İktidarın yarattığı kutuplaşma atmosferinin toksinleri muhalefete de sirayet ediyor. “En milliyetçi, en seküler veya en dindar benim, biziz. Ey halkım görün bizi!” hattında kurulan bir siyasi söylem muhalefet partilerini göz göre göre bir tuzağa çekiyor. Oysa rakiplerinizle girdiğiniz amansız yarışta sizi zafere taşıyacak veya hezimete uğratacak olan güçlü yanlarınız değil zaaflarınızdır. Çünkü zirvelerde güç değil zafiyet konuşur. Küçük defolarınız, sizi yutacak devasa kara deliklere dönüşebilir. Aşil tendonunu açık eden yaralanır. Yani zafere güçlü yönlerinizi bileyerek değil eksiklerinizi, zaaflarınızı gidererek ulaşırsınız. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, son 7-8 yıldır CHP’nin yukarıda bahsettiğim ve seçimlerde esas belirleyici olduğunu düşündüğüm zaaflarının yol açtığı zafiyetlerine çalışıyor. Onları törpülemeye ve yok etmeye gayret ediyor. Bu açıdan oldukça başarılı. 1960’lardan günümüze CHP’nin gelmiş geçmiş en devrimci genel başkanı Kemal Bey. Partisinin güçlü yanlarından biri olan laikliği daha da bilemenin bir faydası olmadığını hayatın acı tecrübeleri ile öğrendi. Akabinde sembolik olarak Nişantaşı’na saplanan sosyolojik tabanını genişleterek periferilere taşıdı. Partisini başörtüsü üzerinden sistemi kilitleyen parti olmaktan çıkardı. Parti meclislerine başörtülü bir kadını seçerek muhafazakâr mahalleye de çıkarma yaptı. Kürtlerle zayıf da olsa diyalog kurmaya başladı. Özetle Kemal Bey CHP’nin güçlü yanlarına zarar vermeden zaaflarını yok etmek için çok emek verdi, uzun bir yol kat etti ve tüm bunlar CHP’ye çeyrek asır sonra İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri kazandırdı. Ama bunlar Türkiye’yi kazanmak için kâfi değil. CHP hâlâ “Devleti kutsal addeden” zihniyeti törpüleyemedi. Bu yüzden Meclis’te önlerine gelen yasalara, uluslararası anlaşmalara ya “içleri kan ağlayarak” el kaldırıyor ya da iktidarın hamasetine yenik düşerek ona can simidi oluyorlar. Bu zaafını da çözmüş bir CHP tahayyül edelim. Kendini bu kadar aşan bir parti topluma ilham vermez mi? MUHALEFET LİDERLERİ Meral Akşener, mahallesinin hudutlarına hapsolmuş ve bir türlü o eşiği aşamayan bir genel başkan. Son dönemlerde yükselen grafiği ile dikkat çekiyor lakin gözden kaçan nokta bu aşamaya aslında son bir yılda erişmedi. Çok daha evvel, 2016’da çektiği isyan bayrağı ile şimdikinden bile daha geniş bir oy potansiyeli vaat etmişti. Ardından gereken adımları atamamanın, belki de nasıl atacağını bilememenin ceremesini ise hem kendisine hem de Türkiye’ye çektirdi, çektiriyor. Akşener’in geçmişi ortada. Kimseye milliyetçiliğini veya dindarlığını ispatlamasına gerek yok. Ama o her nedense sürekli bunu ispatlama gayretine girip tuzağa düşüyor. İspatlaması gereken bunlar değil, bunlardan fazlasını yapabileceği. O sürekli en güçlü yanlarını sergileye dursun, aşil tendonundan yani “Kürt Meselesinden” aldığı darbelerle yalpalıyor. Şimdi soruyorum, bu zafiyetini çözebilmiş bir Akşener’in Cumhurbaşkanlığı önünde hangi dünyevi güç durabilir? Ali Babacan, mazi kalbimde yaradır diyemeyen bir Boğaçhan. Arafta kalmasının bedelini hem kendisi hem de partisi ödüyor. Sürekli tekliyor veya tekrar ediyor. Geçmişi geride bırakamadığı için gelecek kendisine bir türlü gelmiyor. Ali Bey reddi miras yapamıyor. Geçmişin onca yükü yetmezmiş gibi birde Atlas’ı olmuş Gül’ü taşıma gayreti belini iyice