Kılıçdaroğlu HDP’nin önemini vurgularken, Temelli HDP’nin varlığını teknik bir işe, İmralı-Ankara-Kandil arasında "aracı" rolüne indirgiyor. “Çözüm Süreci”nde de siyasi özne değil, nesne olmayı tercih etmişlerdi. Süreç Erdoğan'ın ve Öcalan'ın insafına bırakıldı. Nitekim çöktü... Kılıçdaroğlu’nu yakından izleyen bir gazeteci olarak benim için bu görüşler yeni değil. Kendisi “Çözüm Süreci”nden altı ay önce Erdoğan’ı ziyaret etmiş, Meclis’te bir komisyon kurulmasını önermişti. 2012’den bu yana tüm partilerin sürece katılımındaki önemi ısrarla vurguluyor. Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDPyi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor görevini yapıyor. Dolayısıyla eğer bu sorun çözülecekse, meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz; bu düşüncedeydim.” (Gazeteci Günel Cantak’ın “Bay Kemal ve İttifakları” belgeselinde Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt Sorunu’nun çözümü üzerine konuşmasından) “Kürt sorununun çözümünün yegâne muhatabı HDP değil ama bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDPdir. Ama asla unutulmaması gereken şey demokratik çözümün adresi ve asıl muhatabı İmralı’dır.” (Eski HDP Eş Genel Başkanı ve Van Milletvekili Sezai Temelli’nin sosyal medya hesabından paylaştığı tweet) Yukarıdaki iki paylaşım hakkında ne düşündünüz bilmiyorum ama açık olan iki farklı dünya görüşü ve bakışını ifade ettiği açık. KILIÇDAROĞLU’NUN TUTARLILIĞI Kılıçdaroğlu’nu yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak benim için belgeselde ifade edilen bu görüşler yeni değil. Ki kendisi, “Çözüm Süreci”nin resmi olarak başlamasından yaklaşık altı ay önce, 4 Haziran 2012’de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olan Erdoğan’ı ziyaret etmiş ve Kürt Sorunu’nun çözümü konusunda Meclis’te bir komisyon kurulmasını önermişti. Yine çözüm süreci başladıktan sonra Kılıçdaroğlu, sık sık süreçte Meclis’in devre dışı kaldığını ve Meclis’te de bu konuyla ilgili bir misyon kurulmasını ısrarla talep etmişti. Bu açıdan Kılıçdaroğlu, en azından 2012’den bu yana Kürt sorununda çözümün Meclis’ten geçtiğini ve tüm partilerin bu sürece katılımının önemini vurguluyor. Daha önemlisi bu sorunun çözümünün siyasal olduğunu hep ifade ediyor. Kılıçdaroğlu’nun çözüm için siyasetin, siyasi partilerin ve Meclis’in önemini vurguladığı yapıcı söyleme karşı Temelli’nin siyaseti neredeyse devre dışı bırakıyor; Kürt siyasi hareketinin partisi olan HDP’nin varlığını teknik bir işe indirgeyip, esas muhatabın HDP değil İmralı, yani Öcalan olduğunu ifade ediyor. Temelli’nin söyleminden hareketle tüm Kürt siyasi hareketinin benzer görüşte olduğunu söylemek elbette haksızlık olur ama parti içinde ve çevresinde bu bakışa sahip olanların bulunduğu da bir gerçek. Oysa bu bakış geçmişte test edilmiş ve başarısız olmuştur. Nitekim 2013’te adı konularak başlayan çözüm sürecinde o dönemki adıyla BDP, kendisine siyasi öznelik rolünü değil, İmralı-Ankara-Kandil arasında “aracı” rolünü uygun görmüştü. Muhtemel bu bakış ve BDP’ye biçilen rol, Erdoğan ve Öcalan’ın çözüme bakışından kaynaklanmıştı. Çünkü onlar için çözüm, kendileri için olacak bir “kazan-kazan” formülüydü ve taraflar da liderlerine çok güvenmişti. Ve bu sorunlu bir bakıştı. Ki bunun yanlış olduğunu, o dönem İMC TV dahil pek çok platformda ifade etmiştim. O dönemde çözüm sürecindeki temel sorun -ki ben Kürt sorunu ile çözüm sürecinin birbirinden ayrı süreçler olduğunu ifade edip; başlayan sürecin Kürt Sorunu’nun çözüm süreci olduğunu söylemenin daha doğru olduğunu savunmuştum- süreci toplumsallaştırma yerine iki liderin inisiyatifine bırakmaktı. Nitekim süreç çöktü. Temelli’nin üstteki tweetini takip eden paylaşımında bunun sorumlusunun siyasi iktidar olduğunu (Süreci tıkayan,  toplumsallaştırmayan ve masayı deviren AKP çözümsüzlükten medet umarken bu anlayışın çıkmaz sokak olduğu artık görülmelidir”) yazdı. Evet siyasi iktidar bunu hedeflemiş olabilir. Sürece kendi çıkarı açısından bakmış olabilir. Hepsi olası. O zaman şu soru meşrudur; seçilmiş siyasiler olarak sizin sorumluluğunuz nedir? Hiç mi sorumluluğunuz yoktur? Vardır. Ama o dönem masanın bir tarafında olmayı, siyasi özne olmayı değil, aracı görevine soyunarak siyasi nesne olmayı tercih ettiniz. NE ZAMAN SİYASİ ÖZNE OLACAKSINIZ? Ne yazık ki, Temelli’nin bu paylaşımı o günden bugüne bir pozisyon değişimi olmadığını gösteriyor. Ama kabul edelim bu sorunlu bir bakıştır ve bunun HDP tabanında meşruiyeti sınırlıdır. Bu açıdan yazıyı şöyle bitirelim. Kürt sorunun çözülmesi siyasetin, Meclis’in sorumluluğundadır. Burada Temelli’nin ifade ettiği Öcalan’ın muhataplığı ancak PKK’nın Türkiye’den çekilmesi, silah bırakması noktasındadır. Onun dışında siyaseten İmralı ve Öcalan’ı Kürt sorununun çözümü noktasında muhatap kabul etmek; kim yapıyorsa siyaseten kendini inkâr etmesi olur.