Yapılması gereken ilk şey; 15 Temmuz 2016’dan sonra Hakikat Komisyonlarının kurulması olmalıydı. Böylece gerçek başrol oyuncuları ve masumlar birbirinden ayırt edilebilirdi. İftiraların önüne geçilebilirdi. Bu anlamda bu ülke hâlâ 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat ile yüzleşmemiştir.
Hangi ülke ve hangi sistemde olursa olsun, yapılan haksızlıklar ve zulümler karşısında toplumların gösterdiği reaksiyonlar farklı olabilmektedir. Genelde karşımıza çıkan tavırlar; her ne kadar o ülkenin tarihi, dini, ekonomik gelişmişliği (!), hukukun üstünlüğü ve hukuk devletine olan inanç kültürüyle alakalı olsa da esasında yaşanan acıların çokta farklı olmadığı, birebir olmasa da birbiriyle örtüşen ve tekrarlayan kısır döngüler olduğunu gözlemlemekteyiz. ABD’li Senatör McCarthy döneminde (McCarthy era) ABD’de hukuk ve siyaset dünyasında hangi tecrübelerin yaşandığını ele aldıktan sonra 15 Temmuz, 2016’dan beri bu ülkede yaşananların hukukun üstünlüğüne inanmış adil ve hür fertlerden oluşan
HAKİKAT KOMİSYONLARI kurulmadan neden çözümlenemeyeceğini irdeleyeceğiz.
GİRİŞ
Bu güzel ülkede maalesef şimdiye kadar McCarthy döneminde yaşananlar bilebildiğimiz kadarıyla çok ciddi bir şekilde ele alınmadan geçiştirilmiştir. Özellikle, o dönemde ABD Yüksek Mahkemesinin verdiği kararların dünya hukuk tarihi açısından ciddi öneme sahip olduğunu ve takip eden yıllarda diğer ülke hukuk sistemlerini etkilediğini bariz bir şekilde gözlemleyebilmekteyiz. Elbette, adil bir devlette ceza hukuku ve uygulamalarının anayasanın koyduğu veya belirlediği temel prensiplere bağlı olmadan yürütülmesi düşünülemez.
Bilindiği üzere, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyet Rusya ve onun yanında yer alan devletler siyasi ve askeri alanda ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Bu dönemin 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla sona erdiğine inanılmaktadır. Bu dönemde (1945-1989) pek çok Amerikalı Sovyet Rusya’nın büyüyen bir kuvvet olarak dünya barışı için bir tehdit olduğuna inanmıştır. Böylece, bir Amerikalı siyaset bilimcinin deyimiyle Amerikan toplumu “
içerideki komünizmle ilgili bir takıntı” geliştirmiştir ve bazı siyasiler için bu takıntıyı kullanarak kariyer ve itibarını geliştirmek çok kolay hâle gelmiştir. Komünizme karşı olma Amerika’da hayatın her alanını özellikle siyasi alanı işgal etmiş ve özellikle bireysel hürriyetleri olumsuz şekilde etkilemiştir.
Wisconsin eyaleti (federe devleti) Senatörü Cumhuriyetçi Joseph Raymond McCarthy (1908-1957) ve onu destekleyenler veya takipçileri komünizm aleyhinde kampanya başlatarak bu işe girişmişlerdir. Bu dönem, 1950-1954 yılları arasında devam etmiştir. Buna karşı çıkanlar, bunu
McCarthizm terimini üreterek ifade etmişlerdir. Daha sonra bu terim genel anlamda, “
hükümete ve devlete muhalif olanların çılgınca araştırılması veya bu muhaliflere karşı yapılan suçlamaları onlara verilecek cezada yeterince delil olmadan kamuoyuna reklam ederek duyurmaktır” anlamına gelecek şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Senatör McCarthy bu dönemde komünizm korkusunu Amerikan toplumuna kendi siyasi kariyeri ve geleceği için sürekli olarak pompalayıp durmuştur. Özetle,
dar anlamda McCarthizm 1950-1954 arası Senatör McCarthy liderliğinde ABD siyaset literatürünün tabiriyle Kızılların avlanması dönemidir. Geniş anlamda ise hükümeti yıkmaya çalışan veya muhalif olanlara karşı verilecek cezalarda yeterince delil olmadan kendini savunamayacak insanlara karşı sürek avı yapmaktır.
