Helalleşme muhalefeti merkezden uzaklaştırabilir
Politikyol
Bu gruplar, kimlikler ve aktörlerle helalleşme çabası CHP’yi de Cumhuriyeti de aşan bir bataklığa dönüşme riski taşıyor. Devletin tabiatı ve yapısı ile devletten asırlardır öyle ya da böyle dışlanmış kolektif kimliklerin helalleşme süreci sandığımızdan çok daha zor olabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı tek taraflı değerlendirilemeyecek kadar karmaşık bir süreci işaret ediyor. Kavram ve çıkılan yol aslına bakarsanız imkân ve riskleri de beraberinde taşıyor.
En önemli riski, bana kalırsa uzun zamandır iktidardan boşalmış makuliyet ve merkez koltuğuna talip olmaya başlayan CHP’yi merkezden uzaklaştırma tehlikesidir.
Helalleşmenin muhatabı aktörler, ülke sosyolojisinde uç sağ ve uç sol diyebileceğimiz siyasi figürlere ve marjinal kimliklere tekabül ediyor. Bu kimlikler sandıkta da merkezi oluşturan vasat çoğunluğun dışında kalıyor.
Bu tespit, onları görmezden gelelim ve sorunları halı altına süpürelim demek değil; aksine onları da aşan bir mutabakat arayışının ifadesi olarak okunabilir.
Bu marjinal gruplarla sadece erken ve geç Cumhuriyet dönemi devletinin kriz yaşadığını söyleyemeyiz.
Marjinal sol gruplar için kabaca bakarsak, devletin politik anlam değer dünyasının Sünni Müslüman Türk kimliğiyle şekillenmeye başladığı günlerden beri gelen bir krizin uzantılarından bahsedebiliriz. Marjinal sağ İslamcı gruplar için de en geniş anlamda Tanzimat ve Meşrutiyet döneminden başlayan bir kriz hikâyesinden söz edilebilir.
Bu marjinal grupların devletin ontik yapısıyla yaşadığı felsefi ve kültürel problemler kolay aşılabilecek şeyler değil; üzerine bir de devletin epistemik kurumsal geleneğiyle yaşanan krizler eklenince ortaya çıkan şeyin ne denli büyük bir kriz olduğu görülebilir.
Bu gruplar, kimlikler ve aktörlerle helalleşme çabası CHP’yi de Cumhuriyeti de aşan bir bataklığa dönüşme riski taşıyor. Devletin tabiatı ve yapısı ile devletten asırlardır öyle ya da böyle dışlanmış kolektif kimliklerin helalleşme süreci sandığımızdan çok daha zor olabilir.
Devlet bu topraklarda, mülkiyet hakkı ve şuuru uzunca süredir atıl kalmış vatandaşın müzakere edemeyeceği kadar büyük bir iktisadi ve siyasi hayatı temsil ediyor.
Kadimden bu yana ve bilhassa modernleşme süreçleriyle birlikte devletle simetrik bir pazarlık ve müzakere geleneği olmayan Türk halkı, hayatı devletin yanı başında ve fakat bu erki iktidarlar aracılığıyla makul ve merkeze çekerek kotarma yoluna gitmiştir. Bu kotarma süreci, bilinç dışı olarak asırlardır süren fukaralık tehdidini politik bilince merkez aracılığıyla aktararak kazanılmıştır.
Türkiye sosyolojisinde merkez, vasat seçmenin ekmek ve hayat kavgasını en geniş anlamda kamusal menfaate dönüştürme ve bunu devlet aygıtına eklemleyerek optimal bir dengeyi yakalama mücadelesini ifade eder.
Merkezi kurarken siyasi partilerin dikkate alacağı yegâne şey de budur; ekmek ve hayat kavgasını en geniş kamusal mutabakata dönüştürebilmek. Bunun dışında kalan her girişim merkezin dışındadır ve merkezi örseleme tehlikesine sahiptir.
Merkezi kurmanın arifesinde olan muhalefetin, helalleşmeyi dini ve kültürel kolektif kimlikler üzerinden okuması her ne kadar iyi niyetli olsa da büyük bir risk taşıyor. Zira ulus devletin kolonları olan milliyetçilik ve laikliğin temel gayesi, devlet ile yurttaş arasındaki mesafeyi eşitlemektir.
Milliyetçilik ile hedeflenen şey, kolektif kimlik zikretmeden milletin tamamının kamusal menfaatinin korunması ve geleceğe taşınmasıyken; laiklik ile hedef vatandaşın devlet ile aracı dini kimlikler üzerinden ilişki kurmasının engellenmesidir.
Devlet ile yurttaş arasına giren ve devletçe muhatap alınan her aracı kolektif kimlik, uluslaşma sürecinde aldığımız tüm bu kazanımları örseleyebilir.
Hâl böyle olunca tüm bu marjinal kolektif kimlikleri, birey üzerinden vatandaşlık mutabakatıyla, ekmek ve özgürlük adına devlete ortak olmaya çağırmak daha kapsayıcı görünüyor. Aksi durum, sorunu post-modern kültürel bir kimlik senfonisi olarak ele almak ve çözümü de orada aramak demek olur.
Bu durum çözüme dair iyi niyeti, uluslaşmanın daha da yaralanmasıyla derin bir bataklığa gömebilir.
Birey ve vatandaş üzerinden amme menfaatini kapsayacak şekilde ekmek ve özgürlük çağrısı, bize sonsuz çözüm imkânı açar. Devlet ile yurttaş arasındaki mesafeyi eşitlemeye yardımcı olur. Sonsuz sayıda kolektif kimliğe tek tek ve sonlu çözüm önerileri sunmak ise işleri çıkmaza sokabilir. Bu durum sizi çözüm sürecinin kriz metoduyla baş başa bırakır.
Üniter ulus devletlerde uluslaşma süreçleri ekmek, hayat ve özgürlüğe bağlı olarak yaralıysa; Cumhuriyetin kazanımlarını heba etmeden yaraları onarmaya dikkat kesilmek gerekiyor.
Kazanımları bütüncül anlamda yıkmadan bir onarım teşebbüsü ancak geleceği daha sağlam bir zemine taşır. Bunun yolu da anayasada tanımlı olanla devletin muhataplığıdır. Yani yasalarda tanımlı olan birey ve vatandaşa en genel anlamda kamusal bir ekmek ve özgürlük vaadidir. Diğer türlüsü bir bataklığı andıran bu sosyolojide yalnızca merkezi kurutmakla kalmaz; uluslaşmaya dair alınan onca mesafeyi de boşa düşürebilir.
Yorumlar
Popüler Haberler
İstanbul'da üç eğlence merkezi kalıcı olarak kapandı
UKOME toplantısı: İBB'nin zam teklifi reddedildi, yeni taksilerin tasarımı kabul edildi
TELE1, sunucusunun 'Ferdi Tayfur çıkışı' için özür diledi
Ferdi Tayfur hayatını kaybetti
Kabine kulisi: 'Yeri sağlam' görülen ve 'gidici' gözüyle bakılan isimler
Rize'de PTT şubesine saldırı: İki çalışan hayatını kaybetti