Her tercih aynı zamanda bir vazgeçiştir
Politikyol
Türkiye her geçen gün problem yaratan değil, sorun çözen bir yönetime daha çok ihtiyaç duyuyor.
Oysa mevcut iktidar kamuoyunu “kutuplaştırıp”, kendi belirlediği saflarda yer almaya zorlamak için, sürekli sorun yaratarak yönetmeyi bir taktik olarak uygulamaktadır. Bunu yaparken de, geçmişten devralınan sorunların etrafında eleştirel söylemler geliştirip, insanları tarafgirliğe zorlamıştır. İktidarının başlarında sorun çözmek için karar alıp, bunların sonuçlarını görebilecek henüz yeterli zamanı yokken, bu stratejinin başarılı bir şekilde işlediği görüldü. Zira kamuoyu taraf olduğu kararların neticesinde ortaya çıkan maliyetleri daha o günlerde görememiş, sadece bunların siyasi coşkularını yaşamıştı. Kutuplaştırmanın sağladığı bu imkânların koruması altında, iktidar birçok siyasi karar alarak, bunu kendi siyasi gündemini uygulamak için fırsat bildi. Bu gündem bazen ortaya atılan sorunlarla ilgisi olmayan, iktidardaki karar alıcıların konuları kamuoyu dikkatlerinden kaçırmaya çalıştığı bir gündem olarak da ortaya çıktı.
Sorunlara çare olamayan kararlarda “miyopik” davranıldığı çok geçmeden görüldü. Kısa vadeli siyasi kazançlar elde etmek için, gerçekçi çözümler ertelendi, ama iktidarda kalma süresi arttıkça, bu sorunlar iktidarın karşısına başka sorunlarla birlikte yeniden çıktı. İktisatta olduğu gibi siyasette de, iktidarda yeterince uzun süre kalınca, geçmişte aldığınız kararların kaçınılmaz sonuçlarını ister istemez görmek durumunda kalabiliyorsunuz. Özellikle bu kararlar kısa süreli fırsatçı edinimler için alınmış kararla ise, bunların maliyetleri de uzun vadede ayağınıza dolanmaya başlıyor; ülkenin yönetimini zorlaştırıyor.
İktisatçıların çok aşina oldukları başlıkta yer alan ifadeyi, bugün yaşadıklarımızın ışığında tekrar ele almakta fayda var. Zira iktidarın bugün maruz kaldığı sıkıntıların bir nedeni de, geçmişte kısa dönemli siyasi çıkarları doğrultusunda aldığı, gerçek sorunlarımıza çözüm getirmeyen kararlardır. O kararları tercih etmesi belki kısa dönemde iktidarın istediği yönde sonuçların doğmasına yol açtı; ama kalıcı çözümler bulunamadığı için biriken sorunlar, bugün iktidar için ciddi ayak bağı olmaya başladı. Çok daha kötüsü, yönetimin sorun çözme kabiliyetini azalttı.
Bazı kısa dönemli siyasi kararlar iktidar gruplarının çıkarlarıyla ters düşebilir. Ancak uzun dönemde elde edilecek çok daha olumlu sonuçların altyapısını bugünden oluşturmamıza yarayacaktır. Böyle bir durumda yönetim içinde doğabilecek muhalefeti ikna edebilmek, kısa dönemdeki tüm olumsuz sonuçlarına rağmen uzun vadeli çıkarları kısa vadelilere tercih edebilmek de iyi liderliğin en belirgin özelliği olarak karşımıza çıkar. Tam 21. yüzyılın başlarına doğru Türkiye bu konularda önemli bir yol kat etmeye başlamışken, bugün geldiğimiz noktada değişimin sadece aktörlerle sınırlı kaldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Hatta sergilenen siyasi liderlik bakımından “Yeni Türkiye” diye diye, eskisini arar hale geldik.
Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, daha iyi bir geleceği inşa edebilmek için kısa dönemli tekil menfaatler yerine, uzun dönemli toplumsal kazanımları tercih edecek yeni bir liderliğe ihtiyaç vardır. Bu tarz bir liderliğin ülkemiz için gösterilmesi, maruz kaldığımız siyasi ve ekonomik sorunların boyutu düşünüldüğünde, bugün geçmişte olmadığı kadar zaruri hale gelmiştir. Yaşadığımız olaylar bu zaruretin bir göstergesidir.
