Nesrin Özören, Murat Ceylan, Hakan Yılmaz sadece benim tanıdığım ve burada yer verebildiğim örnekler, yüzlercesi şu anda laboratuvarlarında, kliniklerinde bıkmadan usanmadan üretmeye devam ediyorlar. Bu bilim insanları başarılarıyla ülkemizi aydınlık geleceğe taşıyacak. Artık akademisyenlerden Süpermen olmaları isteniyor; hem lisans öğrencisi hem de yüksek lisans ve doktora öğrencisi yetiştirecekler, araştırma ve yayın yapacaklar, patent alacaklar, iyi yönetici olacaklar, kurumu yurtiçi ve yurtdışında kongrelere giderek veya başka şekillerde temsil edecekler, kuruma para kazandıracaklar gibi gibi. Bunlara ilave olarak son zamanlarda startup kurarak bilimsel buluşlarını ticarileştirmeleri de onlardan beklenir oldu. Bu hafta sizlere bunları layıkıyla başarabilen üç değerli bilim insanımızı tanıtacağım. PROF. DR. NESRİN ÖZÖREN Mücadeleci ruhuyla hem bir öğretim üyesi hem de bir girişimci olarak her zaman dik duruyor Nesrin Özeren. Bulgaristan’ın bir Türk köyünde okul başarılarıyla dolu, mutlu şekilde yaşarken o zamanki komünist rejim Türklerin isimlerini Bulgarlaştırma kararı alıyor ve esas hayat mücadelesi de buradan itibaren başlıyor. Bu karara direnen Nesrin Özel olarak seçildiği liseden kovuluyor ama yılmıyor, 1989’da rejimin onu ve ailesini Avusturya’ya gidişleri için vize vermesiyle bir bavul, 3-5 kuruş para ile yola çıkıp Viyana Elçiliğimize başvuruyorlar. Orada çok ilgi gösterilerek Anavatan’a yollanıyorlar ve aile 19 Mayıs’ta Türkiye topraklarına kavuşuyor. Tercüman Lisesi Müdürü, iyi insan ve eğitimci Bayram Bey onun yeteneğini farkediyor ve tam burslu olarak okula alınıyor. Tüm olanaksızlıklara karşın üniversite sınavında iyi bir derece yaparak Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünü kazanıyor. Ailenin imkânları kısıtlı olduğu için Balkan Türkleri Derneği ve çeşitli vakıflardan aldığı desteklerle, ders vererek, yazları çalışarak eğitimini sürdürüyor. Okulu başarıyla bitirip doktora ve doktora sonrası çalışmalar için ABD’ye gidiyor ve orada dokuz yıl kalıp sonuçta yuvasına, Boğaziçi Üniversitesine dönüyor. Nesrin Hanım neredeyse 20 yıldır hücrenin enfeksiyon ajanlarına verdiği yanıtın, onlarla mücadelesinin şifreleri üzerinde temel bilim çalışmaları yapıyor. Çok sayıdaki bilimsel yayınlarını inceleyerek ayrıntılar hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Biyoteknoloji alanında tam da olması gerektiği gibi bilimsel çalışmalarının ürünü olarak onu girişimci yapan özgün mikrokürecik teknolojisini geliştiriyor. Böylece aşıların soğukta taşınma gereği ortadan kalkıyor örneğin. Geliştirdiği bu yeni teknoloji bir platform olduğu için insan veya hayvan aşılarında kolayca kullanılabiliyor. Sadece enfeksiyon hastalıklarında değil, melanoma gibi çok tehlikeli kanserlerin tedavisinde kullanımı için de araştırmalar sürüyor. Aşılarda bu platform teknolojisinden yararlanmak için fare deneyleri başarıyla devam ediyor ama esas mesele sonraki faz çalışmaları dediğimiz insan üzerinde denenmesi için ciddi miktarda finansman bulmakta. Devlet, bütün ısrarlarımıza rağmen savunma sanayini koşulsuz desteklerken niçin biyoteknolojide müthiş atılımlar yapabilecek böylesi projelere sıcak bakmıyor, anlayabilmiş değilim. Bu teknoloji Türkiye’nin kaderini değiştirebilir, çünkü dünyada benzeri yok. ABD, Avrupa, Çin, Japonya ve Türkiye’de patent alabilmiş ilk buluş. Ne var ki saat hızlı çalışıyor ve patent süresi bitmeden buluşu ticarileştirmek ve ülke olarak aslan payını kapmak gerekiyor. Hali hazırda aşı üreten çok uluslu şirketlerin