Ve niye iki sene? Büyük ihtimalle gelecek ekim ayında artık Türkiye tamamen seçim ortamına gireceği için kendi milletvekillerini bile bu konuda toparlayamayacaklarını düşünüyorlar.-Türkiye’nin OECD’nin “gri listesine” alındı. Neden bu listeye alındı Türkiye? Bu, adım adım iktidarın Türkiye’yi getirdiği bir durumdur. Çünkü, bu FATF, OECD’nin bir kuruluşu. Türkiye’nin de tanıdığı ve BM’de de bağı olan bir kuruluş. BM kararlarının da aynı zamanda uygulanmasını denetleyen bir kurum. O kadar göstere göstere geldi ki bu. Türkiye 2019’da FATF’ye sözler verdi. Kara para aklanması ve terörizmin finansmanı ile ilgili. 2019’da ‘ben şunları yapacağım’ diye madde madde sıraladı söz verdi. Çünkü uzun zamandır uyarı alıyorlardı. O söylediklerinin hiçbirini yapmadılar. Sonra geçtiğimiz yıl sonunda alelacele bir gün Hazine ve Maliye Bakanı meclise geldi bir kanun teklifiyle. ‘Bu FATF’nin istediği kanun teklifi’ diye getirdiler önümüze. Ve ‘30 Aralık 2020’den önce bunu çıkarmamız lazım’ diye getirdiler. Biz o zaman baktık kanun teklifine; FATF uluslararası bir kuruluş tabii ki. BM kararlarının uygulanabilmesi için bir kanun teklifinin hazırlanması makul. Çıkarılması gerekir, geç kalınmış bir şey. Korkuyorlardı ‘gri listeye alınırız’ diye. Bu ne demek? Yabancı yatırım gelmemeye başlıyor. Biz o zaman dedik ki ‘getirdiğiniz bu kanun teklifi bu talepleri tam olarak karşılamıyor yeterli değil.’ İkincisi, bunlar çok yaratıcı ve cin fikirli ya… İçine Türkiye’deki STK’lara kayyum atayabilmek için ve onların çalışmalarını engelleyebilmek için bazı maddeler koydular. Sanki Türkiye’deki STK’lar, dernekler falan bir terör finansmanı yapıyormuş gibi maddeler koydular. Biz dedik ki ‘bu FATF’nin istediği kanunla bu maddelerin alakası yok’ itiraz ettik dinlemediler bizi. Sonra şubat ayında FATF kanun teklifi çıktı kanunlaştı. FATF bir rapor gönderdi 9 sayfalık. Diyor ki ‘Siz bunu yaptınız ama işte burada bazı konular eksik kalmış, ihtiyaç olan bazı konular eksik kalmış. Bir de üstelik STK’lar hiç bizimle alakası olmayan bir konu…’ FATF’nin ilgilendiği konu şu: BM hangi örgütleri terör listesine aldıysa onların finansmanı ile ilgili bu işler yapılıyor ve diyor ki ‘STK’larla yaptığınız iş aslında bizim talep ettiğimiz bir şey değil yanlıştır.’ Ayrıca Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri bir mektup yazdı bu konuda . Sonunda adım adım gri listeye alınma noktasına geldiler. Bu iktidar getirmiştir Türkiye’yi bu duruma. Bunun başka bir yerle alakası yoktur. Sonuçta şimdi ne oldu? Gri listedeyiz. Esas önemli olan şu FATF Başkanı bu gri liste kararını açıklarken Türkiye’nin listeye alınması konusunda bazı cümleler kuruyor. Diyor ki ‘siz IŞİD ve El Kaide’nin finansmanı ile ilgili bunu engellemek için gerekli adımları atmıyorsunuz.’ Aslında diplomatik bir dille ifade edilmiş diyor ki ‘siz IŞİD ve EL Kaide’nin finansmanını önlemiyorsunuz, buna göz yumuyorsunuz, yol veriyorsunuz…’ Bu kadar ağır bir suçlama ile Türkiye’yi gri listeye aldılar. Bunun sebebi iktidardır. Başka bir sebebi yok bunun ve Türkiye’yi bu hale getirdiler. İşte biz Suriye-Irak tezkeresine ‘hayır’ derken bütün bunları da anlatarak hayır dedik. O tezkereler Türkiye’yi bu hale getirdi. O tezkereler, Türkiye’nin bütün oradaki El Kaide türevi ve artığı ne kadar örgüt varsa, El Nusra’dan HTŞ’ye kadar oradaki bütün örgütlerin insan hakları ihlalleri, savaş suçları gibi uluslararası alanda yargılama konusu olacak adımlarına niye destek veriyorsunuz diye soranlara, bu iktidarın vereceği hiç bir cevap yok esas itibarıyla. Sorun buradan kaynaklanıyor. -3. Yol adıyla yeni bir ittifak çıkışı yaptınız. Partiniz Anadolu’da çeşitli yerlerde görüşmelere başladı. Çalışmalar hangi aşamada? TİP ve TKP gibi sol partilerle görüşmeleriniz var mı? Biz biliyorsunuz bir deklarasyon yayınladık geçtiğimiz ayın 27’sinde. Orada birçok şeyi anlattık. Parlamento seçimleriyle ilgili bizim herhangi bir kurulu ittifak arasında bir arayışımız olmadığını söyledik. Ama bizim uzun zamandır ‘demokrasi ittifakı’ adı altında bir çalışmamız olduğunu orada da ifade ettik ve bu demokrasi ittifakının gerçekleşmesi için de her türlü adımı atacağımızı söyledik. Bu şu anlama geliyor; var olan ittifaklar dışında bir parlamento seçimlerini hedefleyen bir ittifaktan söz ediyoruz. Ve bunu da sadece seçimlerle ilgili düşünmüyoruz yani çok önceden söylediğimiz bir konu. Hem seçimlere kadar giden süreçte demokrasi mücadelesi açısından bunu önemsiyoruz hem de seçimlerden sonra bir iktidar değişikliği gündeme geldiğinde, yeni bir başlangıç yapılacaksa o zaman yeni başlangıcın yapılabilmesini sağlamak. Atılacak adımları denetlemek, teşvik etmek konularında güçlü bir demokrasi ittifakının çok önemli oluğunu düşünüyoruz. Türkiye’de seçimler oldu bitti her şey geçti diye bir durum yok. Çok önemli, seçimlerden sonra yaşanacak bir süreç karşımızda duruyor olacak. Dolayısıyla bu demokrasi ittifakı uzun vadeli bir durumdur ve esas itibarıyla bizim 11 maddede sıraladığımız, deklarasyonumuzda sıraladığımız konuları da kapsayan bir mücadele ortaklığıdır. Onun çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz haftalarda ziyaretleri yaptık. Partilerle görüşmeleri yaptık, sürdürüyoruz. Belli bir aşamada kamu oyu ile paylaşılacaktır. Dediğim gibi, yani bu sadece seçimlerle ilgili bir konu değil. Daha geniş bir çerçevede ele aldığımız bir konudur esas itibarıyla. Çünkü başka türlü Türkiye’de demokratik değişim ve dönüşüm yaşanacaksa, demokrasiyi hedefleyenler; bunun için mücadele edenlerin de ortaklığı sağlaması, hem seçim öncesi hem seçim sonrası çok önemlidir diye düşünüyoruz. Bu çerçevede hem parlamento dışı siyasi partiler, parlamento içi siyasi partiler, STK’lar, dernekler yani demokratik kitle örgütleri çok geniş bir yelpazeden meseleye bakıyoruz. Yurttaş girişimleri de var sadece bir kaç siyasi parti ile sınırlı değil. -Cumhurbaşkanı adayınız var mı adı belirlediniz mi? Hayır hayır… 27 Eylül’deki deklarasyonda zaten bunu söyledik. Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek. -O zaman başka bir ittifaktaki bir aday sizin taleplerinizi ve demokratik ilkeleri karşılayacak ilkeler ortaya koyarsa o zaman destek çıkabilirsiniz? Elbette ki bunların hepsi mümkün. Biz zaten dedik: Siyasi aktörlerle bu ilkeleri; bizim kendi ilkelerimiz diye ilan ettiğimiz ilkeleri, müzakere etmek istiyoruz. Yani bizim ilkelerimiz değişmezdir anlamında değil elbet. Burada eksikler varsa tamamlanması, yanlışlar varsa düzeltilmesi… Müzakere böyle bir şeydir zaten. Dolayısıyla biz siyasi aktörlerle bunu müzakere edeceğiz ‘ama yeni bir başlangıç için yapılması gereken işler bunlardır bizim şu aşamada gördüğümüz’ dedik. -Türkiye ilk kez liderler bazlı değil ilkeler bazlı seçime mi gidecek? Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşmak yapılması. Gerekenlerde anlaşmak ve bunun tabii değişime de açık olması… Hani kapanmış bitmiş bir şey anlamında söylemiyorum bunu, o anlamda bunu önemsiyoruz doğrusu. Başka türlü bu geçiş süreci sağlıklı bir şekilde atlatılamaz. O zaman zihniyette bir farklılık yaratmış olmazsınız. Yani tek adam rejimi olmasın diyoruz o tek adam kötü bu tek adam iyi olmaz. Biz sistemin demokratik olmadığını ve değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesele kişilerle ilgili değildir. O yüzden de biz şu aşamada isim tartışmayı kesinlikle doğru bulmuyoruz ayrıca biliyorsunuz bu tür şeylerde ilk önce ortaya atılan isimler en çok yıpranan isimlerdir muhalefetin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini hep söylüyoruz. -AKP kanadından yeni bir Kürt açılımı bekliyor musunuz? Özellikle iktidar tarafından böyle bir görüşme talebi gelirse hazır mısınız, bunun işaretini alıyor musunuz? Bunun bir işareti yok öyle bir ihtimal de doğrusu biz görmüyoruz. Siz AKP kanadı diyorsunuz ama iktidarda Cumhur ittifakı var. Bu kanat iyi bu kanat kötü anlamında söylemiyorum bir ittifak var. O ittifak iktidarı sürdürüyor ve iktidarın attığı adımlar var. Siz, bir taraftan demokratik siyaset alanında HDP’yi kapatmak yoluyla tasfiye etmeye çalışacaksınız, HDP’nin 450’den fazla çeşitli düzeylerde seçilmiş milletvekili, belediye eş başkanı, parti yöneticisi, parti meclisi ve MYK üyelerini siyasi yasaklı hale getirmeye çalışacaksınız, yani tam bir tasfiye operasyonu… Aslında demokratik siyaset alanına silmeye çalışacaksınız, iktidar yapıyor bunu. Kim açtı kapatma davasını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Kim direktif verdi, iktidarın bir ortağı, öbürü de sustu. Şimdi bir taraftan bunu yapacaksınız, bir taraftan 6-8 Ekim Kobani davasını 6 sene sonra açacaksınız ve 6 senedir sokaklarda gezen, dolaşan, işinde gücünde olan insanları, 6 sene sonra tutuklu olarak yargılamaya başlayacaksınız. 6 senedir madem suçlulardı niye sokaklarda dolaşıyorlardı? Onların da hepsini 37-38’er kere ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırmak isteyeceksiniz. Bütün bunları yapan bir iktidar var karşımızda. Üstelik de o iktidarın en tepesindeki yürütmenin başı da ‘Kürt sorunu yoktur’ diyecek. Onun için bu soru bizim için çok gerçekçi değil. Herhangi bir analizimiz de böyle bir ihtimal görmüyoruz doğrusu. Biz ama Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü çok önemsiyoruz. Bu çözümün demokratik siyaset alanındaki sözcüsü, muhatabı olduğumuzu söylüyoruz. Demokratik çözümün gerçekleşmesinin yerinin Ankara ve meclis olduğunu, müzakere ve diyaloğun çok önemli olduğunu vurguluyoruz. Mecliste bu adımları hep birlikte atalım diyoruz. Bu konudaki tutumumuzu sürdüreceğiz. Dolayısıyla biz bir çözüm gücü, çözüm iradesi ve bunun peşinde ısrarla mücadele eden bir parti olma durumumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen bu konudaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Çözümü de Türkiye’de, Ankara’da ve Mecliste gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı da yapacağız bu konudaki kararlılığımızdan en ufak bir geri adım yoktur.
HDP Grup Başkanvekili Oluç: "CHP'nin tezkerede aldığı tutum, hem iç hem dış politika açısından çok önemli"
Politikyol
Türkiye’nin “Ortadoğu’da sürekli ateşe benzin döken bir iktidarla” nereye kadar gidebileceği sorusunu yönelten Oluç, 10 büyükelçinin İstenmeyen Kişi ilan edilmesi krizini de “İp attılar, Amerika ip attı onlara. O ipe sarılıp kuyudan çıktılar durum budur” değerlendirmesinde bulundu.
Saruhan Oluç, cumhurbaşkanı adaylığı için şu aşamada isim tartışmayı kesinlikle doğru bulmadıklarını söyledi.
AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmasını ihtimal dahilinde görmediklerini bildiren Oluç, “Çözümü de Türkiye’de, Ankara’da ve Mecliste gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı yapacağız. Bu konudaki kararlılığımızdan en ufak bir geri adım yoktur” dedi.
Saruhan Oluç’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
-CHP’nin Suriye-Irak tezkeresine hayır oyu vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli bir tutum olduğunu düşünüyorum. Şu nedenle; bu mesele iktidarın oyuncağı haline gelmiş durumda, özellikle Suriye-Irak. Libya da var tabii. Bu tezkereler sayesinde iktidar iç politikada kendi durumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor ve bunları kullanıyor. Bu seferki üstelik 2 senelik bir tezkereydi. Her sene bir kere uzatılır. İki sene olması üstelik de 2023 Haziran'ında genel seçim olacaksa, onun bile ötesine geçen bir tezkere. Dolayısıyla yeni oluşacak meclisin de ipotek altına alınması anlamına geliyor. Ve niye iki sene? Bunun cevabı yok ortada. Genel kurulda da sorduk cevap veremediler. Büyük ihtimalle gelecek ekim ayında artık Türkiye tamamen seçim ortamına gireceği için kendi milletvekillerini bile bu konuda toparlayamayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla böyle bir yola başvurdular. Bu bile şunu gösteriyor bize: Bu tezkere aslında tamamen bir seçim aracı olarak kullanılan bir şey. İkincisi, konuşmalarımızda da söyledik; bir komşumuzda iç savaş var 11 yıldır sürüyor ve iktidar bu iç savaşa sürekli benzin döküyor. Oyun kurucu değil, oyun bozucu oluyor ve Suriye rejiminin ortaya çıkmasını sağlayacak , diyalog ve müzakere kanallarını açacak, bu iç savaşın diyalog ve görüşmeler yoluyla, barışla sonuçlanmasını sağlayacak adımlar atmak yerine, orada vekalet savaşları sürdürüyor. Özgür Suriye Ordusu adı altında ya da El Nusra’dan HTŞ’ye kadar El Kaide türevi ne kadar yapı varsa onlarla ilişki kurarak, kendi bekasını sağlamak için manipülasyon yapıyor sürekli. Bütün bu açılardan baktığımızda; yani bu durumu CHP’nin de görmüş olması ve buna ilişkin tutum almış olması iç politika açısından da çok önemli, dış politika açısından da çok önemli. Yani Türkiye Ortadoğu’da sürekli ateşe benzin döken bir iktidarla nereye kadar gidebilir? Bütün dış politikası yanlış olan bir iktidarla. Sadece Ortadoğu’da değil, Irak-Suriye’de değil, Doğu Akdeniz’de de yanlış yaptılar. Mısır’la ilişkilerde yanlış yaptılar. Ege’de yanlış yapıyorlar. ABD ve Rusya ile ilişkilerde yanlış yapıyorlar. Pinpon topu diplomasisi diyorum ben. Ana muhalefet partisi tarafından buna dur denmiş olması değerli bir adımdır. En azından toplumun aydınlatılması bakımımdan. Tezkere, yine çoğunluğa sahip oldukları için AKP ve MHP oylarıyla geçti. Ama toplumun önemli bir kesiminin aydınlatılması ve bu oyunun iktidarın kendi bekasını sürdürmek için planlandığının açığa çıkması açısından ben çok önemli bir adım olduğunu doğrusu düşünüyorum.
- 10 ülke büyükelçisi Osman Kavala için AİHM Kararının uygulanmasını isteyen bir bildiri yayınladı. Cumhurbaşkanı bu elçilerin istenmeyen kişi ilan edileceğini açıkladı. Sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu aslında dış politika açısından baktığımızda büyük bir skandal aslında. Bir ülkenin cumhurbaşkanı akıl dışı bir söz kullanıyor ve 10 ülkenin büyükelçisini istenmeyen kişi ilan etmeye kalkışıyor. Yani savaş durumunda bile çok zor atılacak bir adım. “Öfke baldan tatlıdır” sözü var. Bunlar da öfkelenerek dış politika yapacaklarını zannediyorlar. Zaten Türkiye’de dış politikanın çökmüş olmasının nedeni budur. Birinci dereceden sorumlu Recep Tayyip Erdoğan’dır, AKP Genel Başkanı. İkinci dereceden sorumlu da Mevlüt Çavuşoğlu’dur. Dış politikada, diplomasi arka plana itildi. Bütün dış politika kabadayılık, höt söt, askeri operasyonlar, askeri güç gösterme operasyonları… Böyle bir şey olur mu? Dış politika dediğiniz; güçlü diplomasi, güçlü diyalog, müzakere yoksa niye var? Erdoğan’ın uluslararası alanda herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Kalmamıştır doğal olarak. Büyükelçi meselesi de öyle bir skandal yani. Siz bakmayın o söylenenlere. Büyükelçilerin daha sonra açıkladıkları 41. Maddeye uyuyoruz dedikleri şey… Zaten uyduklarını söylüyorlar. Zaten buna uyarak çalışmamızı sürdürüyoruz diyorlar. Orada çeviri oyunu yaparak sanki büyükelçiler geri adım attı… Halbuki öyle değil. Aslında kuyuya düşmüş olan iktidara ip attılar gel seni çıkartalım buradan diye. Yani iktidarın zafer çığlıkları ‘geri adım attırdık’ falan onların hepsi hikaye. Bütün dünya gerçeği gördü. İp attılar kuyudan alıp çıkardılar o iktidarı. Neyin karşılığında bunu yaptıklarını bilmiyoruz, onu göreceğiz önümüzdeki günlerde. Son nokta şu; büyükelçileri eleştirebilirsiniz bir şey demiyorum ama mesele büyükelçiler meselesi değil. AİHM’e Türkiye üyedir ve AİHM’in kararlarına uyacağının garantisini vermiştir. Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Türkiye tarafıdır. 46. Maddesine göre de AİHM kararları üye olanlar açısından bağlayıcıdır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yükümlülüğüdür bu kararları yerine getirmek. AİHM kararları böyle kararlardır. Doğrudan doğruya şikayet eden kişi AİHM’e giden kişi, kişisel başvurusunu devlet aleyhine yapar, devlete dava açar ‘ihlal ettiler benim hakkımı’ diye. Ve karar verildiği zaman da onun muhatabı devlettir. Şimdi dolayısıyla AİHM Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını verdi. Bunun uygulanmasını sağlaması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yürütmesidir esas itibarıyla. Elçiler de bunu hatırlatıyorlar. Elçiler aslında yapmaları gerekeni yapıyorlar. Hadi diyelim ki bunu Türkiye’de Ankara’da yapmasalar da Strazburg’da ya da Brüksel’de yapsalardı aynı şey yine. Yani bunun arasında bir fark yok. Hatırlatıyorlar bunu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yılda 4 kere toplanıyor ve "Bu kararlar uygulansın" diye uyarı yaptılar. Şimdi tekrar toplanacaklar Kasım sonunda. Orada artık bir yaptırıma dönüşüp dönüşmeyeceği konuşulacak. Durum bu… İktidar ne anlatıyor kime anlatıyor? Yani AİHM kararlarını uygulaması gereken, Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakması gereken bu iktidardır. Yani kimseye söyleyecek en ufak bir lafları yoktur. Hukuksuzluk yapıyorlar, uluslararası anlaşmayı imzalamış uymuyorlar. Anayasanın 90. Maddesini açıkça çiğniyorlar ve anayasa suçu işliyorlar. 90.madde ‘uluslararası anlaşmalar yerel hukukla çelişki haline düştüğü anda geçerli olan uluslararası anlaşmalardır amir hüküm budur’ der. Her gün 90. Maddesini de çiğniyorlar. Böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Onun için büyükelçiler meselesinden bir zafer çıkarmaya çalışmaları kesinlikle doğru olmayan bir şeydir. Bütün dünya gördü, biliyor. Tekrar söyleyeyim; kuyuya düştüler öfkeli çıkış yüzünden. İp attılar, Amerika ip attı onlara o ipe sarılıp kuyudan çıktılar durum budur. Maalesef Türkiye’yi bu iktidar bu hale düşürmüştür.
Yorumlar