İnsan kendi eliyle inşa ettiği duvarların arasından, yine kendi eliyle kazdığı bir tünelle kaçabilir mi? Sanal gerçeklik, bizi “gerçek” gerçekliğin acılarından kurtarmaya muktedir mi? Geçtiğimiz hafta sanal gerçekliğin (VR) fiziksel acının tedavisinde ne kadar mucizevi sonuçlar verdiğinden bahsetmiş ve şu soruyu sormuştuk: Fiziksel acılarımızı dindirebilen sanal gerçeklik, kendi inşa ettiği “gerçek” dünyanın içinde sıkışıp kalmış, eksik, mutsuz ve anlam duygusunu yitirmiş modern insanın acılarını da dindirebilir mi? Sanal gerçeklik, bizi “gerçek” gerçekliğin acılarından kurtarmaya muktedir mi? Bilim insanları tahminlerinde yanılmadılar: İki yıllık zorlu Covid sürecinden sonra tüm dünya çapında psikolojik rahatsızlıklarda büyük bir patlama meydana geldi. Özellikle kaygı bozukluğu, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi hastalıklar, takip edildikleri yakın vadeli tarihsel süreç boyunca hiç ulaşmadıkları görülme sıklığı oranlarına ulaştılar. Her ne kadar sorunun tetikleyicisi küresel pandemi olsa da, 21. yüzyıl insanının kendini içinde bulduğu toplumsal, çevresel ve siyasi koşullar da giderek yükselen bu oranlara önemli derecede katkıda bulunuyor. Bana öyle geliyor ki tüm bu sürecin zemininde de geçtiğimiz haftaki yazımda bahsettiğim, insanın kendi etrafına ördüğü sistemsel duvarlar yer alıyor. Sorunlarımız üzerine saatlerce tartışmak, hangi sorunun daha ağır bir etken olduğuyla ilgili farklı fikirler öne sürmek mümkün. Ancak biraz da insanın kendi eliyle inşa ettiği bu duvarların arasından yine kendi eliyle kazdığı bir tünelle kaçıp kaçamayacağını tartışmak istiyorum. Zira araştırmalara göre artık kendi söküğümüzü dikebilmek için elimizde daha kuvvetli araçlar var. Bu araçlardan biri, fiziksel acıyı dahi dindirmeye muktedir olduğunu gördüğümüz sanal gerçeklik. Sanal gerçeklik vasıtasıyla gerçekleştirilen terapilerle beynin plastisite (kendini yeniden programlama, yeni nöral ağlar ve bağlantılar oluşturma süreci) aktivitesini arttırmak, sinir sisteminizin stres düzeyini azaltmak, aşırı düşünen zihni arka plana alarak kişiler için daha konforlu “yüzleşme” deneyimleri tasarlamak mümkün olabiliyor.
Sanal gerçeklik vasıtasıyla gerçekleştirilen terapilerle sinir sisteminizin stres düzeyini azaltmak, aşırı düşünen zihni arka plana alarak daha konforlu “yüzleşme” deneyimleri tasarlamak mümkün…
Sanal gerçekliği psikolojik bir bozukluğu tedavi etmek için kullanan ilk kontrollü çalışma çok eskilere, 1995 yılına dayanıyor. Klinik psikolog Barbara Rothbaum yükseklik korkusuna sahip kişilerin bu korkularını yenebilmeleri için kontrollü bir deney gerçekleştiriyor. Deneye katılan ve yükseklik korkusu olan kişiler yedi haftada boyunca haftada bir gün deneyin yapıldığı terapi odasına gelerek başlarına 3 boyutlu bir ortamda farklı yükseklikleri simüle eden bir cihaz takıyorlar. Bu 3 boyutlu ortamda kişileri bir binanın 20. katındaki bir balkondan aşağı bakma, bir ırmağın üzerinde asılı duran dar asma köprüden geçme ve cam bir asansörle bir binanın 49. katına çıkma gibi deneyimler bekliyor. Çalışma sonuçlarına göre bu görevleri tamamlayabilen kişilerin yüksek irtifada kaygı düzeylerinde anlamlı bir azalma olduğu görülüyor ve artık yüksekten kaçınma davranışına girmedikleri görülüyor.  