Türkiye’nin sorunlarının çözümü tartışılırken giderek artan oranda ‘güvenlik, özgürlük’ çelişki olduğu dile getirilmektedir. Güvenlik ile özgürlük arasında çelişki olduğu dile getirilince ürperiyorum. Hak ve özgürlüklerin zaman zaman ciddi biçimde kısıtlandığı / durdurulduğu zamanlar aklıma gelmektedir. Güvenlik ile özgürlük arasındaki nedenselliği tartışırken sorularla başlamak gerek. “Güvenliği nasıl tanımlıyoruz?” “Güvenliği sağlamak için neler yapmalıyız?” “Özgürlük nedir?” “Özgürlük sınırsız mıdır?” “Özgürlükleri koruyarak güvenliği sağlayamaz mıyız?” Güvenlik ve özgürlüğü toplumsal ve siyasal düzenle (devletle) birlikte düşündüğümüzde, “meşruiyeti güçlendirecek olan hangisidir?” “Farklı bir ifade ile güvenlik tedbirlerini artırdıkça mı güçlü devlet olunur?” ya da “(hak ve) özgürlükleri koruma düzeyini yükselttikçe mi güçlü devlet olunur?” Bu bağlamda devletin varlık nedeni ile tartışmaya başlamak gerekir. Devlet, ideolojik tartışmalara girmeden, soyut bir kavram; somutlaşmış hali yasama, yürütme ve yargı güçleri olarak karşımıza çıkar. Birbirlerinden bağımsız olması gereken bu güçler arasında normalde yasama (meclis) organı bir adım öndedir. Seçimle göreve gelir, yürütme ve yargı, meclisin çıkardığı yasaları referans alarak görevlerini yaparlar, yetkilerini kullanırlar. Devletin varlık nedeni, kendisine vatandaşlık bağı ile bağlı insanlara başta güvenlik / huzur olmak üzere, adaleti sağlamak ve bazı temel hizmetleri sunmaktır. İnsanların güvenliğini sağlamak, onların hak ve özgürlüklerini korumaktır. Başkalarının hak ve özgürlüklerini çiğneyenleri yargı / adalet aracılığı ile cezalandırarak güvenliği sağlar. Güvenliğin tanımı ortaya çıkmıştır. Devletin, vatandaşlara karşı korunması / güvenliği olamaz. Böyle bir tartışma başladığı anda, arkasında büyük olasılıkla devlet adına yetki kullananların (yönetenlerin) yaptıkları eylem ve işlemleri vatandaştan gizlemek çıkacaktır. Devletin güvenliği, ancak diğer devletlere karşı olabilir. Özgürlüğe geldiğimizde, hak ve özgürlükleri korumak çerçevesinde çıkarılan yasalara aykırı olmamak kaydıyla bireylerin istediklerini yapabilmeleridir. Yasaların çizdiği sınır, diğer bireylerin hak ve özgürlükleridir. Yani özgürlük sınırsız değildir. Sınırları / olanakları yasalarla belirlenmiş özgürlüklerin kullanımı güvenlik sorunu oluşturmaz. Kullanım sınırları dışına taşan özgürlüğü de yasalar korumaz. Aşım, suç ve cezalara giriyorsa, yasalar çerçevesinde yargı aracılığı ile müdahale edilir. Güvenlik ve özgürlük tartışmalarında, sanki yasal sınırları belirlenmiş özgürlüklerin kullanımının güvenlik sorunu oluşturacağı anlatılıyor. Bu modern devlet olmakla bağdaşmayan bir yaklaşım olur. Zira bir yandan bir hak ve özgürlük veriliyor, ardından o hakkın-özgürlüğün kullanımı güvenlik açısından tehlikeli görülüyor. Güvenlik ve özgürlük tartışmalarında üzerinde asıl durulması gereken, bir ülkede düzeni, iktisadi, toplumsal ve siyasi istikrarı sağlayanın ne olduğudur. Var olan siyasal toplumsal düzenin meşruiyeti üzerinde konsensüs (oydaşma) sağlanmalıdır. Modern devlete meşruiyetini sağlayan, hukukun üstünlüğüdür. Yönetenler, önceden belirlenmiş anayasa-yasalarla çerçevesinde göreve gelirler ve görevlerini-yetkilerini hukuk sınırları içinde yerine getirirler-kullanırlar. Asıl tehlike yönetenlerin yetkilerini kötüye kullanmaları, yani ana/yasal sınırları aşmalarıdır. İşte hukuk devleti dediğimiz yapı, yönetenlerin ana/yasal sınırları aşmalarına karşı geliştirilmektedir.