mikrokürecik teknolojisinin patent hakkının dolması için yıl, gün değil saat saydığına eminim. Seçim vaatlerine baktıkça biyoteknoloji gibi yüksek katmadeğer üretebileceğimiz alanlara öncelik verileceğinin söylenmesini mutlulukla karşılıyorum. Nesrin Özeren ayrıca meslek örgütünde aktif görev alan, ülke meselelerine kafa yoran, sosyal medyayı fevkalade iyi kullanarak bilim iletişimini mükemmel yapan, her yönüyle gençlere örnek bir insan. Girişimcilikte de büyük başarılar elde edeceğine inancım tam. Üç akademisyenin ortak özellikleri var; adanmışlık, merak, sabır, cesaret, çok emek, multidisipliner çalışma ve işbirliğine yatkınlık, öğrencilerini ve öğretmeyi sevme ve nihayet dünyaya meydan okuma arzusu, istenci bunlar. DOÇ. DR. MURAT CEYLAN Murat Ceylan ilk kez sosyal medyada öğrencilerinin onun hakkındaki övgü dolu sözleriyle dikkatimi çekmişti. Bu sık rastlanılan bir durum değil maalesef. Onun bir elektrik elektronik mühendisi olarak Konya Teknik Üniversitesinde 20 yıldan fazla süredir sağlıkta yapay zekâ ile uğraştığını öğrenince de hemen iletişime geçtim. Zaman içinde bugün bir akademisyenden beklenen bütün görevleri en iyi biçimde yerine getirdiğini gözlemledim. Çok araştırması, yayınlanmış onlarca özgün çalışması, sürmekte olan epey projesi var ama ustalaştığı konu termal kamera görüntülerini işlemek kanımca. Bu sayede erken teşhis imkânı elde ediyor; örneğin benim dalım olan çocuk cerrahisinin belalı hastalığı Nekrotizan Enterokolit tanısını sorun ilerlemeden koyabiliyor. Bu hastalıkta genellikle erken doğan bebeklerin barsaklarında başlayan enfeksiyonu erken saptayıp önlemlerinizi alırsanız bebek kolayca iyileşir. Riskli bebeklerin karnı çok hassas kamera ile dışarıdan izleniyor ve elde edilen görüntüler yapay zekâ aracığıyla işleniyor. Böylece çok küçük ısı değişikliklerini, daha bize tanı koyduracak muayene ve röntgen bulguları ortaya çıkmadan farkedebiliyor. Müthiş. Bunu nasıl başarmışlar derseniz iki yıl boyunca gece gündüz yenidoğan yoğun bakım ünitesinden çıkmayıp 40.000 termal, hiperspektral görüntü elde etmiş ve bunları yapay zekâ algoritması ile işlemişler. Bunları değerlendirdikçe adeta imza gibi özgün olduklarını ve respiratuar distres sendromu, pnömotoraks, kafa içi kanama gibi çok farklı patolojileri erkenden teşhis edebildiklerini görmüşler. Bu çalışmalarıyla TUBİTAK Proje Performans Ödülünü, Hiperspektral Proje Yarışmasında dünya ikinciliğini elde etmeleri bence sürpriz değil, çünkü kimsenin şimdiye kadar başaramadığı işler bunlar. İleride yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yapay zekâ ve termal kameraların karar destek sistemi olarak yer alacağını öngörmek kehanet değil. Bu akıllı teknolojinin nadir bebek hastalıklarıyla sınırlı kalmaması gerektiğini düşünebilirsiniz. Nitekim şimdi Murat Ceylan bu teknolojiyi sporcuların sakatlıklarını erkenden teşhis amaçlı kullanılacak şekilde geliştirdi ve projesini AIVision isimli startup ile ticarileştirdi. Neyse ki sporcularına milyon dolarları gözü kapalı yatıran kulüp yöneticilerinden bazıları bu değerli ürünü satın almaya başladılar. Pek yakında profesörlüğünü hak ederek alacak örnek girişimci biliminsanı Murat kardeşime hayat yolculuğunda başarılar diliyorum. O da benim gibi Türkiye’nin sağlıkta yapay zekâ alanında önder ülkelerden biri olacağına emin. Tıp mühendisliğinin önemi maalesef ülkemizde iyi anlaşılamadı, bu bölüm yaygınlaşamadı. Halbuki artık tıpta ilerlemeler temel bilim çalışmaları, mühendislik, genetik, biyoteknoloji gibi alanlardan geliyor.
