Hayatı savunmaktır bize düşen
Politikyol
Ukrayna-Rus savaşının yaratacağı muhtemel kıtlığı hesaplayıp, daha fazla para kazanma hırsına kapılan açgözlülere göz açtırmamak gerektiği açık ama devletin yetkilisinin kullanacağı dil, “yasal” olmalıdır.
Gecenin bir yarısıymış kapı çaldığında.
Bu durumda nasıl tepki veriyorlar bilmiyorum ama biz olsak, “hayırdır inşallah” deriz;
Gene de o saatte çalan kapıdan “hayırlı haber” çıkmayacağını bile bile gidip açmış kapıyı.
Açmasa kırıp içeri gireceklerini bilecek kadar da tecrübeli biriymiş.
Açınca gelenlerin KGB ajanı olduğunu anlamış.
Sormuşlar:
“Yussel Finkelstein burada mı yaşıyor?”
“Hayır” demiş.
“Nasıl olur?” diye sormuş KGB ajanı; “kayıtlarda bu adres görünüyor”.
“Olabilir ama” demiş ev sahibi, “burada öyle biri yaşamıyor”.
Tam dönüp gideceklerken ajanlardan biri sorma gereği duymuş:
“Peki ama sen kimsin?”
“Ben” demiş kapıyı açan adam, “Yussel Finkelstein’im”.
Ajanlar şaşkınlık içinde birbirlerine bakmışlar. Neden sonra içlerinden biri sormuş:
“Az önce Yussel’in burada yaşamadığını söylememiş miydin?”
“Söylemiştim” demiş Yussel.
“Ama yaşıyorsun”, demiş KGB ajanı; “niye yaşamıyorum dedin ki?”
“Siz” demiş Yussel, “buna yaşamak mı diyorsunuz?”
“FAL TUTABİLECEĞİMİZ” UZUNLUKTA KUYRUKLAR OLUŞUYORSA…
Nereden mi aklıma geldi?
İki nedeni var; birincisi, her ne olursa olsun, malum, Rusya ile Ukrayna savaştalar ve insanın aklına çoğu bürokratik sosyalizm döneminden kalma yukarıdakine benzer bin bir türlü Rus fıkrası geliyor.
İkincisi ve asıl önemlisi bu fıkrayı hatırlatan, yağ stoğu kontrolüne çıkan Sinop Valisi Erol Karaömeroğlu oldu.
Karaömeroğlu, depoda stoklanmış yağları tespit etmiş; iyi de etmiş. Hiç olmazsa birkaç kişi de daha kuyrukta beklemenin semeresini görebilmiş böylece.
“Kuyruk” dediğimiz, İkinci Paylaşım Savaşı yıllarındakinden de; şimdi “küresel güç” olarak adlandırdığımız ABD emperyalizminin 1970’lerdeki Ecevit hükümetini düşürmek için giriştiği ambargo sonrası oluşundan da beter bir uzunluk ya her neyse, şimdi oraya girmeyelim.
Karaömeroğlu, market sorumlusuna, diyesiymiş ki “hayatınızı yaşanmaz yaparız” dedi.
“Nasıl yani?” diye soracağım ama fıkradaki cevap aklıma geliyor.
Suçluların güçlü olduğunu biliyorum; o “üç harfli” marketin, denetimin hemen ertesinde “işini yoluna koyabilecek” muktedirliğe de sahip olduğunun farkındayım.
Savunduğum o stokçular değil; stokçular üzerinden, farkında olmadan biz sıradan yurttaşlara uzanan “ihlalci dile” karşı çıkıyorum.
Zaten sırtına konduğu atın kuyruğu sallandıkça kendisini korumak için inanılmaz çaba sarfeden sinek gibi hayat yaşıyoruz; daha nasıl “yaşanmaz” hale gelecek ki bu hayat?
Ahmet Telli’nin dizeleştirdiği gibi:
“Kekremsi bir hayat dilimindeyiz
Bakır tadında geçiyor günler
Tutmuş yolları bir sürü harami
Geleni geçeni sigaya çekmekte”
Denilebilir ki “stokçuluk suçtur ve her suçun da tanımlanmış bir cezası vardır”.
Nedir o ceza?
Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesine göre “belli bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınarak kamu için acil bir ihtiyacın ortaya çıkmasına neden olan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Açık değil mi?
Bu maddenin içinde, “hayatı yaşanmaz yapmak” diye bir tanım yok.
KAMUNUN GÖREVİ, HAYATI YAŞANIR HALE GETİRMEKTİR
Eee o halde “hayatı yaşanmaz yapmak” cümlesinin Türkçe meali nedir?
Suçlular dahil herkesin hukuk güvencesi altında olması gereken bir ülkede, devleti temsile en yetkili şahsiyet, neden “tehdit dili” kullanır?
Çünkü uzun süredir, evrensel hukukun yerini, “ben yaptım, oldu” hukuku almış durumda da ondan…
Böyle bir iklim oluşmuş; tehdit eden, takdir görüyor.
“Sallandıracaksın bunlardan bir kaçını, gör bak, bir daha yapıyorlar mı?” zihniyetinin yeni versiyonu bu!
Hiç kuşkusuz, Ukrayna-Rus savaşını bahane edip, ellerindeki tüketim mallarını satmayan gözünü kar hırsı bürümüş stokçuları da unutmuş değiliz. Ancak kim ne kadar haksız olursa olsun, yasaları ihlal edenlere uygulanacak yaptırımların dışına çıkmak keyfiliktir ve eğer bir tehlike skalası yapmak icap ederse keyfilik hep birinci gelir.
Dünyanın her yerinde stokçular var ve hiç bir yerde kamusal çıkarlara aykırı davrananlara uygulanması gereken yaptırımlar arasında “hayatı yaşanmaz yapmak” gibi karşılığı keyfilik olan bir yaptırıma rastlanmaz.
Ukrayna-Rus savaşının yaratacağı muhtemel kıtlık riskini göz önünde tutarak, daha fazla para kazanma hırsı nedeniyle insanların aç kalmasından rahatsız olmayan bu açgözlülere göz açtırmamak gerektiği açık ama devletin yetkilisinin kullanacağı dil, “yasal” olmalıdır.
Özgürlükçü demokratik sistemlerde bireyin de toplumun da güvencesi yargıdır. Adalet terazisinin darası, evrensel hukukla çalışır. Orada yasama, yargı ve yürütme farklı işlevler üstlenirler ve birbirleri üzerinde “denge-denetim” mekanizması işletirler. Kamu görevlilerinin, bütün ayrıntısı yasalarla belirlenmiş görevleri yerine getirmenin dışında bir ayrıcalıkları yoktur.
Denetlenen markette stok varsa tutanağa geçirmek ve yargıya bildirmekten ibarettir o görev ve hangi makamda oturursa otursun bütün kamu yöneticilerinin görevi, “halkın gündelik hayatını kolaylaştıracak önlemleri alırken dahi her yurttaşına eşit mesafede durmasını bilmektir”.
Kamu yönetimi, elbette bizi stokçudan, “fırsatçıdan, fesatçıdan, hayından” korumalı ama bunu yaparken hukukun evrensel kurallarına titizlikle uymalıdır.
Zira biliyorum ki“…kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı/ Hayatı savunabilecek kadar güçlü”.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı