Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçim propagandası döneminde imar barışını seçim malzemesi olarak kullandı. Övünerek anlattığı şehirlerden ikisi de depremde binlerce binanın yıkıldığı Hatay ve Kahramanmaraş’tı. Mimar Ali Ulusoy AKP’nin kent politikalarını ve imar aflarının sonuçlarını yazdı. Ülkemizde, 1948 yılından bugüne 20’nin üzerinde imar affı içerikli yasa çıkarıldı. Özellikle 12 Eylül darbesiyle birlete, ülkemizde neoliberal politikalar, kâr hırsı ve buna dönük ekonomik programlar devreye sokularak kentlerimiz her anlamda güvensiz hâle getirilmiştir. Bu uygulamaların içinde en çok bilinenleri ise Turgut Özal döneminde çıkarılan imar affıdır. Gecekonduların affının gündeme geldiği ilk yasa 1983 yılında çıkarılırken, “imar affı” ya da “imar barışı” kavramının ilk olarak kullanılması Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde 1984 yılında çıkarılan yasayla birlikte hayatımıza girmiştir. Ülkemizdeki deprem riskini görmezden gelerek, aklı, bilimi, uzmanlığı, liyakati yok sayan politikalar sonucunda, çeşitli tarihlerde uygulamaya konulan imar aflarının faturası ağır olmuş, 17 Ağustos depremi tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedilmiş, Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma olmuş, 505 kişi sakat kalmıştır. Bilim insanlarının sık sık uyarılarda bulunduğu İstanbul Depremi kapımızdadır. 16.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet riski altındaki alanlarının dönüştürülmesi hakkında kanunla, orman arazileri ile ilgili 2B yasası, daha sonra yasallaşan “Bütün Şehir Yasası”, İmar Kanununda yapılan değişiklikler, “torba yasalar”, TMMOB’yi etkisiz hâle getirmek için yapılan düzenlemeler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev ve yetkilerini yeniden düzenleyen KHK’ler ve benzeri uygulamalar siyasal iktidarın kent politikalarının arka planındaki yağmacı anlayışın bir sonucudur. Afet riski altındaki alanlarının dönüştürülmesi yasası, 23 Ekim 2011 tarihide Van’da yaşanan ve 644 yurttaşımız hayatını kaybettiği depremin ardından, Tıpkı 99 Ağustos depremi sonrasında olduğu gibi, deprem sonrası siyasal iktidar tarafından yapılan açıklamalarda; depremin yaralarının hemen sarılacağı ve evleri yıkılan yurttaşların konut sorunun en kısa sürede çözüleceği ifade edilmiş, ancak uygulamaya konulan düzenlemeler, yeni felaketlerin önünü açmıştır.
Kahramanmaraş Merkezli büyük deprem 10 ilimizi doğrudan etkilemiş, tek adam rejiminin kötü yönetimi ve hayata geçirmeye çalıştığı yanlış politikaların faturasını insanlarımız enkaz altında kalarak canıyla ödemiştir.
ESAS AMAÇ YENİ ZENGİNLER YARATMAK Riskli Alan ilan edilen bölgelerde bütün yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçmekte ve Bakanlığın bildiriminden sonra 2 ay içerisinde bölgenin boşaltılması gerekmektedir. Yerellik, yerinden yönetim, yetkileri yerele aktarmak yerine, merkezi otorite ile bireyi karşı karşıya bırakan bir uygulamaya yönelmiştir. Bu durumda vatandaşların “yürütmeyi durdurma” hakkı da elinden alarak, katılımcılığı sağlamak yerine ceberut yöntemlerle yağmanın ve zenginleşmenin önü açılmış, İnşaat sektörüne bir yeni kazanç alanı yaratılmıştır.  YASAYLA YURTTAŞLARIN MÜLKİYET HAKLARI GASBEDİLDİ Kanunun uygulandığı yerlerde; İmar Kanunu, Turizmi Teşvik Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Boğaziçi Kanunu, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun, Orman Kanunu, Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun vb. devre dışı bırakılmıştır. Kanun, Anayasa ile güvence altına alınan, Devletin korumak zorunda olduğu en temel hakları ve ülkemizin en önemli değerlerini yok saymakta, yurttaşların mülkiyet haklarını da gasp eden despotik ve yağmacı bir anlayışı kalıcı hâle getirmiş ve ülkemiz ağır bir fatura ödemek zorunda bırakılmıştır.
