15 Temmuz sonrası dönemde, bir dış politika vizyonu olarak stratejik muğlaklığın kullanıldığını görüyoruz ki sistem içindeki orta-güçlü devletlerden biri olarak bu tarz bir dış politikayı uzun vadede sürdürmek çok mümkün değil. Dış politikada devletler birbirlerine sürekli sinyaller gönderirler ve bu sinyallerin çoğu muğlaktır. Birebir görüşen devlet görevlileri bile çeviri gibi birçok sorundan dolayı birbirlerini yanlış anlayabilir ya da karşı tarafın vermek istediği mesajı verilmek istenen asıl mesajdan çok daha farklı şekilde algılayabilir. Bu yanlış anlaşılmalar kasti olmayan muğlaklıklara yol açar. Diğer bir yandan ise devletlerin kasti ve stratejik olarak gönderdiği muğlak sinyaller vardır. Devletler kendi ulusal çıkarlarını korumak için bu tarz stratejik muğlaklıklara sık sık başvurmaktadırlar. Fakat hemen hemen tüm devletler dış politika vizyonlarını bu strateji üzerine kurmaktansa belli spesifik durumlarda stratejik muğlaklığa başvururlar. Türkiye’nin son dönem dış politikasına baktığımızda ise, özellikle 15 Temmuz sonrası dönemde, bir dış politika vizyonu olarak stratejik muğlaklığın kullanıldığını görüyoruz ki sistem içindeki orta-güçlü devletlerden biri olarak bu tarz bir dış politikayı uzun vadede sürdürmek çok mümkün değil. STRATEJİK MUĞLAKLIK NEDİR? Konuya girmeden önce çok kısaca stratejik muğlaklığın ne olduğunu basit bir örnekle açıklayalım. Heredot’un Tarih’inde Lidya kralı Krezüs ile ünlü kâhinin küçük bir hikayesi var. Krezüs, Pers İmparatorluğu’na savaş açmadan önce kâhine gidip sonucun ne olacağını sorar. Kâhin ise saldırıyı gerçekleştirmesi durumunda çok güçlü bir krallığı yok edeceğini söyler. Krezüs savaş açar ve yenilir. Sonrasında ise kâhinden hesap sormaya gelir ve ona neden yalan söylediğini sorar. Bu noktada kâhinin cevabı şudur: ‘Ben sana saldırırsan çok güçlü bir krallığı yok edeceğini söyledim ve bu senin kendi krallığındı.’ Burada stratejik şekilde oluşturulmuş bir muğlaklık görüyoruz. Birçok sebebi olabilir: kâhin Krezüs’ü sevmiyor olabilir, bu siyasi durumda taraf olmak istememiş olabilir ya da, ki bence en mantıklı açıklama bu, yanlış kehanette bulunmamak için bu şekilde muğlak bir cümle kurmuş olabilir çünkü savaşın sonucu ne olursa olsun kahin her türlü haklı çıkacaktır. TÜRKİYE NEDEN STRATEJİK MUĞLAKLIK POLİTİKASI UYGULUYOR? Dış politikada bu tarz bir strateji gütmek özellikle kısa vadede devletlerin yararına olabiliyor. Fakat bu stratejiyi uzun vadede uygulamak ve bu stratejinin uygulandığının fark edilmesi bir devleti uluslararası arenada prestijini sarsabilir ve devletlerarası iş birliğini azaltabilir. Türk dış politikasındaki temel sorunlardan biri de bundan kaynaklanıyor. Türkiye’nin ilk etapta bu tarz bir stratejiye başvurmasının sebebi aslında iç siyasetin bir yansımasıydı. 15 Temmuz sonrası süreçte iç siyasette darbenin ABD tarafından yapıldığı ya da ABD’nin Gülencilere destek verdiği algısı ve Suriye’deki iç savaş esnasında ABD’nin YPG’ye olan desteği Türkiye’yi ABD’de uzaklaştırmaya başladı. Bu süreçte iç siyasette güç kaybeden Erdoğan iç siyasette alternatif ittifak arayışlarına başlayıp MHP ve Avrasyacılarla beraber hareket etmeye başladı. Bir yandan MHP, Erdoğan’ın gücü elinde tutmasını sağlarken Avrasyacılar ise ABD’ye alternatif olarak Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasında etkili oldular. Diğer bir yandan, kişisel olarak ABD başkanı Trump’la arası pek iyi gitmeyen Erdoğan, Putin’le iyi ilişkiler kurmaya başladı. İç siyasetteki bu dengeler Erdoğan’ı ABD ve Rusya arasında, kendi deyimleriyle, bir denge arayışına itti ki her iki tarafa da süreç boyunca muğlak sinyaller göndermeye başladılar. Burada bahsettiğimiz muğlak sinyaller belli yanlış anlaşılmadan ziyade Erdoğan hükümetinin kasti ve stratejik olarak oluşturduğu muğlaklıklar. Diğer bir deyişle ne ABD’den ne de Rusya’dan uzaklaşmadan bir orta nokta bulma çabası. ABD’yle anlık bir sıkıntı yaşandığında Rusya’ya yanaşmak ve Rusya’yla anlık bir sıkıntı yaşandığında ABD’yle yanaşmak ki hangi tanımı kullanırsak kullanalım rasyonel bir dengeleme durumunda bahsetmek çok mümkün değil. BU STRATEJİ NE KADAR SÜRDÜRÜLEBİLİR? Stratejik muğlaklığın sürdürülebilirliği birçok konjonktürel faktöre bağlıyken temel olarak iki faktör çok öne çıkıyor. İlki iç siyasetteki dengelerden uzak nitelikli dış politika bürokratlarının süreci sürdürmesi ki Türkiye örneğinde bu faktör çok sıkıntılı. Genel olarak dış politikadaki bürokratlarımız nitelikli kişiler olsalar bile hükümetin vizyonu çerçevesinde hareket etmek zorunda kalıyorlar. İkinci önemli faktör ise uluslararası güçler dengesi içinde ülkenin konumu. Sistemdeki süper güçler bu tarz bir stratejiyi çok daha kolay ve uzun vadede sürdürebilirken orta-güçlü ya da daha güçsüz devletler bu stratejiyi uzun vadede sürdürmekte zorlanıyorlar. ABD, Çin ve Tayvan arasındaki ilişkilerde stratejik muğlaklığı yıllarca kullanmaya devam etti ve bu sorunlu ilişkilerle alakalı herhangi bir tarafı tamamen desteklemekten hep kaçındı. Bu stratejiyi Henry Kissinger döneminden beri sürdürebildiğini söyleyebiliriz. Fakat Türkiye gibi orta-güçlü bir devletin bu stratejiyi sistemdeki iki süper güç arasında yürütmesi uzun vadede çok mümkün görünmüyor. ABD ve Rusya şu an için direkt olarak karşı karşıya gelmediği için kazasız belasız stratejik muğlaklık politikası sürse bile, bu iki devlet arasında herhangi bir sorun çıkması durumunda bu politikayı sürdürmek mümkün olmayacaktır.