McCarthy bazı kamu görevlileri ve devlet görevlisi olmayan kişilerin komünist olduğu suçlamasında bulunarak şüphe meydana getirmiş ve derin araştırmaların yapılmasını emretmiştir. Basını ve medyayı kullanarak suçlamalarını abartmıştır, böylece toplum onun önderliğini takip eder hâle gelmiştir. McCarthy, 9 Şubat, 1950’de (Abraham) Lincoln Günü kutlamasında Wheeling, West Virginia’da yaptığı normal bir konuşmada komünizm karşıtı savaşını Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan 205 kişinin isminin komünist olarak bir listede elinde olduğunu söyleyerek başlatmıştır.
McCarthy döneminin kararları da anayasa hukuku tarihinde yargısal aktivizmin negatif örnekleri arasında yerini almıştır. Oysaki o dönemin davalıları olan komünistleri; komplo teorileri, FBI ve devletin elinden kurtarabilecek tek kurum belki de Yüksek Mahkemeydi.
Esasında, pek çok Amerikalı siyaset bilimciye göre bu bir Federal hükümet projesiydi, daha sonra ulusun tamamını bu savaşın içine katarak düzenlenmiştir; ekonomik müeyyideler ve vatanseverlikle McCarthizm etkisi arttırılmış ve McCarthizm adaletsizlikleri güçlendirilmiştir. Böylece devletin yetkisi kullanılarak uygulamaya konulacak planlar yayılmış ve meşrulaştırılması mümkün hâle getirilmiştir.
Başkan Eisenhower’ın seçilmesi, Kore Savaşının sona ermesiyle ABD normalleşmeye dönmüştür. Fakat McCarthy’nin meydana getirdiği korku atmosferi neredeyse bir on yıl daha devam etmiştir. Siyasi atmosferden dolayı pek çok Amerikalı uzun yıllar ne hükümeti eleştirebilmiş, ne de herhangi bir kuruluşa özellikle sol görüşte olanlara katılmamıştır. Bu dönemde; kongre dinlemeleriyle, sadakat programlarıyla ve fişlemelerle pek çok masum insanın hayatı acılarla mahvedilmiştir. Nihayetinde, McCarthizm soğuk savaş döneminin en kötü yönü ve yetkinin en kötü şekilde suiistimal edilmesinin en kötü misallerinden birisi olarak tarih sayfalarına geçmiştir.
MCCARTHİZM DÖNEMİ VE FERDİ HÜRRİYETLER
1949-1954 yılları arasında ABD’de komünizm tehlikesine karşı iç güvenliği korumak adına binlerce kişi işini kaybetmiş, hapse atılmış veya başka yollarla cezalandırılmıştır. Amerikan hukuk tarihinde bu yıllar ferdi hürriyetlerin mahvedildiği, yanlış yönlendirildiği zaman dilimi olarak ele alınmaktadır. Bazı yazarlara göre bu dönem 1946’dan 1956’ya kadar on yıl sürmüştür. Gerçekte ise komünistleri avlama (fişleme) 1930’ların başlarında ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, Amerikalı komünistler işçi sendikalarını organize ederek ve faşizme karşı kavga ederek güç kazanmışlardır. Devam eden yıllarda ise komünistlerin kuvvetlenmesini engellemek ve yıkmak için acımasız bir seviyede siyasi baskı uygulanmıştır.
1940 yılında Kongrenin yasalaştırdığı Yabancının Kaydolma Yasasıyla, Birleşik Devletler ’de 14 yaşından büyük oturumu olan tüm yabancıların kişisel, iş durumu ve siyasi inançlarıyla ilgili detaylı bildirimde bulunması zorunlu kılınmıştır. Dört ay içinde 4.741.971 yabancı kayda geçirilmiştir. 1940 yılında Smith Yasası ile hükümeti kuvvetle devirmeyi öğretmek veya tavsiye etmek planını kurmak veya bu şekil bir hükümeti devirmeyi bir grup tavsiye ediyorsa bu suç sayılmıştır. Bu yasa geleneksel ferdi hürriyetler ve siyaseten muhalif olma için bir tehdit olarak kabul edilmiştir. Nedeni ise Federal hükümetin, yasayı diğer hedefler için kullanır hâle gelmesidir.
1940’larda Demokratik Partiden Nevada Senatörü olan Pat McCarran komünizm aleyhtarı bir kişi olarak Senato İç Güvenlik Alt Komitesini şekillendirip yönetmiştir. Ayrıca, Amerikalı Olmayan Faaliyetlerin Evi Komitesine bireylerin şüpheli, vatanseverce olmayan faaliyetlerini araştırma görevi verilmiştir. Hükümeti değiştirmeye çalışan kişileri bulup etkisiz hâle getirmenin en etkili aracı da bu olmuştur.
1945’lerin başında FBI Komünist Parti hakkında bilgi toplamaya başlamıştır. 1946 yılında Chicago Barosu konuşmasında Adalet Bakanı Tom Clark Amerikan hürriyetlerini yıkanların savunulmasıyla ilgili olarak avukatlara bir uyarı vermiştir. 1952 yılında Cumhuriyetçilerin seçimi kazanması McCarthy’nin Hükümet Operasyonlarıyla ilgili Senato Komitesinde başkan konumuna getirmiştir.
McCarthy konumunu kötüye kullanarak kendisinin yenilmez adam olduğu etkisini etrafa yaymıştır. Ona karşı çıkan her kim olursa olsun en azından hain ya da daha kötü bir isimle damgalanmıştır. Federal Hükümet, Komünist Partisi üyelerine karşı tahkikat başlatmıştır. 1948 Temmuzunda Komünist Partisinin tepe 12 yöneticisi Smith Yasasına göre Adalet Bakanlığınca suçlanmıştır. Suçlama ise hükümetin değiştirilmesini (yıkılmasını) değiştirme planı yapmak ve Komünist Partisini bu gaye için organize etmenin planlamasını yapmak olmuştur.
Bir Federal büyük jüri, birisi hasta olan 12 kişiye karşı suçlamaları geri iade etmiştir. Ocak, 1949’da başlayan dava ile 11 kişi 9 ay New York’ta yargılanmıştır. FBI savunmada bulunan 5 avukatı takip altına almıştır. 14 Ekim, 1949’da 11 kişi jüri tarafından suçlu bulunmuştur. Davalıları cezalandırmadan önce Hakim Harold Medina 5 avukatı davayı engellemek, olayları kaşıma, sağlığına zarar verme ve yanlış bir davaya sebebiyet verme planı yapmaktan dolayı yargılama yaparken aşağılamaya başlamıştır. 1950’lerde ABD hukukunda bu mahkemenin kararı ve 5 avukata karşı uygulanan disiplin usulleri en önemli olay olmuştur.
1950’lerde Amerikan Barolar Birliği, komünistleri savunanlara karşı düzenli olarak kararlar almış ve komünistleri savunan avukatlara karşı yerel disiplin uygulamaları yapılması tavsiyesinde bulunmuştur.
1950’lerde Amerikan Barolar Birliği, komünistleri savunanlara karşı düzenli olarak kararlar almış ve komünistleri savunan avukatlara karşı yerel disiplin uygulamaları yapılması tavsiyesinde bulunmuştur. Türkiye’de DP’lileri savunan avukatlara karşı İstanbul Barosu’nun yaptığı ne kadar da benziyor değil mi! Amerikan Ferdi Hürriyetler Birliği komünistleri savunmadığı için bu dönemde itibarını kaybetmiş ve zayıf bir toplumsal kuruluş hâline gelmiştir. Bu dönemin önde gelen davalarına bakacak olursak;
Dennis v. United States (1951),
Bailey v. Richardson (1951), ve
Yates v. U.S. (1957) kararları McCarthy dönemi davalarının en önemlileri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dennis v. United States (1951) davasında 1940 tarihli Smith Yasasına dayanılarak verilen cezaları Yüksek Mahkeme onaylamış ve Yasayı da Anayasaya aykırı bulmamıştır. Smith Yasası, Birleşik Devletler’in fiziki güç kullanılarak yıkılmasının anlatılıp ifade edilmesini kişiler açısından yasaklayan bir yasaydı.
Mahkeme, bu davada “
açık ve yakın tehlike” kriterini kullanmıştır. İlgili yasa 20 yıla kadar hapis cezası öngörmekteydi. Eugene Dennis ve on bir Amerikan Komünist Partisi üyesi, Smith Yasasını ihlalden ceza almışlardır. Davalılar, ABD Anayasanın I. Değişikliği Maddesine dayanarak konuşma özgürlüklerinin sınırlanamayacağını iddia etmişlerdir. Mahkeme ise, Hükümetin kuvvet ve şiddet ile sona erdirilmesini (planlamanın), kesinlikle konuşma özgürlüğünün sınırlanması için yeterli bir sebep olduğunu ifade etmiştir. Yüksek Mahkeme, Mahkeme’nin önceki hakimlerinden Holmes ve Brandais’in tavsiye ettiği “açık ve yakın tehlike” testini uyarlayarak bu davada kullanmıştır.
Pek çok hukukçu ve sivil özgürlüklerin savunucusu gruplar, Dennis ve arkadaşlarının harekete geçmelerinden değil, fikirlerinden dolayı cezalandırılmış olduğunu ifade ederek davayı eleştirmişlerdir. Bu kişiler, Stalin, Marx, Engels ve Lenin’in kitaplarını öğrettikleri için uzun yıllar hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bu davayla Komünist Parti neredeyse tamamen ABD’de sona erdirilmiştir ve ABD Anayasanın I. Değişikliği Maddesinde yer alan ifade hürriyeti (konuşma özgürlüğü) büyük bir darbe almıştır. Son tahlilde, ceza alan davalıların eylemlerinin konuşma ve kitap okumaktan başka bir faaliyette olmadığı da açıkça ifade edilmiştir.
Bailey v. Richardson (1951) davasında, Yüksek Mahkeme, dörde dört kararında (!) Washington D. C. Temyiz Mahkemesi’nin Hükümetin çalışanlarını politik veya inançlarından dolayı işten atabileceğini belirten kararını onaylamıştır. Başka bir ifadeyle, Yüksek Mahkeme, McCarthy döneminin ekonomik yaptırımlarına onay vermiştir. Böylece,
FBI ya da Kongre Araştırma Komitesi insanları şüpheli olarak belirledikten sonra, geriye sadece bunların işten atılması kalıyordu. Bu planın içinde Harvard’dan Hollywood’a kadar pek çok kuruluş yer alarak çalışanların işine son vermiştir.
[1]
Anglo-Saxon hukukunda özellikle son yıllarda komisyonlarla ilgili pek çok uygulama karşımıza çıkmaktadır. Özellikle geçiş döneminde yeni bir sistem inşa etmeden önce geçiş dönemi adaleti (transitional justice) dediğimiz uygulamaları incelemeye değer görmekteyiz.
Nihayet,
Yates v. U.S. (1957) davasında Mahkeme, bire karşı altı oyla, Smith Yasasını dar yorumlayıp, pek çok Komünist Parti üyesinin almış olduğu cezanın anayasaya uygun olmadığına karar vermiştir. ABD’li hukuk tarihçisi Belknap’a göre bu karardan sonra artık kimse komplo teorisi kurularak cezalandırılamayacaktır. Böylece, Smith Yasası, komünist karşıtlığı görevini tamamlamıştır.
Noto v. U.S. (1961) ile de Mahkeme, yeterli delil olmadığı gerekçesiyle Smith Yasası altında verilen ceza mahkumiyeti kararını iptal etmiştir.
Son olarak da
Brandenburg v. Ohio (1969) davasıyla, ABD Yüksek Mahkemesi her türlü fikri ve hangi seviyede olursa olsun radikalizmi yasaklayan bütün yasaları, ifade hürriyetini engellemekten ABD Anayasasına aykırı bulmuştur. ABD Yüksek Mahkemesi teknik olarak kanunları iptal edememektedir, sadece anayasaya aykırı olduğu tespitini yapabilmektedir.
McCarthy döneminde, Yüksek Mahkeme sırf komplo teorileri ile delilsiz bir şekilde pek çok insanın hayatının kararmasına seyirci kalmıştır. Oysaki mahkemelerin özellikle Yüksek Mahkemelerin asıl ve en önemli görevi kriz dönemlerinde ferdi hürriyetleri koruyabildiği, ak ile karanın karışmasını engelleyebildiği ölçüde ortaya çıkar.
Maalesef ABD Yüksek Mahkemesi’nin kriz dönemlerinde 11 Eylül 2001 olayları sonrası davalarda olduğu gibi pek başarılı bir sınav vermediği ve aynı hataları tekrarladığı görülmüştür. McCarthy döneminin kararları da anayasa hukuku tarihinde yargısal aktivizmin negatif örnekleri arasında yerini almıştır. Oysaki o dönemin davalıları olan komünistleri; komplo teorileri, FBI ve devletin elinden kurtarabilecek tek kurum belki de Yüksek Mahkemeydi.
BİZE GELECEK OLURSAK…
Belki de böylesi meselelerde bir hadiseyi çözmek için hukuk devletinde (veya hukukun üstünlüğüne giden bir yolda) yapılması gereken ilk şey; 15 Temmuz, 2016’dan sonra
Hakikat Komisyonlarının kurulması olmalıydı. Böylece gerçek başrol oyuncuları ve masumlar birbirinden ayırt edilebilirdi. İftiraların önüne geçilebilirdi.
Bu anlamda bu ülke hâlâ 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat ile yüzleşmemiştir. Tekrar etmiş olayım: Geçmişle yüzleşmeden geleceği kuramazsınız.
Anglo-Saxon hukukunda özellikle son yıllarda bununla ilgili pek çok uygulama karşımıza çıkmaktadır. Özellikle geçiş döneminde yeni bir sistem inşa etmeden önce geçiş dönemi adaleti (
transitional justice) dediğimiz uygulamaları incelemeye değer görmekteyiz.
Bu ve benzeri dönemlerde Senatör McCarthy gibi şahsi istikbalini elde etme peşine düşerek tüm değerleri hiçe sayan kişileri ancak ve ancak hukukun üstünlüğüne inanan hür fertleri baş tacı ederek kuracağınız hakikat komisyonlarıyla bertaraf etmiş olursunuz. En kısa zamanda adalet ve eşitliğin bu ülkede ve tüm dünyada inşa edilerek yeryüzüne huzur dolu güzel günlerin gelmesi tek arzumuzdur…
[1] Bkz., Ellen Schrecker,
Many Are The Crimes: McCarthyism in America, New York, Little, Brown Company, 1998, s. 281-2, ve xv. Schrecker’in kitabı, McCarthy dönemindeki insan hakları ihlalleriyle ilgili yazılmış en detaylı bilgileri içeren bir kaç kitaptan biri olarak anılmaktadır.