Dedik ya, hayatta alınan her kararın, yapılan her tercihin bir sonucu, bu sonuca bağlı bir maliyeti vardır. Bu maliyetler er ya da geç mutlaka karşımıza çıkar. Bazen görürüz, bazen de görülmek istenmez, çevremizden saklamaya çalışırız bu maliyetleri. Covid-19 salgınıyla ilgili bugün yaşadıklarımız bunun en güzel örneği. 128 Milyar dolar meselesini şimdilik bir tarafa bırakalım… Salgınla mücadele performansımıza bakalım ve kısa dönemde yaptığımız tercihlerle bu mücadelede çizdiğimiz zig zagların bugün nelere mal olduğunu görelim.
Son zamanlarda salgının ulaştığı boyut tüm dünyanın dikkatini çekecek düzeyler geldi. Yüksek rakamlara ulaşan can kaybının yanında, bunun ekonomik manada da ülkeye büyük zararları olmaya başladı. Salgının yarattığı olumsuz ekonomik koşulların kurbanı olan kesimlerin maddi yoksunluklarına ek olarak, salgının bugüne kadar kontrol altına alınamaması umutla 2021 yazını bekleyen turizm sektörü üzerinde şok yaratmaya başladı. Bu durum, olumlu etkisi uzun süreli olmayan ama kamu sağlığı bakımından ciddi bir tahribata yol açan siyasi tercihlerin sonucudur. Oysa Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrol etmek için uygulamaya çalıştığı “sıkı” para politikasının temel dayanaklarından biri ekonominin döviz gelirlerinin arttırılabilmesidir. Yüksek faiz ve azalan likidite arzı sonucunda daralacak olan yurtiçi talebi, dış talep yoluyla telafi edebilmek ve bu yolla döviz geliri elde etmek bu makroekonomik modelin ana beklentisidir. Dahası, ihracat ile birlikte turizm gelirlerinin de ülkenin döviz gelirlerine büyük oranda katkı yapması beklenmektedir.
Şimdilik ihracatta bir sorun görülmüyor. Ama turizm gelirlerimizin ne düzeyde gerçekleşeceği konusunda belirsizlikler artarak devam ediyor. 2019 yılında 34 milyar doları aşan bu gelirler, salgının etkisiyle 2020 yılında 12,5 milyara kadar düştü. Sektörün bütün umudu 2021 yılıydı ve 20 milyar dolar gibi bir gelir beklenmekteydi.
Fakat son zamanlarda, Avrupa ülkeleri 2021 yazı için yaptıkları rezervasyonları birbiri ardına iptal etmeye başladılar. Bu kervana Rusya’nın da katılmasıyla umutla beklediğimiz 2021 yazı sektör için neredeyse kâbusa dönüştü. Buna en son 20 Nisan tarihinde ABD’nin vatandaşları için yaptığı Türkiye’ye seyahat etmeme uyarısı eklendi.
Turizm sektöründe yaşanan iptallerin ana nedeni ülkemizin Covid-19 salgınıyla mücadelesindeki başarısızlığıdır. Birçok Avrupa ülkesi bitiremese bile, en azından vatandaşlarını yeniden salgın riskine maruz bırakmak istemiyor.
Türkiye bunları çok daha önce öngörebilir, kendisi için yaşamsal öneme haiz bir sektörü “sağlıklı” bir konuma getirebilirdi. Ancak ülkemizde bir kez daha siyaset ekonomik ve sosyal ihtiyaçların önüne geçti ve ülkenin ve ekonominin kaderini belirler duruma geldi. Ülke yönetiminde söz sahibi olan siyasi kadrolar, kendi ikballeri için aldıkları siyasi kararlarla hem genel olarak ülkenin, hem de özel olarak ekonominin kaderinde belirleyici oldular. Onların tek umudu, alınan siyasi kararların neticesinde ortaya çıkan maliyetlerin, bir şekilde kamuoyunun dikkatinden kaçması, görülmemesidir. Ne var ki, ülke olarak maruz kaldığımız birçok problemin aynı anda ortaya çıkması, her geçen gün bu problemlerin ağırlığını daha çok hisseden kamuoyunun yaşananları gözden kaçırmasını pek mümkün kılmıyor. Özellikle ekonomide ortaya çıkan başarısızlıklar, kamuoyu nezdinde hükümet için giderek daha çok olumsuz referans oluşturmaya başlıyor.
