İktidarın artık hemen hemen her adımı rasyonel iktisat politikaları ile çeliştiği gibi, hukukun üstünlüğü ile de çelişiyor. 2021’in son ayları ile 2022’nin ilk ayları Türkiye için çok önemli bir kırılma dönemini oluşturuyor ve oluşturacak. İktidar gerçekten sorunları çözme ve olayları yönlendirme gücünü her geçen gün yitirmekte. Aldığı kararlar kendi içinde çelişkili ve doğan sonuçlar da iktidarın yetersizliğini açığa çıkartmaktan öteye geçemiyor. İktidar artık sadece baskıyı artırmak, hayali hasım ve düşmanlara yüklenmek, dayanaksız propagandaya başvurmak, milli ve dini temaları istismar etmek gibi yöntemlerle ayakta kalmaya çabalayacak. Sadece son birkaç gün içinde ortaya çıkan örnekler bile fazlasıyla yeterli. Örneğin Ocak 2022 için dış ticaret verileri açıklandı. Sunuluş biçimi şöyle: İhracat tüm zamanların rekorunu kırmış! Birincisi, zaman içinde zaten yukarı doğru çıkması doğal olan şeyler için “tüm zamanların rekoru” ifadesinin hiçbir anlamı yok. Örneğin nüfus için böyle bir ifade garip olmaz mı? Veya Türkiye’deki toplam otomobil sayısı için? (Bazen de “Cumhuriyet döneminin en yüksek düzeyi” diye bir sunuş biçimi de aynı derecede komik oluyor). İkincisi, dış ticaret verileri açıklandığında, sunulan verilere biraz daha yakından baktığımızda, sorun kendiliğinden aydınlanıyor ve de başvurulan sunuş biçiminin propaganda özelliği de sırıtıyor. 2021 Ocak ayına göre Ocak 2022’de ihracat % 17 artarken, ithalat da % 55 artmış! Bu iki gelişmenin sonucu olarak dış ticaret açığı da 3 milyar 64 milyon dolardan 10 milyar 439 milyona çıkmış, yani dış ticaret açığı % 240.7 artmış, 3,5 katına yaklaşmış. Başka bir açıdan ifade edecek olursak, ihracatın ithalatı karşılama oranı % 83’ten % 63’e düşmüş! Bu sayılara göre bir başarıdan söz etmek çok zor. Bu sayılar iktidarın ekonomi politikasının tutarsızlığını çok açık olarak gözler önüne sermiş oluyor. İktidar döviz kurunun yukarı çıkması ile ihracatın artmasını, dolayısıyla dış ticaret açığının ve de cari açığın düşmesini umuyordu. Hiç de öyle olmadı. Olmasını beklemek de zaten yanlıştı, sadece iki nedeni vurgulayalım: Türkiye ekonomisinde büyüme hızının yükseldiği dönemlerde her zaman ithalat önemli ölçüde artıyor, çünkü Türkiye’nin ithalatının yapısı (bileşimi) aramalı ve yatırım malı ağırlıklı. İkinci olarak, kurun yükselmesinin ihracatı artırıcı bir etkisi olmakla birlikte, bu sınırlı bir etki. İhracatı artırmak için daha kapsamlı politikalara ihtiyaç var. Bir de hiç ihmal edilmemesi gereken bir boyut şu: Kur yükseldikçe ithalatınız pahalılaşıyor, bu da fiyatları yukarı doğru itiyor, sonuçta düşük ve orta gelirlilerin satınalma gücü (refah düzeyi) düşüyor. Bugünkü politikaya benzer bir yaklaşım 24 Ocak 1980’de de uygulanmıştı. O zaman dolar kuru 45 lira iken bir devalüasyonla 70 liraya çıkartılmıştı, hatta İMF yetkilileri bile bu kadarını beklemediklerini ifade etmişlerdi. Özal da, devalüsayon sonucunda fiyatların artacağını ve iç piyasada mal satamayan firmaların ihracata yöneleceğini ifade etmişti. Ne var ki, fiyatların ve de geçim sıkınıtısının artışı nedeniyle, toplumdan gelen tepkiler giderek yükselmiş ve bu tepkiler 12 Eylül askeri darbesi ile baskı altına alınmıştı. 2022’de artık bir askeri darbe olasılığı yok. Ancak iktidarın baskı yöntemlerine başvurmayacağının garantisi de yok. Çünkü iktidar demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inanmıyor. Demokrasiden, sandıktan çıkan oy çoğunluğunun artık her istediğini yapabilmesini anlıyor. Son günlerde hukukla ilişkisinin ne kadar taraflı (yani hukuk dışı) olduğu da bir kez daha ortaya döküldü. Yıllardır gerek uluslararası, gerek ulusal hukuk normlarına aykırı biçimde tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin karar üzerine AKP genel başkanı ve Türkiye Cumhuriyetı cumhurbaşkanı çok net konuştu: “Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu da bizi çok ilgilendirmiyor. Biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz, bu saygıyı duymayanlara da …bizim saygımız olmayacaktır”. Bu ifadelerin anayasanın 90. maddesine aykırılığı da açıktır. Denebilir ki, zaten bir sürü konuda hukuk çiğneniyor, bir örnek daha olmuş, ne fark eder? Fark şuradaki, iktidarın artık hemen hemen her adımı rasyonel iktisat politikaları ile çeliştiği gibi, hukukun üstünlüğü ile de çelişiyor. Bu gerçeği anlayan, kavrayan insanların sayısı da her gün artıyor. Herkes kavrayacak diye bir beklentimiz olamaz. Çıkar bağlarıyla bağlı olanlar ve de bağnaz taraftarlar her zaman, her rejimde, her ülkede olur, ama şundan hiç tereddüt duymayalım, hava döndü, rüzgar döndü, yeter ki demokrasiden, sosyal adaletten yana olanlar zamanı iyi değerlendirmeyi bilsinler, yani hepimiz bilelim.