3 Kasım 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan, ilk olarak katıldığı genel seçimlerde yüzde 34,28 oy oranıyla tek başına iktidara gelmişti. Bu tarihten bu yana AKP hükümetleri dışında başka iktidar görmemiş yeni bir nesil yetişti. RTE bu dönemin tartışmasız hep birincil siyasi aktörü oldu. Ve hatta bu yeni jenerasyon 15 Temmuz FETÖ darbesi sonucu RTE'nin başkumandan ilan edilmesine dahi kayıtsız kalmadı.    

Görünen o ki 15 yıl öncesinin Türkiye'si artık yok. Geçen yıllar boyunca kurucu değerlerden uzaklaşılmış, hukuk başta olmak üzere devlet kurumları güvenirliliğini yitirmiştir.  laik devletin dahi tartışılmaya başlanması tüm demokrasi kanallarının tıkandığının en bariz göstergesi olmuştur. 

Ülkenin kırılgan ekonomisi ranta teslim olmuş, üretimden uzak, ithal yoğunluklu sıcak para endeksli ekonomi sadece hizmet ve inşaat alanında büyümüştür. Netice de gelir dağılımındaki uçurum derinleşmiştir. 

Uluslararası arenada batıya sırtını çevirmiş, bir dargın bir barışık, bir kartal bir serçe politikaları ile denge tutturamamıştır. Artık tüm komşuları ile sorunlu, kendi ülkesinde barışı sağlayamadığı gibi komşu ülkelerde asker bulunduran tam bir Ortadoğu ülkesi haline geldik. 

Yeni Türkiye diye yola çıkan Osmanlı sevdalıları sayesinde artık huzurunu yitirmiş, teröre teslim ülkemiz tanınmaz hale gelmiştir.    

Bugün tüm TV'ler, gazeteler tek tipleşmiş olsa dahi haberler hep terör, hukuksuzluk, siyasi krizler, şiddet ve acı dolu hikayelerle dolu. Yine bu dönemde ülke halkı en büyük acıları ve faili belli cinayetleri yaşadı. Berkin Elvan, Hrand Dink, Roboski, Soma... sadece yakın zamanda hatırladıklarımız.    

Ancak asıl kırılma, şiddet, kan ve gözyaşı 7 Haziran Genel seçimler sonrası daha fena oldu. Ülke adeta kırmızıya boyandı. Acılar katlandı. Suruç'ta, Ankara'da canlar kuş gibi uçuverdi. Düşünce suçundan içeri girenleri, buzdolabında cansız beden bekletenleri, patlayan bomba ile yaşamı cehennem azabına dönenleri, her gün gelen Şehit haberleri ile yıkılan aileleri içimiz yanarak izliyoruz.    

15 Temmuz tarihinde ise, Ergenekon örneğinden tüm hukuksuzlukların nasıl yaşandığı, genç evlatlarımızın çalınan sınav soruları ile kaderlerinin  nasıl  değiştirildiğini, iktidarla birlikte devleti gasp cemaatin nasıl çeteleştiğini kanlı bir darbe ile öğrenmiş olduk. 

Elbette emperyalist güçlerin kirli elleri ile benzer siyasi gelişmeler dünyanın önemli bir kısmında savaşlara ve gelir adaletsizliğine neden olmaktadır. Ancak Ortadoğu her zaman en önemli sömürü alanı olmuştur. AKP dönemine kadar bu bataklıktan ülkemiz uzak kalmayı başarabilmişti. 

Tek kutuplu dünya düzeni, yeni bir siyasal-sosyal-ekonomik  yapılanmayı beraberinde getirdi. Bu dönemin en önemli özelliği Milliyetçiliğin yanında dinsel ya da mezhepsel tutuculuk ve fanatizmde ciddi artışı beraberinde getirdi. 