Esas olarak görevi, insanlarımızın can ve mal güvenliğini korumak, sağlıklı, güvenli yaşanabilir çevreler de yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli önlemleri alması gereken siyasal iktidardan, on binlerce insanımızın enkaz altında kalmasına neden olan yanlış kentleşme politikalarının hesabı mutlaka sorulmalıdır. 
BÜTÜN ŞEHİR YASASI YENİDEN ELE ALINMALI/ YEREL YÖNETİMLER GÜÇLENDİRİLMELİDİR! Aralık 2012 tarihinde Aydın, Balıkesir. Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa, Van ve daha sonra Ordu ili ile büyükşehir sayısı 30 olmuştur. Yasa yerelleşmenin, yerel demokrasinin gelişmesinin önünde engel teşkil eden, antidemokratik bir yasal düzenlemedir. Yasa ile birlikte, Türkiye’nin idari yapısını değiştirilmiş, 16 olan Büyükşehir sayısını 30’a çıkarılmış, 3000 civarında olan belediyenin 1591’i ortadan kaldırmış, belediye sınırının il sınırı olması ile birlikte, sayısı yaklaşık 16.000 olan köy tüzel kişiliği yok edilerek, yasayla birlikte mahalleye dönüştürülmüştü. Kahramanmaraş merkezli deprem 11 ilimizi doğrudan etkilemiş, afet öncesinde, afet anında ve afet sonrasında, siyasal iktidar tarafından yapılan bütün açıklamalarına rağmen, iktidarın ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıkmıştır. Kelimenin depreme hiç hazırlık yapmayan/yapamayan iktidar tam anlamıyla enkaz altında kalmıştır. Bütün engelleme ve manipülasyonlara rağmen, Yerel Yönetimler, meslek odaları, STK’lar ve halkımız yardım için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Çünkü kamusal hizmet için örgütlenmiş olan yerel yönetimler hızla ellerindeki olanakları insanımızın kurtarılması ve yaşatılması için seferber etmişlerdir. Doğru olanda budur.    Bütün yetkiyi merkezde toplayan, Yerel yönetimleri her açıdan zayıflatan, ekonomik ve idari açıdan güçsüz kılan, merkeziyetçi anlayışın ve “Bütün Şehir Yasası”nın değişmesi zorunlu hâle gelmiştir. Demokratik, şeffaf, hesap verebilen, kamu yararını önceleyen, halkın bütçesini halk için kullanıldığı, yerel yönetimlerin yetkilerinin ve sorumluluklarının artırıldığı yeni bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.
Kaçak yapılaşmanın sonuçları itibarıyla tüm toplumu etkileyecek nitelikte olması, imar affı düzenlemesini tüm yurttaşların/toplumun sağlığı, can ve mal güvenliğini doğrudan ilgilendiren/etkileyen halk sağlığı/güvenliği sorunu hâline getirmiştir.