büküyor. Babacan meselenin kendi kişiliği olduğunu sanıyor. Ama değil. Reddi miras jestiyle bütün bir muhafazakâr/dindar mahalleyi prangalarından kurtarma gücüne sahip. Çünkü ancak o zaman AK Parti’den kopmak isteyen milyonlara açık ve gidilebilir bir adres göstermiş olacak. Bunu yaptığında kim DEVA’nın merkez sağın lokomotifi olmayacağını iddia edebilir ki? Son olarak muhalefetin topyekûn düçar olduğu bir zaafa değinmek isterim. Adını anmaktan ve yan yana gelmekten çekindikleri “üç harflilerden” bahsediyorum, HDP’den. İktidarın hamaset ve şovenizm üzerinden yarattığı ötekileştirme, ayrıştırma ve kutuplaştırma söylemlerine yenik düşen muhalefetin HDP’ye koyduğu acı mesafeyi kast ediyorum. İşte bu mesafe en derin yarası, en bariz zaafıdır muhalefetin. Bunu aştıkları anda tırtılın koza değiştirip kelebeğe dönüştüğünü göreceğiz. Muhalefet iktidara evirilecek böylece, çünkü mevcut iktidarın oluşturduğu cephenin çözüldüğünü, eridiğini ve geçmişte kaldığını görecek insanlar. AKP’yi 2002’de zirveye taşıyan ne çok dindar ne de çok milliyetçi olmasaydı. Bilakis her iki hususta da silik olmaya gayret gösteriyorlardı. Onlar sadece zaafları en az olan partiydiler. Zamanla aşırı milliyetçi ve aşırı dindar görünme çabalarının yarattığı zaaflara kişisel defoları da eklendiği için büyük bir ivme ile çakılmak üzereler. Burada muhalefetin tüm paydaşları bir araya gelsin, ittifak etsin demiyorum. Artık ittifak konuşmak çok da manalı değil. Çünkü konuşmamız gereken toplumsal mutabakat ve meşruiyet meseleleri önümüzde duruyor. Bunun için de her parti kendi kimliği ve tonunu koruyarak ama aynı zamanda bir araya da gelerek hareket edebilmeli. Kimsenin diğerine benzemesine gerek olmadığı gibi bunu talep eden de yok. Olağanüstü dönemlerde olağan şartlara göre söylem üretmek rejimin ekmeğine yağ sürüyor. Rasyonel olmayı ve realist bakabilmeyi elden bırakmadan bir araya gelinebileceğini, esas romantizmin iktidarın hamaset dolu diline kapılarak duygulara yenik düşmek olduğunu görmemiz gerekiyor. KELEBEK ETKİSİ MÜMKÜN MÜ? Siyasal partilerin toplumsal muhalefetin de ötesinde direkt toplum ile diyalog kurmasına ihtiyaç var. Bunu onların yaşadığı acılara sırtınızı dönerek veya muhalefet ediyoruz dişinizi sıkın, acınızı yutun, sabrınızı daim eyleyin diyerek yapamazsınız. Verilecek bir tebessümün, alınacak bir selamın kelebek etkisi yaratacağını, toplumun bu küçük kar topundan çığ etkisi yaratabileceğini, buna cesareti de feraseti de olduğunu ve kollarını açmış muhalefeti beklediğini görelim. Tarihin fay hatları kırıldı kırılacak. Böyle zamanlarda ezbere yapılan siyasetin topluma hayrı olmadı, olmuyor, olmayacak. Kutuplaşmanın mahalleler arasında açtığı mesafeleri kaldırıp ırakları yakın etmenin yolu kahvaltı için kapımızı çalanları içeri buyur etmekten geçiyor. Kutuplaşmayı, sükût ikrardan gelir sözüne nispet yaparcasına takınılan sessizlikle meşrulaştırarak yok edemeyiz. Zulmü meşru gösteren her kayıtsızlık, her boş vermişlik toplumsal barışın bağrına saplanan bir hançer. Toplum siyasetten ilerde. Sokak siyasetten güçlü. İktidarın her bağırtısı acziyetini sergiliyor. Ayçiçeğinin sürekli güneşe dönmesi gibi toplum da sürekli muhalefete dönüyor ama her döndüğünde umutla ısıtıp cesaretle açtığı yüreği ayaza kesiyor. En uzun kışımız bir türlü bitmiyor. Oysa bizler baharın habercisi newrozu 2019’un Mart ayında yaşamamış mıydık?