Tüm bu gelişmelerden etkileşen günümüz toplumu demokrasi yerine otoriter, lider merkezli yapıları tercih etmeye başladı. Toplumu koruyan klasik kurumlar değer erozyonuna uğradı. Etik kurallar hiçe sayıldı. Toplumsal fayda yerine kişisel hırslar, çıkarlar ve kısa yoldan zenginlik geçer akçe oldu. 

Siyaset üretimden, ideolojiden, bilimden uzaklaştı, meslek haline geldi. Yeni zenginlik aracı olarak görülen siyaset iyileri kovdu ve popülist ve sığ yaklaşımları barındıran siyasetçiler ile vitrinler süslendi.

Tüm bunlar toplumda yabancı düşmanlığını arttırdı. Siyasi olaylara duyarsız, algı yönetimi ile yönetilen, içe kapanık bir toplum yaratıldı. Demagoji, sosyal medyada görüntü ile çalışır görünen, yalan ve komplo teorileri siyasetin ana unsuru oldu. 

Bu yeni dönemde siyasiler, halkın duygusal ve ekonomik isteklerini göz önüne alarak günü kurtarma politikaları ile oy kapma çabasına girmiştir. Çünkü artık sosyal medya çağının sanal gerçekliği sonucu, bireyler öğrenme ya da haksızlıkla mücadele etmek yerine duygularının yönlendirmesi ile taraflarını belirler oldu. 

Milliyetçilik, dinsel ögeler ve etnik aidiyet yanında daha kolay kazanç, güçlü ve büyük olanın yanında olma isteği seçimlerin en önemli belirleyeni olmuştur. 

Hal böyle olunca da tek yanlı tüm yazılı ve görsel basının desteği ile, siyaset gerçeklik üzerine değil komplo teorileri ve algı yönetimi ile yönlendirilir oldu. Örneğin Gezi ayaklanmasının ardında İstanbul’a yeni bir havaalanı yapılmasını istemeyen Lufthansa’nın bulunduğu iddiası, başörtülü kadına taciz yapıldığı iddası gibi günlerce köşe yazılarını süsledi. 

Bunlarla da yetinmeyip özellikle 17 Aralık sonrası basın üzerinde bir OHAL durumu yaratıldı. Bugün artık kitlelere doğruymuş hissi veren, ancak hiçbir olgusal temeli olmayan iddiaların siyasal arenanın ana argümanı haline gelmiştir. 

Haberin doğruluğu değil hangi amaca hizmet edeceği önemlidir. Hiçbir kanıtı ve elle tutulur bir temeli olmasa bile tüm söylemler, ağız birliği ile “gerçek” duygusu uyandırmaya çalışmaktadırlar. 

Batı ülkeleri Türkiye’yi Ortadoğu'nun lideri olacağı için kıskanıyor. Baraj, köprü, yol yaptıkça düşmanımız artıyor. Lozan Antlaşması bir yenilgiydi, Ege adalarını kaybettiler. AKP-Cemaat savaşı başlayınca ortaya saçılan tapelerin  tümü montajdı. Sayamayacak kadar toplum mühendislerin safsataları ile basın sayesinde pompalanıyor.  

İşin kötüsü ise sosyal medya da bu hayali gerçeklik sayesinde AKP kendi siyasetini  güçlendiriyor.  Sosyal medya kendileri gibi düşünenleri kümelenmesi ile kalmıyor, toplumun gözünü kör kulağı sağır yapıyor. Yüzeysel göz ucu bakışlarla kutsal saydığı duygularının ışığında siyasi tercihlerini yapıyor. 

Sonuçta böyle siyaset böyle toplum böyle dünya düzeni olunca da toplum çarklarını geriye doğru işlemeye başlıyor. 

Bizlere düşen ise en azından gelecek kuşakları çocuklarımızı torunlarımız çağdaş bir ülkede yaşamalarını sağlamak için gündelik, parti içi sorunları bırakıp kurucu değerlere sahip çıkan CHP yönetimlerine destek vermektir. Kurtuluş ancak CHP ve onun çağdaş kadroları ile mümkündür.