Türkiye’de bir süredir yabancı dil öğretimi, yoksulluk döngüsünü kırmak, zaman zaman “sınıf atlamak”, iyi bir iş bulmak gibi saiklerle artan düzeyde önem kazanıyor. Peki Türkiye olarak dil eğitiminde ne kadar başarılıyız, nerede eksiğiz ve ne yapmalıyız? Menekşe Tokyay yazdı Paulo Coelho’nun birçoğumuzun aşina olduğu Simyacı adlı o efsanevi kitabındaki şu pasaj, “dil öğrenimi” konusu açıldığında hep aklıma gelir. “Hayatta, her şey işarettir,” dedi İngiliz, okumakta olduğu dergiyi kapatarak. "Evren, herkesin anlayacağı bir dilde var olmuştur, ama insanlar unutmuştur bu dili. Birçok şeyle birlikte bu Evrensel Dil'i arıyorum ben. Bu yüzden buradayım. Çünkü bu Evrensel Dil'i bilen birini bulmam gerekiyor. Bir Simyacı.” Hepimiz bu evrensel dili arıyoruz. Kimimiz için bilim, kimimiz için tıp, kimimiz için kimya, kimimiz için sevgi, kimimiz için de edebiyat... Hatta belki tüm bunların bileşkesiyle her birimizin biricik evrensel dil kümeleri doğuyor. Bir yandan da evrensel bir dil olarak “İngilizce sorunsalımız” var. Dünya çapında ana dili İngilizce olan 380 milyon kadar insan, ikinci dil olarak İngilizce konuşan 250 milyon insan olduğu tahmin ediliyor. İngiliz Kültür Konseyi’nin son rakamlarına göre, 2050 yılında dünya nüfusunun yarısı İngilizce konuşacak. Bir diğer deyişle, İngilizce bir yumuşak güç olarak Netflix dizilerinden diplomasiye, edebiyattan uluslararası yarışmalara dek her yerde kişinin elindeki en önemli iletişim ve “ötekini tanıma” aracı. TÜRKİYE, İNGİLİZCE DERSİNDE SINIFTA KALDI  Peki, dünyanın küçülüp cebimize kadar girdiği, teknolojiye ve dil öğrenimine bir tıkla erişimin olduğu bir çağda, Türkiye’de durum nasıl? Ana dili İngilizce olmayan 1,3 milyon kişi üzerinde yapılan İngilizce yeterlilik araştırması olan Education First (EF) İngiliz Yeterlilik Endeksi’nin 111 ülkeyi içeren 2022 verilerine göre Türkiye 64’üncü sırada ve “düşük yeterlilikte” kabul ediliyor. Bunda metodolojiden müfredata, gramer odaklı dil öğretimine ağırlık verilmesine, sınıfların kalabalık oluşundan eğitimin okul-öncesi çağda başlamamasına, öğretmenlerin yeterli eğitimden ve dil yetkinliği testlerinden geçmemesine dek birçok sebep sıralanıyor. 2014 yılında British Council ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) tarafından Türkiye çapında 48 okulda dersler izlenip 1000’i aşkın veli ve 20 bine yakın öğrenciyle anket sonucu hazırlanan “Türkiye’deki Devlet Okullarında İngilizce Dilinin Öğretimine İlişkin Ulusal İhtiyaç Analizi” başlıklı raporunda da, Türkiye’de öğrencilerin sınıfları yükseldikçe İngilizceye olan ilgilerinin azaldığı, dersleri sıkıcı veya zor buldukları, İngilizce iletişim kurmayı öğrenemedikleri görülmüştü. Drama yoluyla İngilizce eğitimi gibi dersler var, ancak bunlar da genellikle seçmeli olduğu için zorunlu görülmüyor. Ve iş dönüp dolaşıp derslerin “eğlenceli” değil “sıkıcı” olduğuna, İngilizceye süreç odaklı değil sonuç odaklı ve çoktan seçmeli sınavlar üzerinden yaklaşılmasına geliyor. Çocuk yaşta İngilizce öğrenimine sıkıcı bakan bu kesim, ileride de, bir dil sahibi olmaya, üniversitede “hazırlık atlama” şeklinde bakıyor. Yani kazanım değil, atlanacak bir eşik... Sonuçta, dil de içselleştirilemiyor. Normal şartlarda ilkokul düzeyinden başlayan ancak genellikle etkinliği sorgulanan İngilizce öğrenimini geçmişteki “sınıfsal” düzeyinden arındırmak, tabana yaymak, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak adına oldukça önemli. Belediyeler bu konuda son dönemde güzel çabalar içerisindeler. Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz günlerde sosyal yardım alan ailelerin çocukları için yabancı dil eğitim merkezi açtı. 15-25 yaş aralığındaki çocuk ve gençler, bu merkezde İngilizce konuşma, yazma, okuma ve dinleme eğitimi alacaklar. Benzer şekilde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere birçok belediye de yıllardır gençlere yönelik olarak ücretsiz İngilizce konuşma sınıfları açıyorlar. TÜRKİYE ZEKA VAKFININ PROJESİ Ayrıca Türkiye Zeka Vakfı, İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliğinde 3-6 yaş aralığı için Yes Box isimli bir eğitim setiyle erken yaşta belediye kreşlerinde İngilizce öğrenimini kolaylaştıran bir proje yürütmeye kısa süre önce başladı. Eğlenceli eğitim setinde İngilizce zeka oyunları ve kutu oyunları, maskeler ve kuklalar yer alıyor. Bir yandan da işin pedagojik ve eğitmen boyutu var. Yani dersleri “eğlenceli” ve “pratik” kılmak da dil ediniminde kilit önemde. Çünkü burada bir tercih yapılması gerekiyor: İngilizlerin bile gündelik hayatta kullanmadığı kalıplarda ısrar ederek öğrenciyi dersten soğutmak mı, yoksa mutfakta yemek yapmaktan bahçede çiçek sulamaya dek pratik eylemler ve oyunlar üzerinden dilin sahiplenilmesini sağlamak mı? Bu açıdan da son dönemde ilgimi çeken bir eğilim, yabancı dil eğitiminin oyunlar üzerinden kurgulanması. Oyun, Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 31.maddesinde tanımlanan bir çocuk hakkı. Eğitmen-yazar Nurperi Cömert Iğdigül de bir süredir oyunlarla İngilizce öğretimi için sosyal medya aracılığıyla başlattığı bilgilendirme kampanyasını bir kitaba dönüştürdü. Altın Kitaplar Akademi’den çıkan Çocuklara Oyunlarla İngilizce Öğretimi isimli kitap, doğduğu andan itibaren 6 yaş ve üzerine kadar oynanabilecek oyunlarla başlıyor. Kitap, pedagojik olarak her yaş aralığına uygun şekilde çocuklara gündelik hayattan dil kalıplarıyla yabancı dil öğretimi sağlamayı hedefliyor. Örneğin perde arkasına saklanılan oyunda saklanmak, bulmak, neredesin, seni göremiyorum, işte buradasın, seni buldum gibi kalıplar İngilizce olarak oyun esnasında öğretiliyor. Veya yüz boyası kullanılarak çocukların sevdikleri hayvana dönüşmelerini sağlayarak, hem hayvanların İngilizce karşılıkları, hem de “sen bir kedi misin?”, “kedi ne der?”, “hangi hayvan oldun?” gibi soru kalıpları ve yanıtları doğal dil ortamında öğretiliyor. 100’Ü AŞKIN İNGİLİZCE OYUN Kitapta, 100’ü aşkın oyun içeriği var. Kimisi İngilizceye uyarlanmış, kimisi tematik alanlarda oynanabiliyor, kimisi de evde bulunan materyallerle eğlenceli mutfak etkinlikleri çerçevesinde daha pratik bilgileri öğretmeye yöneliyor. Kitabın hedef kitlesi çocuklar, ancak uygulayıcıları ebeveynler, yabancı dil öğretmenleri, okul öncesi ve sınıf öğretmenleri olarak belirtiliyor. Bu bir anlamda çocukların tabletler ve akıllı telefonların komutları üzerinden tek-boyutlu ve hayal gücünü tırpanlayan bir İngilizce öğreniminin önüne geçerek onu doğal ortamında yönlendirerek, çevresine dair farkındalık sağlayarak İngilizce eğitimi veriyor. Kendisiyle son kitabı hakkında söyleşim sırasında, “Bizleri diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz zaten konuşma yetimiz. Fizyolojik bir sıkıntı olmadıkça ana dilini öğrenebilen her birey tüm dilleri de öğrenebilir. Çünkü dil bir iletişim aracıdır. Ama öğrenmeyi etkileyen faktörler var elbette. Burada konu biraz istemek ve olabildiğince dile maruz kalmak  özellikle de erken yaşta bu çok önemli,” dedi Iğdigül. Türkiye’de bir süredir yabancı dil öğretimi, yoksulluk döngüsünü kırmak, zaman