Nisyanla malul olan toplum değil, insan. Toplum unut(a)maz ama hatırlamamaya gayret eder. Çünkü hatırlamak bozuk sıvanın üzerine çekilen cilalı boyanın dökülmesi anlamına gelir.  Hatırlamak, kutsallarınızın yaldızını silkeler. Hatırlamak, putlarınızın helvadan olduğunu gösterir. Bu yüzden muktedirler müşterek hafızamızın üzerine beton dökmeye, kalbimizin ışığını söndürmeye gayret eder. Madımak Katliamı’nın üzerinden 28 yıl geçti. Temmuz 1993’de Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas'a giden aydın ve sanatçılardan 33'ü ile 2 otel görevlisi kalabalık bir kitle tarafından kaldıkları otelin yakılması sonucu katledildi. Önce araçlar ve sürüklenen heykeller ateşe verildi, camlar kırıldı ve sonra “Yakın ulan yakın” bağrışmaları eşliğinde otel yakıldı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir" dedi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise "Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır" açıklaması yaptı. Güpegündüz, herkesin gözleri önünde ve hatta canlı yayın eşliğinde yapıldı bu katliam. Devletin hiçbir birimi adım adım gelen bu vahşeti önlemek için müdahalede bulunmadı. Türkiye’nin kılı kıpırdamadı. Temmuz 2013’de, yani Madımak’dan tam yirmi yıl sonra Eskişehir’de, Gezi Parkı protestolarına destek amacıyla yürüyüşe katıldığı için 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz katledildi. Ali İsmail’in annesi Emel Anne yaptığı açıklamada: “Oğlumu katlettikleri yere ilk defa gittim bugün. Kimsenin olmadığı bir yer zannetmiştim, sapa bir yer zannetmiştim. Kimsenin ulaşamayacağı bir yer olarak düşünmüştüm ama değilmiş. Şehrin ortasında, herkesin görebileceği bir yerde darp edilmiş ve orada kimse dur dememiş o canilere. En çok buna canım yanıyor” dedi. Türkiye’nin kılı yine kıpırdamadı. Herkesin gözleri önünde gerçekleşen bu katliamların failleri nasıl oluyor da meçhul olabiliyor veya kalabiliyor? Makbul oldukları için meçhul addediliyor olmasınlar? Hepimiz oradaydık. Suskunluğumuzun sebebi bu olmasın? 1993’te Madımak’ı ateşe verenlerle 2013’te Ali İsmail’i katledenler aynı zihniyetin çocukları. Türkiye’nin üzerinde karabasan gibi dolaşan ve zamana, mekâna, olaya göre farklı simalarda karşımıza çıksa da tek bir tornadan çıkan bu katiller sürüsünü yakinen tanıyoruz. Daha da acısı var. Bu katliamlar bize rağmen değil bizimle birlikte yapılıyor. Çünkü katliamlara yol veren devlet olabilir lakin durdurmak için kılını kıpırdatmayan da toplum. O kirli “provokasyon” kelimesinin geçtiği her yerde gizli özne kendini ele veriyor. Failler maşa, diyoruz ya hep, güya kirli odakların oyunlarıymış bunlar ve biz kardeşmişiz. O nasıl kardeşlikmiş ki biri diri diri yakılırken, diğeri kahredici bir kayıtsızlıkla izliyor? Failler maşa ise o maşa kimin elinde? Dünya yansa yanmayan o el kimin? Ne demişti Emel Anne: “Aliş’imi dövdüler, tekmelediler çok acı çekti yavrum. Keşke kurşunlasalardı oğlumu…” Bir anneye bunları söyletebilecek kadar büyük bir vahşetin yaşanmasına nasıl müsaade ettik? Bu acıyı, bu dehşeti paylaşmaktan aciz olanlar kime, nasıl kardeş olabilir ki? Devletin hali belli. Peki olay yerinde olup da katliama karışmayan ama engellemek için mücadele etmeyenlere ne demeli? Sadece onlar mı? Katliamı haber bültenlerinde donuk bakışlarla izleyip sıradan bir habermiş gibi geçiştirenlerimiz ne olacak? Katliamların akabinde devletin çeşitli birimlerinin olayların üstünü örtme çabalarına, yargılama esnasında yaşanan hukuksuzluklara ve basına yansıyan ahlaksız, vicdansız demeçlere diyecek tek bir sözümüz yok mu? Hatırlamamız gerekiyor. Unutmayıp da yok saydıklarımızı, görmezden geldiklerimizi, kulak arkası ettiklerimizi hatırlamamız gerekiyor. Bize dayatılan boş vermişliğin prangalarını kırmamız gerekiyor. Irkımızı veya mezhebimizi kutsayarak insanlığımızı unutturmaya çalışanlara dur dememiz gerekiyor. Mesela geçen günlerde bir parti genel başkanı diyor ya, “Bu ülkede şantajlar olmuştur, yolsuzluklar yapılmıştır falan filan. Ama fabrikanın tapusuna otelin, yani tapu olarak üzerinizde bulunan bir şeyin 'üzerine çökülmek' diye bir kavram olmamıştı.” Biri hanımefendiye Varlık Vergisi’ni, 6-7 Eylül’ü hatırlatmalı. Onun da kısa bir dönem İçişleri Bakanı olduğu 1990’larda boşaltılmadı mı yüzlerce köy? Tapunun delinmesi tehlikeliymiş. İnsanlığımız delinmiş, tapumuz delinmiş çok mu? Hatırlamayarak çürüdük. Birbirimizi hatırlamadıklarımızdan tanıyoruz. Çünkü herkes birbirinin neyi, niye hatırlamadığını, hatırlamak istemediğini gayet iyi biliyor. Belki de bu topyekûn çürümeye son vermenin yolu hafızadan geçiyordur, ne dersiniz? Hatırlayın kardeşim hatırlayın 1993’ün 2 Temmuz’unu hatırlayın. Aslında hiç unut(a)madıklarınızı hatırlayın…