Bir an evvel “kurumsal devlet” yapısının faaliyete geçtiği ve bu yapının en önemli parçası olan “Yargı”nın tarafsız ve bağımsız şekilde işlediği bir düzene, adalete hepimiz hasret durumdayız. Yeni yılda en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri “adalet”. Ülkenin en büyük problemlerinden biri o. Bir an evvel “kurumsal devlet” yapısının faaliyete geçtiği ve bu yapının en önemli parçası olan “Yargı”nın tarafsız ve bağımsız şekilde işlediği bir düzene, adalete hepimiz hasret durumdayız. Benim için yılın son duruşması, oldukça takip edilen ve yıllardır devam eden bir davanın karar duruşmasıydı. Redhack’in bir dönem Berat Albayrak’ın e-postasını ele geçirip gazetecilere göndermesi üzerine, bu durumu haber yapan gazetecilerin yargılandığı dava. Benim müvekkilim, bu dava sebebiyle 1 yıl “terör örgütü üyeliğinden” tutuklu kalmıştı. 7-8 terör örgütü adının yan yana sayıldığı, her bir sanığın birbirinden alakasız (örneğin müvekkilim DHKP-C ve FETÖ üyeliğiyle suçlanıyordu) en az iki terör örgütüne birden dâhil olduğunun iddia edildiği tuhaf mı tuhaf bir iddianame… AİHM’nın tutuklulukların haksız olduğunu tespit ettiği, sanıkların niçin yargılandıklarını bilmediği, sürekli hâkimin savcının değiştiği, bir acayip yargılama… Her neyse, terör örgütü propagandasına ilişkin suçlamalardan beraat ettiler. Tutuklananların 1 yılı heba oldu gitti. Devlet “pardon” dedi. Ferhan Şensoy ışıklar içinde uyusun. Oysa her yeni yıla girerken umutlanıyoruz, yeni koca bir yıl geliyor, güzel şeyler olsun diye bekliyoruz. Koskoca 1 yıl, insan hayatı için ne de önemli! Ama birileri sizden o 1 yılı “öylesine”, “pardon” demek suretiyle alıveriyor. Yargılama stresini, maddi-manevi deformasyonunu saymıyorum bile. Elbette tazminat davası açabiliyorsunuz fakat bir sürü teknik detay var, o da ayrı bir uğraş, ayrı bir efor. Niçin peki tüm bunlar? Tarafsız, bağımsız ve liyakatli olmaktan uzak bir Yargı’mız olduğu için. Hava gibi, su gibi oysa. Öyle zaruri, öyle yaşamsal… Yine, yılın son günlerinde, komik mi desek trajikomik mi desek bir dava daha görüldü; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir rakıda kullanılan Âlâ markasının dini değer ve sembol içerdiği gerekçesiyle açtığı bir dava. Diyanet İşleri Başkanlığı davasına gerekçe olarak; “Dinen haram kılınan bir nesne için Allah’ın sıfatlarından birinin marka olarak kullanılması doğru olmadığını” gösterdi. Bu isimlendirme, Kuran’da içki hakkındaki olumsuz nitelemeye muarız ve övücü bir mahiyet arz etmekteymiş. Mey Alkollü İçkiler Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi ise davanın reddini istedi. Duruşmada, gerekçesi sonradan belirtilmek üzere, dava reddedildi. Karar her ne kadar sevindiriciyse de, bu tür davaların açılabiliyor olması dahi akla zarar. Hoş, ülkenin İç İşleri Bakanı’nın yaptıkları kamusal işler için “Bize Allah Yaptırdı” dediği, “Boşanmayın, ikinci eş alın” diyen birinin GATA’da halen başhekim yardımcılığı yaptığı, müftülerin resmi nikâh kıyabildiği bir yerde bu tür davaların açılması şaşırtıcı değil. Şaşırmaya devam etmemiz gerekiyor; fakat geçtiğimiz 20 yıl boyunca o kadar şaşırdık ki, şaşırma çıtamız artık çok yükseklerde. Gelecek yıllardaki en önemli uğraşımız bu çıtayı düşürmek olmalı. Bu medeniyete, laikliğe ve Anayasa’ya aykırı durumlara şaşırmaya devam etmeliyiz ki yüksek sesle “dur” diyebilelim. Bir de hukukun kişiye göre uygulanması, yani çifte standart uygulaması var ki, o da ayrı bir yargısal problem.
Şaşırma çıtamız artık çok yükseklerde. Gelecek yıllardaki en önemli uğraşımız bu çıtayı düşürmek olmalı. Bu medeniyete, laikliğe ve Anayasa’ya aykırı durumlara şaşırmaya devam etmeliyiz ki yüksek sesle “dur” diyebilelim.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’nın raporuna göre; 32 yılda 5 cumhurbaşkanı için 1816, 6 yılda (2014-2020) Erdoğan için 38.581 “Cumhurbaşkanına Hakaret” davası açıldı. 2021 yılını da katsanız içine kim bilir sayı kaç olmuştur… Geçtiğimiz zamanlarda maruz kaldığım bir linç üzerine toplu suç duyurularında bulundum. Ağza alınmayacak, burada yazmaya utandığım sözler sarf edildi. Sanıyorum ki bir kısmına dava açılacak; fakat önemli bir kısmı için de takipsizlik kararları veriliyor. Takipsizlik kararı verilen hakaretleri Cumhurbaşkanına söylesek, eminim para cezasına dahi çevrilmeden ve hatta hükmü açıklanması geri bırakılmadan doğrudan hapis cezası verilir. Öyle ağır hakaretler… Bize söylenince “kaba söz”, Cumhurbaşkanına söylenince ağır suç. Söz konusu hakaretleri sosyal medya üzerinden duyurup, “Bunları söyleyebilirsiniz, zira hakaret sayılmıyor, emsal karar var” demeyi düşündüm. Eminim, bu defa da “Suç İşlemeye Tahrik”ten hakkımda dava açılırdı. Yalnızca bu kadar söylüyorum. Bunlar, son süreçte bizzat şahit olduğum birkaç örnek. Her gün nicesini okuyoruz. Temennimiz o ki; 2022’de en azından daha azını okuyalım. Adalet yoksa mutlu bir yıl da yok. Herkese adil yıllar.