zaman “sınıf atlamak”, iyi bir iş bulmak gibi saiklerle artan düzeyde önem kazanıyor. Bunda, yabancı dil öğretimi veren teknolojik araçların da daha erişilebilir hale gelmesinin payı var. Iğdıgül, “Dezavantajlı bölgeler de dahil olmak üzere birçok ebeveyn İngilizce öneminin farkında ve bu anlamda hem çocuklarını hem de kendilerini desteklemeye çalışmakta. Online Eğitim platformları, YouTube kanalları, websiteleri son 10 yılda yoğun bir artış gösteriyor ve bu platformlardan her sınıftan insan yararlanıyor,” diyor. Ancak burada da “erken yaşta” yabancı dil ile tanışmak, çocuklarda algının daha açık olması ve yeni bilgileri “emmesi” sebebiyle süreci kolaylaştırıyor. Iğdıgül’e göre, 0-12 yaş aralığı, dil öğrenimi için en ideal dönem; zira bu dönem beynin en esnek nöron yapısına sahip olduğu dönem olarak biliniyor. Ayrıca bu dönemde dili oyunlarla sevdirmek de daha kolay oluyor. “Bu süreçte yapılması gereken en iyi ve etkili şey ebeveynlerin çocukları ile kurduğu iletişimdir. İngilizceyi oyunlarla yaygınlaştırmanın en etkili yolu da ailede oyunlarla başlar. İngilizceyi oyunlarla hayatlarına ve rutinlerine dahil etmek çok iyi bir başlangıç olacaktır. Çünkü oyun çocuğun dilidir ve çocuklar dünyayı oyunlarla algılayıp keşfeder. Kalplerine giden en keyifli yoldur oyun. Ve, ev çocuğun ilk okuludur, ebeveynleri ise ilk oyun arkadaşları ve öğretmenleridir,” diyor. Okulda ise eğitimin eğitsel oyunlarla ve oyun-temelli etkinliklerle desteklenmesi önemli. Dolayısıyla, İngilizce eğitim müfredatına oyun dersinin dahil edilmesini öneriyor Iğdıgül. Çünkü oyunlarla öğrencilerin eleştirel düşünme becerileri kazanacağını, yaratıcılık ve takım çalışması gibi becerilerinin destekleneceğini, iletişim ve işbirliğini öğreneceğini vurguluyor. TÜRKİYENİN DÖRT BİR YANINDA EĞİTİM Iğdıgül’ün de içinde olduğu bir ekip, Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü bünyesinde 4.sınıftan 8.sınıflara kadar iletişim becerilerini güçlendirmeye yönelik olarak oyunsal etkinlikleri içeren bir İngilizce dergi de hazırladı. Iğdigül, yaklaşık üç yıldır il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri’nde, eğitim derneklerinde, okul öncesi kurumlarda hem öğretmenler hem de ebeveynlerle bu alanda eğitim veriyor. Örneğin son olarak Muğla, Mersin, Denizli’de verdiği üçer günlük eğitimler sonunda katılımcı öğretmenlerden İngilizce bir oyun tasarlamalarını istedi ve bu oyunları da bizzat uygulama aşamasında denetleyerek üretilen oyunlardan da Milli Eğitim müdürlükleri işbirliği ile kitaplar oluşturuldu. Tüm bu çabalar, Türkiye’de dil öğreniminin “ayrıcalıklı” görülen konumundan arındırılması için çok değerli adımlar. Cumhuriyet’in 100.yılında hedeflerimizi teknoloji, bilgi ekonomisi, Ar&Ge, bilim alanlarına yöneltiyorsak, bunun için yabancı dile hakimiyet amasız fakatsız olmazsa olmaz bir şarttır. Bu doğrultuda atılan tüm adımların da kar topu etkisiyle büyümesi gerekir. Yabancı dil öğrenimine yönelik psiko-sosyal ve ekonomik bariyerlerin indirilmesi de buna dahil. İngiliz dili eğitiminde Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından olan Prof. Dr. Cem Balçıkanlı, bir yabancı dilin küçük yaşta sevdirilmesinin bireyleri sorgulayıcı hale getirdiğine, eleştirel düşünmeyi ve merak duygusunu tetiklediğini, empati konusunda derin bir bakış açısı katıp beynin gelişimini beslediğini özellikle vurguluyor. Uzmanlar, çocukların dile ne kadar erken maruz kalırsa o kadar iyi olacağı uyarısında birleşiyorlar. Ancak bir çocuğun 2-3 yaşlarında oyunlarla dil öğrenmeye başlaması –rekabetçi pazar ortamının çok sık pazarlanan reklam sloganlarının aksine- ona dil konusunda mükemmeliyet sağlamıyor. Balçıkanlı’ya göre, bu şekilde “dile karşı olumlu duygu” geliştiriliyor. Şarkı söyleyerek, elişi yaparak, çizgi film izleyerek, oyunlar oynayarak, tekerlemeler mırıldanarak... Bununla birlikte, üniversitelerde yetiştirilen İngilizce öğretmenlerinin mesleğe seçilirken kendi dil yeterliliklerinin de sıkı bir ön-incelemeden geçirilmesi gereği vurgulanıyor. Zira, Balçıkanlı, ÖSYM’nin bu konudaki sınavında sadece okuma, kelime bilgisi ve gramerin dikkate alındığını ve bunun sonucunda da yeterli dil becerilerine sahip olmayıp teknik çerçeveyi bilmekle yetinen öğretmenlerin de sahaya çıkma ihtimalinin doğduğunu belirtiyor. DEVLET OKULU İLE ÖZEL OKUL FARKI Yani, İngilizce dil eğitiminde, oyunları da katacak şekilde, dil öğrenimi önemli. Ve bu da eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada, devlet okuluna giden bir çocuk ile özel okula giden bir çocuğun benzer düzeylerde yabancı dil eğitimi alabilmesini güvence altına almada önemli. Elbette “ideal dünya” koşullarından söz ediyorum. Balçıkanlı’nın bu konuda verdiği bir örnek önemli: İlkokulda öğrencilerine şarkılarla ve oyunlarla İngilizce öğreten, hatta sınıfta bir şenlik havasında ders işleyen, bu süreçte de öğrencilere –en önemli ve eksik becerilerden biri olan- “dili severek öğreten” bir öğretmenin dersi, okul yöneticisi tarafından “içeride ders yapılmadığını” söyleyerek kesilmemeli. Dil öğretiminde çağdaş pedagojik gelişmeler, eğitim ekosisteminin tüm katmanlarına ve zihniyete yayılmalı. Balçıkanlı, geçtiğimiz yıllarda bu konuda 50 Soruda Dil Öğrenme, Çocuğum İngilizce Öğreniyor (Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen ile eş yazarlı) ve Yabancı Dil Perisi (çocuk hikayesi) şeklinde üç kitap yazdı. İlk kitapta dil öğrenmeye dair merak ettiklerini halka soran Balçıkanlı, gelen 1500 soruyu bilimsel yöntemlerle frekans sayılarına göre daralttı ve 50 soruya indirerek bu konuda yönlendirici bir eser ortaya koydu. İkinci kitapta da velilerden gelen 3200 kadar sorunun başlık ve vakalara indirilmiş haliyle Prof. Özmen ile bir kaynak kitap hazırlandı. Yabancı Dil Perisi ise, yabancı dil öğrenimini sevdiren bir öykü kitabı olarak serinin ilk kitabı. İkinci ve üçüncü bölümleri de yakında raflarda yerini alacak. Yirmi-otuz yıl öncesine göre artık elimizde doğru teknolojik araçların bulunmasından dolayı dil öğrenimi artık sınıfsal değil. Robin Williams’a Oscar ödülü kazandıran Good Will Hunting’deki o meşhur replik gibi: “150 bin dolar harcayarak aldığın eğitimi 1,5 dolarlık kütüphane pasosu ile de alabilirsin.” “Benzer şekilde aynı İngilizce bilgisini bir internet aboneliği ile de alabilirsiniz. Yeter ki disiplinli ve doğru bir pedagojik eğitimle bu süreci geçirin,” diyor Balçıkanlı ve ekliyor: “Çocuğun dil öğrenmesi, zeytin ağacı yetiştirmek gibidir. Oyunlarla, şarkılarla onu yetiştirirsiniz, hemen meyve vermez, doğru şekilde sulayıp doğru şekilde güneş ışığı almasını sağlarsınız. Zaman içerisinde meyvesini alırsınız.” ELALEM NE DER? Balçıkanlı, Türkiye’de aynı zamanda her yaş grubunda ciddi bir “elalem ne der” lobisi olduğu görüşünde: “Biz diğer insanların ne diyeceğini düşünürken kendimize odaklanamıyoruz. Hatalar, en iyi arkadaşımızdır oysa ki. Michael Jordan, kaybettiği maçların başarılı olmasındaki önemine değiniyor.” Öğrenilmeyen dil yoktur, oyun eşliğinde ve doğru pedagojik yöntemlerle öğretilemeyen dil, henüz meyve vermemiş zeytin ağacı vardır...