Hatta çalışma katılımcılarından biri olan Chris Klock, Atlanta'daki bir gökdelenin 72. katında yer alan restorana gerçek bir cam asansörle çıkmayı başarıyor. Burada işleyen mekanizma, beynin korku ve kaygı yaratan etkenle, gerçekten ayırt edemediği sanal dünyada karşılaşması ve kaygı ve korku verici olan sonucun (düşme hissi) gerçekleşmemesi nedeniyle uyarana daha az tepki vermeyi öğrenmesi. Elbette terapistler maruz bırakma terapisi olarak adlandırılan bu yöntemi yıllardır gerçek hayatta da uyguluyorlardı. Araştırmanın gerçek dünyada yapılması yerine sanal gerçeklikte yapılmasının temel gerekçelerinden biri kişilerin gerçek dünyada böyle bir araştırmaya katılmaya asla yanaşmıyor olmaları. Oysa kişiler, kendilerince kabul edilebilir risk sınırları içinde olan sanal gerçeklikte bir deneyim yaşamayı çok daha kolaylıkla kabul edebiliyorlar ve beyinlerimiz gerçek ile sanal arasındaki farkı algılayamadığı için arzu edilen öğrenme (plastisite) güvenli bir ortamda gerçekleşmiş oluyor. Bir diğer önemli neden de sanal gerçeklikte yapılan uygulamalarda araştırmacıların çevreyi hassas bir şekilde kontrol edebilmeleri ve maruziyeti derecelendirebilmeleri. Örneğin bir binanın 6. katı, 42. katı ya da bir uçakta 25.000 ft’te olma deneyimlerinin, kişilerin anlık tepkilerinde nasıl bir farklılığa neden olduğu ölçümlenebiliyor. Rothbaum'un deneyi ile açılan yolda ilerleyen uzmanlar şu anda sanal gerçekliği kaygı bozukluğunun yanı sıra depresyon, yeme bozukluğu ve bağımlılık gibi rahatsızlıkların tedavisinde de kullanıyorlar. En basit uygulamalardan biri, sağlık hizmetinin uzaktan alınmasının gerekli olduğu durumlarda terapist ve hastanın Zoom vb. bir platform yerine sanal gerçeklikte buluşmalarının sağlanması. Araştırmalar üç boyutlu ve içine girdiğiniz deneyimsel bir ortamda terapilerin daha iyi sonuçlar verdiğini gösteriyor. Benzer sonuçlar yaratan bir diğer kullanım alanı ise rehberli meditasyon ve öğrenme deneyimleri. Öte yandan, kaybı bozukluğu tedavisi uygulamalarına benzer uygulamalar depresyon tedavisi için de kullanılıyor. Depresif kişilerin travma hafızalarına erişiminin diğer insanlara göre daha kısıtlı olduğu biliniyor. Dolayısıyla bu kişilerin depresyonu tetikleyen travmatik olayları hatırlamaları ya da keşfetmeleri daha güç oluyor. Travmatik, tetikleyici olayların (örneğin savaş, afet vb. durumlarda yaşananların) kontrollü bir şekilde simüle edilmesiyle bu deneyimler su yüzüne çıkartılarak tedavide daha hızlı ilerleme sağlanması söz konusu olabiliyor. Bunun yanı sıra psikoeğitim, davranışsal aktivasyon, bilişsel yeniden yapılandırma ve sosyal beceri eğitimi dahil olmak üzere farklı Bilişsel Davranışçı Terapi tekniklerinin de VR uygulamaları ile hayata geçirildiğini görüyoruz. Bana en ilginç gelen uygulamalardan biri ise sanal evcil hayvan etkileşimi ile hastaların stres ve kaygı düzeylerinin azaltılması…
Sanal gerçeklik deneyimine sesin, dokunmanın ve hatta kokunun eklenmesiyle daha derin bir uyarım ve daha etkin bir psikolojik tedavi süreci sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılıyor.
Bu çalışmaların bir adım ötesinde ise şimdiden test edilmeye başlanan, farklı duyuları da işin içine katan terapiler var. Örneğin VR deneyimine sesin, dokunmanın ve hatta kokunun eklenmesiyle daha derin bir uyarım ve daha etkin bir tedavi süreci sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Ayrıca VR, sadece psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde değil, psikolojik olarak sağlıklı kalabilmemiz için, önleyici amaçlarla da kullanılıyor. Örneğin sanal gerçeklikte yapılan rehberli meditasyonların gerçek dünyada yapılan meditasyonlara kıyasla stres ve kaygı düzeyinin azaltılmasında daha etkili olduğuna dair bulgular mevcut. Teknolojinin insan üzerindeki etkilerine çoğunlukla olumsuz bir perspektiften bakmaya meylettiğimiz bir zamanda, bu gibi alternatifleri de görerek daha açık fikirli olmak gerektiğine inanıyorum. Ama bir yandan, muhtemelen yazıyı okurken sizlerin de aklından geçmiş olan düşünceler de zihnimi sarıyor: Bir evcil hayvanla sanal dünyada zaman geçirmek ya da sanal bir ırmağın kıyısında meditasyon yapmak… Bu alternatifler beni hem endişelendiriyor, hem de üzüyor. Öyle sanıyorum ki kopmaması gerektiği halde zorla kopardığımız, sonra da yerine neyi koyacağımızı bilemeyip bir arayıştan diğerine sürüklendiğimiz bağlarla ilgili daha derin sorgulara girmemiz gerek.