İmamoğlu’nun konuşma metnin dışına çıkarak söylediği “Ben rakibimi biliyorum” sözü, bu süreçte siyasi rakibinin Kılıçdaroğlu değil, Erdoğan olduğunu kabullenmesidir. Pazar yazdığım gibi Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için ilk adımı attı. Böylece İmamoğlu, bir anlamda kendisine biçilen üç rolden (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı, CHP Genel Başkan adaylığı ve yeni bir siyasi hareketin liderliği) kendisine en yakın ve mümkün olması en kolay olana karar vermiş oldu. Bu, geç kalınmış ama doğru bir karardır. İmamoğlu yaptığı konuşmasında 14/28 Mayıs seçimleri sonrasında iktidarın peş peşe yaptığı zamlarla ülkenin ekonomik olarak içine düştüğü zorlukları somut rakamlar vererek başladı. Sonrasında da, İstanbul’u kaybetmemenin CHP ve muhalefet için neden önemli olduğu anlattı. Bu anlamda adaylığını, siyasi iktidarın ülke çapında yarattığı otoriter siyasi iklime İstanbul’dan bir tür meydana okuma olduğunu ifade etti. YERELDEN ULUSALA BİR TAHAYYÜL İmamoğlu’nun konuşmasında öne çıkardığı vurgulardan birisi İstanbul=Türkiye denkliği idi. “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır”ı bir siyasi motto olmanın ötesinden İstanbul tahayyülünün gerçekleşmesinin aynı zamanda Türkiye tahayyülüne denk geldiğini ifade edişi, İmamoğlu’nun bir sonraki hedefini ortaya koyması açısından da önemlidir. Konuşmasında yer alan; “Benim düşünceme göre İstanbul Türkiye'nin gelecek tahayyülünün hayata geçtiği şehir olmalıdır. İstanbul'da 16 milyon vatandaşımızın şehirlerinin eşit hissedarı olduğu bir anlayışın hâkim olması gerekmektedir. Bu eşit hissedarlık Cumhuriyet fikrine dayanır. 86 milyon vatandaşımızın da kendi ülkelerinin eşit hissedarı olacağı bir gelecek yeniden İstanbul'da yeşermektedir. Türkiye'mizde gerçek toplumsal barış ve gerçek milli birlik ancak cumhuriyetimizin aslî amacını, yani yurttaşların, hiçbir ayrım gözetmeksizin, ülkelerinin, şehirlerinin, ormanlarının, ovalarının, dağlarının, sularının, tarihi mirasın ve geleceklerinin eşit hissedarı oldukları zaman gerçekleşecektir.Ben hayatım boyunca bir koltuğa değil bir misyona aday oldum. Bugün bu misyon Türkiye'nin yeni bir siyaset ve yeni bir yönetim anlayışına kavuşturulması misyonudur. Bu topraklarda cesur bir demokrasinin, adaletin, bölgemize ve dünyaya ilham kaynağı olacak özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün ve güçlü bir devletin yeniden tesisi öncelikli hedefimdir. Vatandaşın hayat kalitesi için yerelden neşet eden kapsayıcı, adil ve paylaşımcı bir kalkınma; insanlarımızın hayat güvenliğinin sağlanması için çevre krizi ve depreme karşı ödünsüz ve etkin önlemler; gelecek nesiller için gerçek bir refah toplumu ve yaratıcı-girişimci bir teknoloji hamlesi siyasal vizyonumuzun ana kolonlarıdır. Bu hedefler doğrultusunda güçlü ama demokratik, aktif ama denetlenen, cesur ama şeffaf bir liderlik anlayışının altını çiziyorum. Zira biliyorum ki, cesur demokrasi; cesur bir toplum ve cesur liderlerle mümkün olabilir.” ifadeleri yukarıda andığım hedefin bir anlamda somut ifadesidir. ENTELEKÜEL İMAMOĞLU İmamoğlu’nun konuşması sadece siyasi olarak değil entelektüel açıdan da doyurucu idi. Bu konuşmayı Oksijen Gazetesi’nde yer alan -ve devamı gelecek olan- makalesi ile birlikte okuduğumuzda siyasetçi Ekrem İmamoğlu’nun arka planda  kendini entelektüel olarak inşa eden bir siyasetçi olduğu gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzdur. Sadece CHP değil, bir büyün olarak siyaset, Türkiye ve dünya ile ilgili temel sorunlar konusunda düşünen, fikirleri olan, bu konularda kendini geliştiren bir İmamoğlu ile karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. Hatta şunu ifade etsek yanlış olmaz -ki toplantıda Ruşen Çakır buna vurgu yaptı- CHP değil makro alanda siyaset konuşan İmamoğlu’nun çizdiği performans çok daha parlak. Konuşmasında kullandığı kavramlar, siyaset diline ve yönetimine yaptığı vurgu, yerelden merkeze yeni siyaset anlayışı bu gelişimin önemli aşamalardır. ‘KÜÇÜK’ DEĞİL ‘BÜYÜK’ İKTİDAR ZAMANI İmamoğlu’nun açıklamasından sonra tüm gözler şimdi Kılıçdaroğlu’nda. Şu bir gerçek, eğer CHP ve muhalefet İstanbul’u korumak istiyorsa sadece İmamoğlu adaylığı değil onunla uyumlu çalışacak bir İl Başkanı belirlemekte. Bu da tek başına İmamoğlu’nun öneri ve tercihi ile değil üzerinde uzaklaşılacak, siyasetin içinden gelen, örgüt ve toplumda karşılığı ve kamusal tanınırlığı olan bir isimde uzlaşmak olmalıdır. Şu unutulmasın ki, il başkanlığı taraflar arasında bir mücadele alanı değil temsiliyet makamı dışında seçimin kazanılmasını kolaylaştıracak araçlardan en önemlidir. İmamoğlu’nun 2019’da başardım dediği ittifakı da kurması bu aşamda başarının olmazsa olmaz şartlarından biridir. Son olarak şunu ifade edelim, İmamoğlu’nun İstanbul aday adayı olarak ortaya çıkması CHP’deki değişim/yenileşme araşının sonu değil tam tersine önemli aşamalarından birisidir. Ve bütün mesele İmamoğlu’nun da, Kılıçdaroğlu’nun da ifade ettiği partinin yapısal değişimi ve yenilenmesi rekabet değil ancak uzlaşma içinde olabilir. Nitekim İmamoğlu’nun konuşma metnin dışına çıkarak söylediği “Ben rakibimi biliyorum” sözü, bu süreçte siyasi rakibinin Kılıçdaroğlu değil; Erdoğan olduğu gerçeğidir. CHP’nin CHP içinde kurulan ‘küçük iktidarlar’a feda edilmemesinin yolu da tüm tarafların açık diyaloğundan geçecektir.