Şu bir gerçek, muhalefetin kazanmasının yolu HDP’yle örtülü ya da açık işbirliğinden geçiyor. Ve muhalefetin HDP’yle ilişkisi “mahcubiyet” içerdiği ölçüde zayıf kalır. Kuşkusuz son günlerde en çok tartışılan konu AKP’li yetkililerin başörtüsüne ilişkin Anayasa değişikliği konusunda HDP’ye yaptığı ziyaret. Bu ziyaretten sonra herkesin gözü MHP lideri Devlet Bahçeli’ye çevrildi. Devlet Bahçeli önceki gün grup toplantısında konuyla ilgili olarak; AKP’nin HDP ile görüşmesi son derece doğal ve doğrudur” dedi. Oysa kamuoyunda hatrı sayılır beklenti, Bahçeli’nin bu ziyarete tepki göstereceği şeklindeydi. Bahçeli’den beklenen sert çıkış büyük ölçüde kendisinin HDP konusunda yakın zaman kadar söylediklerinden dolayı idi. Ama olmadı. Olmazdı çünkü, Cumhur İttifakı’nın siyasi özü “anti-Kürt” olduğu kadar aynı zamanda iktidar olma halinin devamını merkeze almış olmasıdır. Bu pragmatik siyaset anlayışı, iki partiyi de birbirine mahkum etmektedir. HDP’SİZ OLMAZ Diğer yandan AKP’nin başörtüsü konusunda Anayasa değişikliği HDP dahil tüm partilerle görüşmesi siyaseten doğrudur. Bu açıdan AKP’nin HDP ile görüşmesi doğru, bugüne kadar HDP’ye karşı alınan tavır yanlıştır. Kuşkusuz AKP’nin HDP’yi ziyareti açıktır ki pragmatiktir. Aynı şekilde Bahçeli’nin bu ziyareti normal bulması da. Peki Cumhur İttifakı’nın iki ortağı HDP’yi bu kadar ötekileştirdikten sonra ilişki kurma konusunda bu kadar cesurken; muhalafet partilerinin HDP’yle olan ilişkisi bundan sonra nasıl olacak? Buna özellikle Altılı Masa’nın iki büyük partisi CHP ve İyi Parti cevap vermek durumunda. Mesela Devlet Bahçeli, CHP artık HDP’dir, HDP zaten PKK’dır” ya da “CHP’nin HDP ile görüşmesi PKK’yla görüşmedir” dedikten sonra; AKP’nin HDP ile görüşmesi son derece doğal ve doğrudur” derken; CHP’nin HDP’yle ilişkisi nasıl olacak? Ya da İyi Parti’nin temel pozisyonu hala, ‘HDP ile yan yana gelmeyiz’ politikası mı olacak? Açıkçası CHP’nin de, İyi Parti’nin de HDP’yle açık siyasi ilişki geliştirme konusunda en az AKP kadar cesur olmak durumundadır. Dün İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in grup toplantısında konuşmasına bakarsak, HDP politikasında bir değişiklik olmayacak. Açıkçası kendine başbakan olma misyonunu biçen bir liderin HDP’yle görüşmemesi de anlaşılabilir değildir. Şu bir gerçek, muhalefetin kazanmasının yolu HDP’yle örtülü ya da açık işbirliğinden geçiyor. Ve muhalefetin HDP’yle ilişkisi “mahçubiyet” içerdiği ölçüde zayıf kalır. Eğer Cumhur İttifakı’nın kurduğu “milliyetçilik ” tuzağına düşülürse,  mevcut koşullar ağırlaşarak devam edecek ve normal şartlara dönmek imkânsız olacaktır. O yüzden HDP’nin siyaseten ortak olmadığı bir muhalefetin başarı şansı yoktur. Cumhur İttifakı da bu gerçeğin farkında. HDP’den destek olmasa da Kürt seçmenin oyunu almak ya da onları sandığa küstürmek için HDP’nin kapatılması dahil, Öcalan’ın yeniden devreye sokulması dahil tüm alternatifleri değerlendiriyor. Bunun da muhalefet tarafından dikkate alınması gereklidir. YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİ MÜMKÜN MÜ? Bu ziyaretten heyecanlanan bazı AKP’li vekiller HDP’yi uyararak yeni bir çözüm sürecinin mümkün olabileceğini ve HDP’nin bir anlamda iktidara mahkum olduklarını ima ediyorlar. Böyle bir olasılık yani yeni bir çözüm süreci başlatması Türkiye’nin verili koşullarında hayli zordur. İki nedenden dolayı. İlki yazılarımda sık sık ifade ettiğim gibi; Cumhur İttifakı’nın ideolojik olarak “anti-Kürt” bir damar ve siyasetin taşıyıcısı olması. 7 Haziran 2015 gecesi ya da öncesinde temeli atılan AKP/MHP ittifakı, bugün Cumhur İttifakı olarak karşımızda duruyor. Bu ittifakın Kürtlere ve Kürt sorununa bakışı, onların varlığını yok saymayan ama onları kamusal alanda etnik Kürt kimliği ile değil muhafazakâr kültürel kimliği ile tanımlayan; Kürt sorununu eşit vatandaşlık ve haklar üzerinden değil, teknik bir kalkınma ve ekonomi temelinde çözümü öneren bir anlayıştır. Yeni bir çözüm sürecini imkansız kılan ikinci neden de ülkenin içinde olduğu siyasi iklimdir. Siyasetin yok edildiği, demokrasinin alanının daraldığı, temel hak ve özgürlüklerin ortadan kalktığı bir siyasi iklimde yeni bir çözüm sürecinin başlama imkanı yoktur. Kabul edelim ki, batıda otoriter olan bir siyasi anlayışın doğuda özgürlükçü olacağını varsaymak hayli ütopik olsa gerek.