İMAR BARIŞI ve KAÇAK YAPILARIN AFFI Ülke topraklarını hiçbir far gözetmeksizin talana açan imar aflarının sonuncusu, 18 Mayıs 2018 tarih ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7143 sayılı “Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen Geçici 16. Madde ile yürürlüğe girdi. Yapılan düzenleme de son başvuru tarihi olarak 31 Ekim 2018 tarihi belirlenmiş olmasına karşın, süre 2018 yılı aralık ayı sonuna uzatıldı. 2018 yılında AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen birkaç ay önce Torba Kanun’la yasalaştırılan imar affıyla, milyonlarca kaçak yapı “yasallığa” kavuşturuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçim propagandası döneminde imar barışını seçim malzemesi olarak kullandı. Övünerek anlattığı şehirlerden ikisi de depremde binlerce binanın yıkıldığı Hatay ve Kahramanmaraş’tı. Esas amacı Bütçe Gelirini artırmak olan İmar barışı sayesinde elde edilen gelire ilişkinse Bakan Kurum, “imar barışında hedefe ulaşıldığını” belirterek, “Devletin kasasına 25 milyar 592 milyon TL girdi” bilgisini paylaştı. 2022 yılında, 2018 imar affıyla kaç konut ve işyerinin “Yapı Kayıt Belgesi” aldığının sorulması üzerine, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum verdiği yanıtta; imar barışı kapsamında Türkiye genelinde toplam 7 milyon 85 bin 969 adet Yapı Kayıt Belgesi verildiği, bunların 5 milyon 848 bin 927’sini konutların oluşturduğu belirtildi. Kahramanmaraş merkezli depremlerin etkilediği 10 ilde imar affı kapsamında verilen yapı kayıt belgesi sayısı ise 294 bin 166 olduğu açıklamıştı. Kaçak yapı; yapı güvenliği olmayan, planlama, mimarlık ve mühendislik süreçlerinden geçmemiş, teknik olarak sağlık ve güvenlik koşulları belirsiz yapılardır. Planlama, mimarlık mühendislik süreçleri; imar planına uygun, mimarlık ve mühendislik projelerinin inşaat aşamasından iskân aşamasına kadar teknik ve hukuki kontrollerinin yapılmasını ifade eder. Kaçak yapı sadece kaçak yapı sahibini değil toplumu etkiler. Kaçak yapılaşmanın sonuçları itibarıyla tüm toplumu etkileyecek nitelikte olması, imar affı düzenlemesini tüm yurttaşların/toplumun sağlığı, can ve mal güvenliğini doğrudan ilgilendiren/etkileyen halk sağlığı/güvenliği sorunu hâline getirmiştir.  Topraklarının %90’ı deprem riski altında olan ülkemizde 1900’lü yılların başından günümüze 5’in üzerinde 137 adet; 7 ve üzeri 22 adet deprem yaşanmıştır. Hâlâ izleri silinmeyen ülke tarihinin en yıkıcı depremi olan 1999 Kocaeli depreminden sonra ise TBMM Meclis Araştırma Komisyonunun Marmara Depreminden sonra yaptığı araştırmaya göre, deprem bölgelerinde hasar gören ya da yıkılan yapıların % 80’i imar aflarından yararlandığı, bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeği rakamlarla açık olarak ortaya konulmuşken: Bundan önce çıkarılan tüm af kanunlarında olduğu gibi 2018 tarihinde yürürlüğe giren İmar Barışı da yılların birikim ve deneyimiyle oluşmuş, yasa, yönetmelik, idari işlem, içtihat, gibi tüm mevzuat düzenlemeleri adeta toprağa gömülmüş, ülkemizin tüm doğal, tarihi, arkeolojik ve kültürel varlıklarının üzerine bir kez daha beton dökülmüş, resmi rakamlara göre on binlerce insanımızın yaşamını yitirmesine, binlerce insanımızın yaralanmasına ve milyonlarca insanımızın evsiz kalmasına neden olan, Kahramanmaraş merkezli büyük deprem 10 ilimizi doğrudan etkilemiş, tek adam rejiminin kötü yönetimi ve hayata geçirmeye çalıştığı yanlış politikaların faturasını insanlarımız enkaz altında kalarak canıyla ödemiştir. Esas olarak görevi, İnsanlarımızın can ve mal güvenliğini korumak, sağlıklı, güvenli yaşanabilir çevreler de yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli önlemleri alması gereken siyasal iktidardan, on binlerce insanımızın enkaz altında kalmasına neden olan yanlış kentleşme politikalarının hesabı mutlaka sorulmalıdır.