“Totalitarizm tarafından yozlaştırılmak için ille de totaliter ülkede yaşamak gerekmez.”
George Orwell
Aşağıdaki yazı bundan 3 ya da 4 yıl önce yayınlandı. Bunu yeniden yayınlama nedenim dün MHP lideri Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasında, depremde kritik rol üstlenen sivil toplum kuruluşları ve yardımlar sürecinde öne çıkan Ahbap, Haluk Levent ile BabalaTv’de Uğuzhan Uğur’u hedef aldığı; “Devleti bir kenara itip, ahbap çavuş ilişkileriyle yardım toplanması, bu kapsamda paralel bir hat kurulması devletin inandırıcılığını bir nevi gölgelemektir, bizim nazarımızda da itibar edilmemesi gereken bir yanlıştır. Devletin yapamadığı, yatıştıramadığı ve yetişemediği ne vardır da Ahbapçılar ve Babalacılar akbaba gibi kanat çırpmaktadır?” ifadeleri nedeniyledir. Şu bir gerçek ki, devletin topluma bakışı hiç biz aman değişmiyor “Sivil toplum Modern anlamdan ulus-devletlerin siyaset tarihindeki yeri çok eski sayılmaz. Devlet, toplumun siyasal örgütlenişi ve oluşturduğu kurumlarının bütünüdür. Bu açıdan bakıldığında devlet, meşruiyetini aldığı toplum adına egemenlik kullanan, güç ve şiddet kullanma tekelini elinde tutan bir örgütlenmedir. Örgütlenişlerine ve idari yapılarına göre devletleri farklı kategorilere ayırmak mümkündür. Ancak devletler arasındaki esas niteliksel fark egemenliğin kaynağı noktasındadır. Buna göre,- Egemenliğin tek kişiye ait olduğu devlete Monarşik,
- Egemenliğin belli bir sınıf veya gruba ait olduğu devlete Oligarşik,
- Egemenliğin kaynağının dine dayandığı, din adamlarının her şeye karar verdiği devlet biçimine Teokratik,
- Egemenliğin halka ait olduğu devlet biçimi de Demokratik devlet denmektedir.
Sonuçta her sivil eylem, o eylemi yapanlar tarafından “bir tür siyaset” olduğunun kabul edilmemesi ve bunun gerektirdiği adımların atılmaması ile varılan nokta; devletin yönetim zihniyetinin meşruiyetinin güçlendirilmesi ve devlet-toplum bağının giderek açılmasına, iradi olmayarak hizmet etmiştir ve edecektir de.KAVRAM AYNI AMA ANLAMI FARKLI Türkiye siyaseten Batı ile aynı siyasal kavram setini kullansa da iki coğrafyada kavramların ifade ettikleri farklıdır. Sivil toplum bunlardan birisidir. Batı’da toplumun farklı alanlarda örgütlenerek siyasallaşması ve toplum adına kamu sahasında devleti denetleme çabası olarak ortaya çıkmıştır. Bu haliyle sivil toplum, toplumu, toplumsal talebi temsil etmiş ve devletin sınırını genişletmesi önünde olmuştur. Bu yönü ile de “muhaliftir”. Muhalifliğinin özünde demokrasinin, özgürlüklerin, sivilliğin ve hakların yanında olması vardır. Bu yüzdendir ki; Türkiye gibi devlet-toplum ilişkisinde devletin ağırlığın fazla olduğu toplumlarda sivil örgütlenmeler, sivil hareketler özetle “Sivil Toplum Kuruluşları”, devlet tarafından hoş görülmemiştir. Çünkü devlet, bir biçimde organize olduktan sonra toplumda örgütlü bir yapıya tahammülü yoktur. Kendisi toplum adına her şeyi yapacağına inanır. Hele hak, özgürlük, demokrasi, sivilleşme gibi devlet alanının sınırlayan alanlarda mücadele eden kurumlar, devletin her zaman “ötekisi” olmuşlardır. Diğer yandan