İktidarın işbirliğine girdiği devletçi-bürokratik yapının ana amacı emek-sermaye arasındaki çekişmeden bu kesimlerden birinin yanında pozisyon almayı değil, aksine bu çekişmeye rağmen devleti öne çıkartıp, onun bekasını sağlayabilmektir.
İktidar çaresiz. Alışmış olduğundan çok farklı bir dünyada, iddialı uygulamaları yapmaya devam etmek istiyor. Sahip olduğu olanakların kıtlığını inkâr ederek, büyük halk kitleleri için refah üretimine devam etmeyi arzuluyor. Ancak uygulanan politikalar bu kitlelerin hâlihazırda ellerinde bulunan refahın da kayıp gitmesine yol açıyor; böylece iktidarda kalabilmek giderek zorlaşıyor.
Bu zorluklar içindeki iktidar refah kayıplarını ekonomiye yaptığı doğrudan müdahalelerle kontrol etmeye çalışıyor. Ancak bu müdahaleler toplumun tamamı için refah sağlamak yerine, sadece iktidarın tercih ettiği bazı kesimlerin refah kayıplarını telefi etmeye yarıyor.
İktidarın ekonomiye yaptığı doğrudan müdahaleler artan enflasyonu kontrol edemese de, en azından döviz talebini kontrol ederek geçici de olsa kurlar üzerinde istikrar sağlamış görülüyor. Kamu bankaları kullanılarak, kredi dağıtım mekanizması üzerinde kurulan kontrolle, tercih edilmiş sektörlerle ekonomik büyüme üretilmeye çalışılıyor.
Türkiye’nin 1980’lerin başlarında tanıştığı serbest piyasa sisteminin kuralları, giderek iktidarın siyasi öncelikleriyle farklılaşmaya başlıyor. Bu da iktidarı kendi mantığı içinde zorunlu olarak piyasaya müdahale etmeye zorluyor. Böylece serbest piyasa sisteminin kurumları tahrip edilerek, yerine kuralsızlıkların hâkim olduğu “-
miş gibi ekonomik” sistemi ikame ediliyor. Bu bilinçli bir tercihin değil, iktidarın hissettiği bir çaresizliğin sonucudur. Ancak onun bu çaresizliği başkaları için bir fırsat oluşturuyor.
Bu çaresizlikler iktidarın geçmişte eleştirdiği ve tasfiyesine uğraştığı kesimlerle işbirliği yapmasını gerekli kılıyor. Ülkemizdeki liberalleşme ve piyasalaşma sürecinde güç kaybeden “
devletçi bürokratik” kesimler, geçmişi tekrar inşa edebilme ve ekonomi yönetiminde müdahaleci bir yönetim modeli uygulama imkânına erişmiş oldular. Ulus devleti öne çıkartıp, küreselleşmeye sınır getirmeyi amaçlayan bu anlayış, devletin ekonomide öne çıkmasını ve kaynak dağılımına bizzat müdahale etmesini gerekli görmektedir.
İktidarın işbirliğine girdiği devletçi-bürokratik yapının ana amacı emek-sermaye arasındaki çekişmeden bu kesimlerden birinin yanında pozisyon almayı değil, aksine bu çekişmeye rağmen devleti öne çıkartıp, onun bekasını sağlayabilmektir. Bu haliyle kökleri 20. yüzyılda kalmış, bir ideolojinin 21. yüzyılda devam ettirme gayretidir. Geçmişte ülkemizin demokratikleşmesi ve devlet karşısında bireyin öne çıkması yönündeki birçok çaba böyle bir bürokratik yapının engeliyle karşılaşmıştır. Ülkemizi siyasetinin hemen hemen tüm partilerinin temel ideolojisinin sınırlarını çizen bu devletçi-bürokratik yapı, zamanla toplumsal ve ekonomik gelişmelerin zorlamasıyla etkinliğini yitirmiştir. Ama süreç hiç kolay olmadı. Bu süreç içinde birçok siyasi ve ekonomik kriz yaşandı. İdeolojik anlamda devletçi-bürokratik yapının farklı kesimleri farklı politik partilerde varlıklarını devam ettirdi.
İktidar ise, bu kesimlerle olan ilişkisinde çok daha pragmatik davranmaktadır. Uygulanacak müdahaleci politikalarda çok daha seçici olmaya dikkat ederken, ülkedeki serbest piyasa sisteminden yana olanları da rahatsız etmemeye gayret sarf etmektedir. Bu da yaptığı piyasa karşıtı uygulamalara rağmen, kontrollü bir rejim inşası yönündeki iddiaları reddetmesine imkân sağlıyor. Yani iktidar “
ne şişi ne de kebabı yakmak” istiyor.
Ancak bu çaresizlik ve miadını doldurmuş kesimlerle yapılan böyle bir ittifak, iktidarın başarı şansını azaltıyor. Bugünün dünyasına uyum göstermekte zorlanan, geçmişin bu kadroları iktidarın sorun çözme kabiliyetini geliştirmediği gibi, sadece kendi varlıklarının devamını sağlamaktadır.
Bu amaçla sıkça hamasi söylemlerle sorunlara muhatap olan kitlelerin gerçeklerle bağını koparmaya çalışmaktadır.
Aslında AKP iktidarının devamını sağlayacak olan nesnel koşullar 2015 seçimlerinden önce sona ermişti. Zaten bunun neticesinde de, AKP seçimde meclis çoğunluğunu kaybetmişti. Ancak seçimin ardından yaşanan siyasi gelişmeler iktidarın ömrünün uzamasına yol açtı.
Son zamanlarda yaşadığımız sorunlar, bunca yıldır tasfiye edilemeyen devletçi bürokratik yaklaşımın ekonomi yönetimde tekrar etkin olma çabasıdır.
İktidar çoğunluk açısından avantajını kaybetmemiş olsa da, ülkeyi yönetebilmek ve kendisine umut bağlayan geniş kitlelerin taleplerine cevap verebilmek için ekonomi yönetimindeki üstünlüğünü büyük ölçüde yitirdi. Ülkede ve dünyada ortaya çıkan yeni gerçeklere ayak uydurmakta zorlandı. Yeni bir öykü yaratamadı.
Zorlandıkça daha çok hamasete yöneldi; başarısızlıkları dış güçlere dayandırarak kendisini bu başarısızlıklardan uzak tutmaya çalıştı. Bir siyasi taktik olarak bu taktik son birkaç yıldır sıkça kullanıldı. Sorunların ötelenmesinde işe de yaradı doğrusu. Ama sorunlar çözülemedi; birikti, dağ oldu.
Ülkemizin kalkınma sürecinde kamu bürokrasisi birçok fonksiyonu yerine getirmiştir. Özellikle bir kurum olarak piyasanın yeteri kadar gelişmediği ya da özel sektörün sermaye birikiminin yeterli düzeylere ulaşmadığı durumlarda, kamu kesimi ve kamu bürokrasisi ekonomideki birçok fonksiyonu “
devletçilik” adı altında yerine getirmiştir. Burada sözü edilen devletçilik emek-sermaye arasındaki mücadelede emeğin yanında taraf almak anlamına gelmez. Daha çok bu mücadelede hakemlik yapmaktan öteye geçmez. Amaç devletin bekasıysa ve bu beka bürokrasinin koşullara göre farklı kesimlerin yanında olmayı gerektiriyorsa, bazen emek yanında, bazen de sermaye yanında olunabilir.
Ayrıca bu uygulamalar o günlerdeki bürokrasinin devletçilik uygulamaları altında ayrı bir bilinç oluşturmasına yol açmıştır. Kamu kesimi bir özel sektör gibi sermaye birikimi sürecine doğrudan dâhil olmuştur.
Kalkınma sürecinin ileri safhalarında, piyasaların ve özel sektörün gelişmesiyle birlikte kamu bürokrasisinin bu fonksiyonlarına duyulan ihtiyaç azalmıştır. Özel sektör geliştikçe, piyasa kurumları yavaş yavaş inşa edilmeye başlayınca, kamunun ekonomideki önemi de azalmaya başladı. Kamu kesiminin sahip olduğu sermaye stoku zamanla tasfiye edildi
. Ancak kamudaki beşeri sermayenin tasfiyesi, fiziki sermayenin tasfiyesi kadar kolay olmadı. Sayıları azalsa da onlar varlıklarını sürdürdü.
Devleti önceleyen ve devletin bakasını merkeze koyan bir kamu yönetimi anlayışı devlet mekanizmaları içindeki varlığını bugünlere kadar sürdürdü. Çözüm üretme konusunda çaresiz kalan bir iktidar bu kesimle ittifak ederek, bunların ülke yönetiminde etkinliğini arttırdı. Özel sektörü ve piyasa kurumunun ekonomideki ağırlığı artsa da, bu devletçi bürokratik anlayış ekonomideki sorunlara bakışı her zaman daha
devletçi oldu.
Bugün siyasette baş gösteren siyasi rekabet, sadece Sayın Cumhurbaşkanının iktidarda kalma mücadelesi olarak görülemez. Aynı zamanda devletçi kamu bürokrasisinin de var olma çabasıdır.
Bazen bu ittifakların taraftarlarını siyasi yelpazenin solundaki düşüncelerin savunucuları, bazen de sağ milliyetçiliğin temsilcileri oluşturmuştur. Her iki durumda da bürokratik devlet ideolojisi birey yerine devleti ve onun bekasını önceliklendirmektedir.
Bu anlayışın güvenlik bürokrasisindeki temsilcilerinin yanında, ekonomideki temsilcileri de daha “müdahaleci” ve “ulus devleti” öne çıkartıcı ekonomik yaklaşımlar içinde olmuşlardır.
Milenyumun ilk yıllarında, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ve bireysel hakları savunan liberal bir anlayışla iktidara gelen AKP’nin, bugün dönüştüğü demokrasi karşıtlığı, bireysel hak ve özgürlükler yerine bireyin devlete karşı sorumluluklarını öne çıkartan bir düşüncenin temsilcisine dönüşmüş olması, böyle bir devletçi bürokratik kesimle ittifakın sonucudur.
Son zamanlarda yaşadığımız sorunlar, bunca yıldır tasfiye edilemeyen devletçi bürokratik yaklaşımın ekonomi yönetimde tekrar etkin olma çabasıdır.
Bugün siyasette baş gösteren siyasi rekabet, sadece Sayın Cumhurbaşkanının iktidarda kalma mücadelesi olarak görülemez. Aynı zamanda devletçi kamu bürokrasisinin de var olma çabasıdır. Bugün muhalefetin karşı karşıya kaldığı ve net bir tavır sergileyemediği husus ise, önümüzdeki seçimlerde bu bürokratik anlayışın tasfiye edilip edilemeyeceğidir. Bu yapılmadığı takdirde, yapılacak bir seçimle siyasi aktörler değişse de, siyasetin ve kamu bürokrasisinin yapısında ciddi bir değişim gözlenemeyecektir. Elbette böyle bir atalet iktidarların sorun çözme kabiliyetlerinin de azalmasına yol açacaktır.