  1. HAKAN YILMAZ
İtiraf edeyim, büyük şehirler dışında kurulan üniversitelere hep eleştirel yaklaşmışımdır. Karabük Üniversitesi ve bilhassa Tıp Mühendisliği Bölümündeki öğretim üyelerini tanıdıkça, yetiştirdikleri öğrencileri ve projelerini gördükçe bu önyargım darmadağın oluyor. Hakan Yılmaz bu kuruma yıllardır emek veren, şu anda size tanıttığım iki arkadaşım gibi dünya ölçeğinde ses getirecek çalışmalar yapan, öğrenci yetiştirmeye ve inovasyona kendini adamış bir öğretim üyesi. Hakan bilgisayar mühendisi; doktora danışmanının bir tıp hekimi, temel bilimci Prof. Dr. Muhammed Kamil Turan olması hayatının dönüm noktalarından birisini teşkil etmiş ve mühendislikle tıbbı o zaman kaynaştırarak Karabük Üniversitesi Tıp Mühendisliğinde öğretim üyeliğine başlamış. Bu bölüm 2013’te başbakan iken Tayyip Erdoğan’ın “Niçin tıbbi cihazlarımızı Türk mühendisler yapmasın” demesi ve şahsi desteği ile zamanın rektörü COVİD-19’dan kaybettiğimiz Prof. Dr. Burhanettin Uysal’ın vizyoner bakışı ile kurulmuş, ne güzel olmuş. Bölümün ilk yıllarında bölüm başkanlığını yürüten Prof. Dr. Tamila Anutgan da çok değerli ve üretken bir akademisyendir. Tıp mühendisliğinin önemi maalesef ülkemizde iyi anlaşılamadı, bu bölüm yaygınlaşamadı. Halbuki artık tıpta ilerlemeler temel bilim çalışmaları, mühendislik, genetik, biyoteknoloji gibi alanlardan geliyor. Hekimlerin bu gibi disiplinlerle, sosyal bilimcilerle iç içe çalışması gerekiyor. Geleceğin hastanelerinin sadece hasta yatakları, ameliyathaneler, yoğun bakımlardan oluşmayacağı; bu bilim dallarının tüm birikimlerinden yararlanabilmek için onların her türlü altyapıları ile hastanenin içinde bulunacakları aşikâr. Dört yıl kadar önce Expomed ve çeşitli etkinlikler vasıtasıyla Karabük Tıp Mühendisliği öğrencileri ve projeleri ile tanıştım, hayran kaldım. Daha okulu bitirmemişken patentleri olmuştu. Tabii mezunlar kolayca iş buluyordu. Hakan Yılmaz da kurduğu Codinno (Coding for Innovation kısaltması) startup’ı ile sağlık alanında yazılımsal ve donanımsal çözümler sunmaktaydı. Görüntü işleme, sanal gerçeklik ve yapay zekâ kendisinin ve şirketin özel ilgi alanları. Görme engelliler için “rehber göz”, konjonktiva ve tırnak görüntülerinden hemoglobin takibi, sanal gerçeklik kullanılarak fizik tedavinin oyunlaştırılması benim ilgimi çeken ürünlerinden bazıları. Hakan Yılmaz ve aynı üniversiteden arkadaşı kimya mühendisi Doç. Dr. Mehmet Kayılı son günlerde erken kanser ön tanısına olanak sağlayabilecek yapay zekâ destekli çözümleri ile gündeme geldiler. Haklı olarak bilim çevrelerinin ve medyanın dikkatini çeken bu çalışmalarında kanserli dokudan alınan biyopsi materyalinde bir protein parçası olan glikanların analiz cihazları ile profilini çıkarıyorlar ve bunları bir çeşit yapay zekâ olan makine öğrenmesi ile sınıflandırıp değerlendiriyorlar. Şu anda yöntemleri %96 doğruluk derecesinde kanser ön tanısı koydurabiliyor. Üstelik bu tekniği akciğer, tiroid kanserli olgularda da kullanmak için çalışıyorlar; çok heyecan verici değil mi? Belki de uzak olmayan bir gelecekte kanser teşhisini patoloji ile değil, kan, idrar, tükrük gibi biyolojik sıvılardan kolayca yapabilir hâle geleceğiz. Üç akademisyenin ortak özellikleri var; adanmışlık, merak, sabır, cesaret, çok emek, multidisipliner çalışma ve işbirliğine yatkınlık, öğrencilerini ve öğretmeyi sevme ve nihayet dünyaya meydan okuma arzusu, istenci bunlar. Nesrin Özören, Murat Ceylan, Hakan Yılmaz sadece benim tanıdığım ve burada yer verebildiğim örnekler, yüzlercesi şu anda laboratuvarlarında, kliniklerinde bıkmadan usanmadan üretmeye devam ediyorlar. Bu biliminsanları başarılarıyla ülkemizi aydınlık geleceğe taşıyacak. Bugüne kadar onlara veremediklerimizi artık verme, sunamadığımız imkânları sunma zamanı. Eminim ki fazlasıyla bize, insanlığa aldıklarını geri vereceklerdir.