devletin siyaseten yapmakla sorumlu olduğu alanlardaki kimi işlerini yapılması için kurulan, organize olan sivil toplum kuruluşları yok değildir. Bunlar varlıkları ve işlevleri ile devletin sivil uzantısı olarak toplumun bu alanlardaki talebini devlet adına denetlemeye soyunmuş “organik” sivil toplum kuruluşlarıdır. Son dönemde bu türde girişimleri ve eylemleri sıkça görüyoruz. Örneğin çevreyi temizlemek bir hobi olarak anlamlı olabilir ve bu apolitik bir eylemdir. Ama bu eylem ile devletin, kamunun görevinin bu temizliği yapmak olduğunun ifade edilmesi ise siyasal bir eylemdir. Sonuçta her sivil eylem, o eylemi yapanlar tarafından “bir tür siyaset” olduğunun kabul edilmemesi ve bunun gerektirdiği adımların atılmaması ile varılan nokta; devletin yönetim zihniyetinin meşruiyetinin güçlendirilmesi ve devlet-toplum bağının giderek açılmasına, iradi olmayarak hizmet etmiştir ve edecektir de. SİVİLLİK ÖZÜNDE POLİTİKTİR Özelikle 2000’li yıllarda Türkiye’de AB süreci ile birlikte sivil toplum kurumları gerek varlık gerekse kapasite kullanımı açısından gelişme göstermeye başlamıştır. Bu bir biçimde toplumun siyasete daha fazla katılması, talep etmesi ve devleti dolaylı biçimde denetlemesi anlamına gelmiştir. Yani sivil toplumun alanının genişlemesi devletin alanının daralması, sivil toplum alanının genişlemesi anlamına gelmektedir. Bu haliyle sivil toplumun güçlenmesi, farklı toplumsal kesim ve farklı kültürel kimliklerin özgürlük alanlarının genişlemesidir. Bu ise siyasetin kendisidir. Ve siyaset, bizden farklı olan ile ortak bir gelecek kurma sürecinin kendisidir. Farklı kültürel, ideolojik ve etnik kimlerde olsak da birlikte ve eşit yaşama arayışın kendisidir. Devletlerin bu çabalara sempati duymamaları esas olarak kendi sınırlarını koruma çabasından başka bir şey değildir. Devlet bunu yaparken biz sivillere düşen ise hem siyasete hem de sivil toplum kurumlarına sahip çıkmak olmalıdır.” Yazının başında, bu eski yazının yeniden yayınlanmasının Devlet Bahçeli’nin Ahbap ve BabalaTV’yi hedef alan sözleri olduğunu söylemiştim. Peki Bahçeli’nin bu açıklamalarına Haluk Levent ve Oğuzhan Uğur’un cevapları ne oldu. Haluk Levent: “Daha dün MHP milletvekilleri çadır kentimizi ziyarete gelmişti. Sayın Devlet Bahçelinin danışmanlarının kendisini yanlış yönlendirdiğini düşünüyorum. Ben her gün devletin kurumları ile çalışıyor ve bunu yazıyorum. Zaten kurumlar arası işbirliği olmadan başarı olmaz.” (https://twitter.com/haluklevent/status/1625405078667464704?s=20&t=gXPbRbQgBHjfgRQmBfkieA) Oğuzhan Uğur; “Devletimizin yetkili kurumları ile koordineli çalışıyoruz. Ayrıca bir çok MHP li ve ülkücü arkadaşımız da bize büyük destek vermişlerdir. Sn. Bahçeli'ye yanlış bilgi verildiği kanısındayız. Büyük milletimiz bu büyük sıkıntısı karşısında parti, görüş ayrımı yapmadan kenetlendik.” (https://twitter.com/OguzhanUgur/status/1625446731562340354?s=20&t=gXPbRbQgBHjfgRQmBfkieA) Bu tepkiler de nedeni ne olursa olsun; bu sürecin parçası olan kişi ve kurumların üstlendikleri siyasallaşmanın farkında olmadığını göstermesi açısından ilginçtir.