Son yazıyı şöyle bitirmiştik. “Siyasi iktidarın toplumu yukardan aşağıya dönüştürme hedefi adım adım ilerlerken; son soruyu kendilerini ideolojik olarak “ulusalcı” ve “milliyetçi” tanımlayanlara sormak geriyor; sizlerin devletin ve toplumun muhafazakârlaştırılması hedefine bir itirazınız yok mu?” Bu soru gerçekten önemlidir. Siyasi iktidarın “milliyetçi” ortağı MHP ve Devlet Bahçeli’nin ve dışardan destekçisi “ulusalcı” Vatan Partisi ve Doğu Perinçek’in parti programlarında yer alan birey, toplum ve topum tasavvurları ile siyasi iktidarın birey, toplum ve toplum tasavvuru arasında açık bir farkın olduğu açıktır. Bu açıdan, siyasi iktidarın bireyi, toplumu yukarıdan aşağıya bir toplumsal mühendislik ile muhafazakârlaştırmasına hiçbir itirazlarının olmaması düşündürücüdür. İnsan aklına doğal olarak bir soru geliyor neden? Siyasi ortağı olan ve dışardan siyasi iktidarı destekleyen bu partilerin kültürel ve siyasal kimlik olarak kendisinden farklı olan AK Parti’ye verdikleri siyasi desteği nasıl açıklayabiliriz? Ya da bütün bu tepkisizliği nasıl açıklamalıyız? Aşağıdaki ilanı hafta sonu görmüş olmalısınız. Bir daha bakın. Bu tablo, kamu bankaları Halkbank, Vakıfbank ve Ziraat Bankası’nın 2020 yılı  içinde gazetelere verdikleri reklamların dökümünü gösteriyor. Listenin tepesinde MHP'ye yakın olan Türkgün Gazetesi var. VP’ne yakın Aydınlık Gazetesi ise 16. sırada. 2.’den 15.’inci sıraya kadar ise siyasi iktidara yakın gazeteler var. MHP’ye yakın olan en çok, VP’ne yakın olan en az reklam alan gazeteler. 17.’inci sıradan sonrası ise siyasi iktidara eleştirel bakan gazeteler ve onlara verilen reklam ise 0 (Sıfır). Yani hiç ilan verilmemiş. Hiç kimse bu ilanların, listede olan gazetelerin basım sayısı, satış sayısı, toplumsal etkinliği ve gazetecilik başarısı gibi ölçülebilir niteliklerden dolayı verildiğini iddia edemez. Verilen bu ilanlar siyasi kaygılarla dahası “kraldan çok kralcı olma” çabasının bir sonucudur. Kamu bankalarının verdiği ilanlarda ortaya çıkan bu gerçeği, farklı alanlarda yansımalarını da görebiliriz. Örneğin kamuya alınan personelin, yeni mesleğe başlayan hakim ve savcıların siyasal aidiyetlerine kadar pek çok kriteri göz önüne aldığımızda karşımıza çıkacak olan, siyasi iktidara içerden ve dışardan desteğin diyetlerinin ödendiği bir tablo olacaktır. Aynı şekilde mütahhitlik hizmetlerinden taşeronluk hizmetlerine kadar farklı alanlarda da bu diyetin ödendiğini görmek mümkündür. Bu durum bize; kendilerini “milliyetçi” ve “ulusalcı” olarak sunan bu partilerin önceliğinin bu ideolojik hassasiyetleri, siyasal ilkleri değil, siyasi iktidarın sahip olduğu ve yarattığı ranttan, sahip olduğu imkanlardan öncelikli/doğrudan pay almak olduğunu göstermektedir. Bu açıdan bir önceki yazının sonunda ifade ettiğim; ““Siyasi iktidarın toplumu yukardan aşağıya dönüştürme hedefi adım adım ilerlerken; son soruyu kendilerini ideolojik olarak “ulusalcı” ve “milliyetçi” tanımlayanlara sormak geriyor; sizlerin devletin ve toplumun muhafazakârlaştırılması hedefine bir itirazınız yok mu?” sorusu cevabını bulmuş olmaktadır. O da, siyasi iktidar ve devletin sahip olduğu/ yarattığı imkan ve güçten pay almak, siyaseten savunduklarının söyledikleri ideolojik söylem,  ilkeler ve siyasal pozisyonlarından çok daha önemli olduğudur. Kendileri tersini söylese de…