanlar arasında da yalnızdır insan” dedi yılan.