Siyasilerin salgını neredeyse hiçe sayarak, cami açılışı ve parti kongreleri gibi etkinlikleri yapması, zaman zaman kamuoyunun belli kesimlerince tanınan, saygı duyulan kimselerin cenazelerine büyük kalabalıkların toplanmasına izin vermesi ciddi siyasi mesajlar içeren, sözüm ona iktidara da fayda sağlayacağı düşünülen siyasi kararlardır. Ancak bugün geldiğimiz noktada, dün siyasi saiklerle alınan bu kararlar bugün turizm sektörü için gerekli sağlıklı ortamın oluşumuna mani olmuştur. Netice tüm bu yaşananlar siyasi bir tercihin sonucudur ve bunun hesabı da siyasi olarak kamuoyuna verilecektir.
Salgının birinci dalgasının ardından alınan tedbirlerin başarısı görüldükten sonra Haziran 2020’de açılan Türkiye, yaz aylarında ciddi bir gevşeme yaşadı. Nüfusun hareketliliğinin arttığı bu dönemde, doğrusu siyasiler kendi eylemleriyle de bunu teşvik ettiler. Örneğin Temmuz ayındaki Ayasofya’nın açılışı, görselliği yüksek bir şova dönüştürüldü. O günlerde siyasi safların sıkılaştırılmasını amaçlayan böyle bir eylem, kamu sağlığı açısından ciddi bir risk oluşturdu. Siyasiler bundan ne kadar faydalandılar, bilmek mümkün değil. Ama bu etkinlikler için Türkiye’nin dört bir yanından mobilize edilen bu insanların Covid-19 virüsünün ülke sathına yayılmasına aracılık ettikleri elbette tartışma götürmez.
Böyle bir zamanda, siyasi menfaat sağlamak maksadıyla yapılan bu ve benzeri etkinliklere bir siyasi tercihin sonucu olarak girişildiği açıktır. Tüm uyarılara rağmen siyasilerin böyle bir tercihte bulunmalarının nedeni, ortaya çıkması muhtemel faydadan kendilerinin yararlanabileceği, ama doğacak maliyetlerin başkaları tarafından yüklenileceğini düşünmeleridir. Ancak siyasi saiklerle alınan o karalar salgınla mücadelede zafiyetlerin oluşmasına ve salgının yarattığı olumsuz koşuların giderilememesine yol açmıştır. Dahası bugünlerde ülkemizin çok ihtiyaç duyduğu döviz gelirlerinin ana kaynaklarından olan turizmin önünde ciddi bir engel oluşturmuştur.
Ortaya çıkan bu engel sadece bazı toplum kesimlerinin değil, aynı zamanda bu kararları alanların da aleyhine bir durum yaratmış, ekonomideki sorunları ağırlaştırıcı etkisiyle yönetim üzerindeki siyasi baskıların artmasına neden olmuştur. Salgını kontrol edemeyen bir ülke olarak, Türkiye ihtiyaç duyduğu turizm gelirlerinden yeterince yararlanamayacak, bu durum siyasilerin daha önce düşünmedikleri enflasyonla mücadele ve kur istikrarı gibi konularda elini kolunu bağlayacaktır. Dün kısa süreli elde edilen kazanımlar, orta vadede hükümetin iktisadi manada hareket alanının daralmasıyla sonuçlanmıştır. Bugün turizm gelirleri bakımından olumsuz sonuçlar doğuracak olan bu iptaller hükümetin salgınla mücadeledeki başarısızlığının bir sonucudur.
Salgının süresi uzadıkça karşı karşıya kaldığımız maliyetler de artmaktadır. Dahası salgın sonucunda ortaya çıkan iktisadi problemlerle mücadele için gerekli kamu kaynaklarının miktarı da her geçen gün artmaktadır. Hükümetin elindeki yegâne imkân kontrolünde olan bütçedeki harcama kalemlerinden yapacağı tasarruflar ile birtakım bütçe harcamalarını yapılandırması ile kaynak yaratabilmesidir. Bu yapılmadan ve ülke sürdürülebilir ciddi bir mali kaynak girişine sahne olmadan ortaya çıkan ekonomik sorunlara çare bulamayacak olan hükümetin üzerinde kamuoyu baskısı artacaktır. Ancak iktidarın bu köşeye sıkışmışlığı onun toplum üzerindeki baskılarının da artmasına yol açacaktır. Bu noktada sorun, böyle baskılara dayalı bir yönetimin, özellikle kurumları ciddi oranda zayıflamış bir ülkede iktisaden ne kadar sürdürülebilir olduğudur. Zira baskıların yaratacağı korkular, gün geçtikçe biriken iktisadi sorunları örtmekte yetersiz kalacaktır.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı