Seçim sonuçlarına ilişkin sıkça dile getirilen “milli irade tecelli etti” ifadesi yanlıştır. Seçimler, bir sonraki seçime kadar ülkeyi kendi yetki ve görev alanları ile sınırlı olarak karar vericilerin belirlenmesinden ibarettir. Yazı, özellikle sağ siyasetçiler olmak üzere kullanılan milli irade kavramını ve kavramın demokrasi açısından anlamını sorgulanmaktadır. Öncelikle, seçim sonuçlarının milli irade olmadığının altını çizelim. Milli irade, milletin iradesidir. Millet de, yaşamış, yaşayanlar ve doğacak olanları kapsar; yani soyut bir kavramdır. Dolayısıyla mevcut yaşayanlar, milletin bir unsurunu oluşturur ve halk denir. Ayrıca, millet belli bir coğrafyada yaşayanlarla da sınırlı değildir. Yani Türk Milletini oluşturan insanlar sadece Türkiye Cumhuriyeti altında yaşamıyor. Türk Milletinin bir parçası olup, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayıp, başka devlet vatandaşı olan Türkler de Türk Milletinin unsurudurlar. Seçimlerde oy kullananlar da, belli bir coğrafyada / ülkede yaşayan, o coğrafya üzerindeki devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan seçmenlerdir; başka bir devletin vatandaşı olanlar seçmen değildir; millet adına karar verme hakkına da sahip olamıyorlar. Dolayısıyla, seçim sonuçları en iyi ifade ile halkın iradesini yansıtabilir, ki bu da çok doğru değildir. Seçimlerde oy kullananların sayısı ve partilerin aldığı oy oranları birlikte değerlendirildiğinde, halkın iradesi kavramının da sorgulanması gerektiği ortaya çıkacaktır. Şöyle bir örnekle açıklamaya çalışalım: Nüfusu 100 olarak alalım. 18 yaşından küçük olanlar oy kullanmıyor. 18 Yaş altı nüfusu % 20 kabul edersek, geriye nüfusun 80’i kalır. Seçimlere katılım oranını Türkiye özelinde % 85 kabul edersek, toplam nüfusun sandığa giden oranı %68’e iner. Bu durumda bir seçimde %50 oy alan bir parti, toplam nüfusun %34’ünün oyunu almış olur. Özetle bunun anlamı, %50 oy alan bir parti, kesinlikle ‘milli irade’ belirdi diyemeyeceği gibi, “halkın iradesini temsil yetkisi aldım” da diyemez. Halkın iradesi, total %68’dir; bunun içinde muhalefet de vardır. Peki seçim sonuçlarını nasıl okumak gerekir? Seçim sonuçlarını, ‘gücün halkta / insanlarda olması’ çerçevesinde işleyen demokrasi üzerinden okumak gerekir. Demokrasinin anlamı ve bu anlamın hayata geçiş biçimi, sonuçtan önce seçimlerin nasıl yapıldığına bakmayı gerektirir. Bu yüzden de, demokrasinin öngördüğü seçim sisteminin özellikleri titizlikle uygulanmalıdır. Demokratik seçimlerin evrensel ilkelerinin uygulanmadığı seçimler, halkın iradesini yansıtmaz. Diğer bir ifade ile, eğer seçim sistemine / ilkelerine ilişkin sorunlar var ise, gücün halkta olduğunu söylemek de zordur, çünkü son karar vericinin (halkın) tercihlerinin seçim sonuçlarına yansıması da sorunludur. Altını bir daha çizelim, seçimlerin serbest ve adil olması gerekir. Seçim sisteminde halkın (%68’in) iradesini, sonuçlara yansıtacak özelliklerin olması gerekir. Bu çerçevede, doğrudan seçimlerle ilgili olmayan örgütlenme, ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü ile bağımsız medya gibi temel hak ve özgürlükler demokrasinin ve onun öngördüğü seçim süreci üzerinde önemli etkiye sahiptir ve sıkı güvence altında olması gerekir. Bu hak ve özgürlüklerin sıkı biçimde korunması sağlanamıyorsa, seçimler demokrasinin öngördüğü biçimde yapılmamıştır ve de seçimlerde çıkan sonuçların pek bir anlamı yoktur diyebiliriz. Seçim sonuçları ayrıca seçmenlerin %50’sinin, nüfus olarak da %34’ünün oyunu alan parti veya kişiler açısından anlamının sorgulanması da gerekir. Bunu, kurucu iktidar ve kurulu iktidar kavramlarına girmeden Anayasa’nın yaklaşımı üzerinden de analiz edebiliriz. 1961 Anayasası gibi, 1982 Anayasası diyorki, (md. 6) “Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır”. Yetkili organlar TBMM (md. 7), Cumhurbaşkanı (md. 8) ile bağımsız ve tarafsız yargıdır (md. 9). Bu hükümlerin anlamı şudur: (atamayla göreve gelen) yargı da Türk Milleti adına egemenlik yetkisi kullanıyor. Türk Milleti adına egemenlik yetkisi kullanmak için, seçimle göreve gelme zorunluluğu yoktur. Burada önemli nokta, Türk Milleti adına egemenlik yetkisini kullanacak olanların, yetkilerinin bir sınırının olup olmadığı sorusudur. 1982 Anayasasının genel hükümleri egemenlik yetkisinin kullanımı konusunda gayet açıktır. 6. Maddenin son fıkrası “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” diyor. 10. Maddede “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”. 11. Madde “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” diyor. Bu hükümlerin anlamı, egemenlik yetkisi kullanacakların yapıp – yapamayacaklarının bir sınırı var ve bu sınır Anayasada belirtilmiştir. Türk Milleti adına egemenlik yetkisi kullanacak olanların yetkilerini kullanırken, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini de göz önüne almaları gerekir. Bu özellikler, ‘insan haklarına saygılı’, ‘Atatürk Milliyetçiliğine bağlı’, ‘demokratik’, ‘laik’, ‘sosyal’ ve ‘hukuk devleti’dir. Bir diğer ifade ile seçimle göreve gelen TBMM / milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı, Anayasada da açıkça belirtildiği gibi, egemenlik yetkisini kullanırken / görevlerini yerine getirirken Anayasa ile bağlıdırlar. Seçimde “millet bize yetki verdi; artık her istediğimizi yapabiliriz” diyemezler. Anayasada sayılan Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri de bağlayıcıdır. Türk Milletine ait olan egemenliğin kullanılması, hukukla sınırlıdır. Milletin iradesi, Anayasadır. Özetle, ister demokrasinin öngördüğü evrensel ilkeler üzerinden, isterse de 1982 Anayasası üzerinden değerlendirilsin, seçim sonuçları Türkiye’yi sonraki seçime kadar, başta Anayasa olmak üzere hukuk kurallarına göre ülkeyi yönetecek olanların belirlenmesinden ibarettir. Seçim sonuçları, ‘milli irade’ değildir. Soyut olan milletin iradesini, somutlaşmış olarak nerede görebiliriz sorusunun yanıtı anayasa olabilir.