Türkiye’nin gevşek para politikasının gerekçesi ise 'kısa dönem büyüme' ve 'istikrarlı büyüme' arasındaki tercihini kısa dönemden yana kullanıyor olmasıdır. Yüksek enflasyon bilinçli bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidar 2010-14 yıllarında düşük faizli harcamaların yüksek olduğu, inşaat sektörü kaynaklı rantların arttığı günleri hayal etmektedir. Hane halkı harcamalarının artması gelir - istihdam yoluyla ya da halkı borçlandırarak mümkün olabilir. Türkiye maalesef ikincisini tercih etti. (*) Baki Demirel’in bu yazısı Merkez Bankası’nın 2 puanlık faiz indirimi kararından önce yazılmıştır. Bu hafta Türkiye’nin ekonomi gündemi TCMB Para Politikası Kurulunun perşembe günü alacağı faiz kararına odaklanmış durumda. Geçtiğimiz hafta merkez bankası başkan yardımcılarının faiz indirimine direnç gösterdikleri gerekçesiyle görevden alınmaları ve yerlerine uyumlu isimlerin atanması TCMB PPK Ekim toplantısında faiz indirimi geleceğine yönelik beklentileri güçlendirdi. Küresel enflasyon endişeleri ve merkez ülkelerin sıkı para politikası döngüsüne girecekleri beklentileri güçleniyor Öte yandan küresel enflasyon eğilimi özellikle emtia ve enerji kaynaklı fiyat baskıları ile birlikte artmaya devam etmektedir. Eylül ayı enflasyon verileri ABD tüketici enflasyonunun %5.3 seviyesinde dirençli olduğunu göstermektedir. Avrupa tarafında ise enflasyona en fazla hassasiyet gösteren Almanya’da tüketici enflasyonu Eylül ayı verilerine göre yıllık %4.1 artarak son 28 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumdadır. İngiltere’de ise yılsonu tüketici enflasyonu beklentileri %4 civarındadır. Merkez ülkelerde enflasyon endişelerinin artması gelişen piyasa ekonomilerini olası kur ataklarına karşı tedirgin etmeye devam etmektedir. Birçok gelişen piyasa ekonomisinin merkez bankası politika faizini artırmaya devam ederken önümüzdeki aylarda da bu eğilimi sürdüreceklerinin işaretini vermektedirler. Nitekim İngiltere Merkez Bankasının (BoE) 2022 yılını beklemeden kasım ayında faiz arttırabileceğine yönelik sinyal vermesi bu endişeleri haklı çıkartabilecek bir gelişmedir. Türkiye neden sıkı para politikası eğiliminin tersine hareket etmek istemektedir? Türkiye’nin gevşek para politikası tercihinin bir nedeni olarak rekabetçi kur söylemi ve böylelikle ihracat tarafının desteklenerek cari açığı azaltma ve fazla verme hedefinin olduğu söylemi son dönemde oldukça tartışmalı bir konu haline gelmiştir. Buradaki amaç yüksek kur ve ücret baskısı ile ihracat tarafı desteklenirken yurt içi talep baskılanarak ithalatı düşürmektir diyebiliriz. Türkiye’nin rekabetçi kur söyleminin bir tercih mi yoksa engellenemeyen kur artışına karşı bir mazeret mi olduğu bu yöndeki tartışmaların bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Benim bu konudaki görüşüm rekabetçi kur söyleminin bir tercihten ziyade zorunluluk olarak ortaya çıktığı yönündedir. Ancak bu bir tercih olsa bile hatalı bir tercihtir. Zira kuru yüksek tutup ücretleri baskılayarak uygulanan dış ticaret politikası ihracatımızın düşük-orta teknoloji yoğun tüketim malı ihracatı ağırlıklı yapısı, ithalatımızın da tüketim malı olarak yüksek teknoloji yoğun mal ağırlıklı olması ve daha çok ara ve yatırım malı ithalatını içermesinden dolayı dış ticaret hadlerinin bizim aleyhimize dönmesine neden olmaktadır. Bu durum yurt içinde gelir dağılımının daha da bozulmasına, büyümenin refah etkisinin karşı ülkelere geçmesine neden olmaktadır. Türkiye’nin rekabetçi kur söyleminin Çin ekonomisinin son 20 yılda uyguladığı politikaya benzediği yönündeki yorumlar da hatalıdır çünkü Çin rekabetçi kur politikası Yuan’ın oynak/istikrarsız biçimde yükselmesine dayanmamaktadır. Ayrıca Çin sermaye kontrolleri uygulamakta ve ani duruşa karşı güçlü rezerv yapısını korumaktadır. Bunla birlikte ihracata yönelik mal kompozisyonunu yıldan yıla değiştirmeye giderek daha fazla teknoloji yoğun mal ihracatçısı olma yönünde adımlar atmakta ve bu bağlamda güçlü bir eğitim politikasını takip etmektedir. Türkiye’nin gevşek para politikasının ikinci nedeni ya da gerekçesi ise kısa dönem büyüme ve istikrarlı büyüme arasındaki tercihini kısa dönem büyümeden yana kullanıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu elbette yukarıda açıklamaya çalıştığım ilk nedenden bağımsız olmayıp açıkça yüksek enflasyonu kabul etmek anlamına gelmektedir. Yüksek enflasyon bilinçli bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tercihte iki önemli hata bulunmaktadır. Bu hatalardan birincisi yüksek enflasyonun uzun süre devam etmesinin ekonomik büyümeyi azaltacağına yönelik ortodoks iktisat eleştirisidir. Ortodoks iktisat eleştirisi yüksek enflasyonun beklentileri bozacağına dair işçi (Monetarist/Friedman) ve firma (Yeni Klasik/Lucas) yanılgısı modellerine dayanmaktadır. Bu tercihin hatalı olduğuna dair ikinci bir eleştirisi ise post Keynesian iktisattan gelmektedir. Onlara göre yüksek enflasyon ücret-kar çatışmasının bir sonucudur. Ücretleri baskılamak ya da emeği destekleyecek sendikaları zayıflatmak yüksek enflasyon ortamına zemin hazırlamaktadır. Diğer yandan post Keynesian iktisatçılara göre yatırımı belirleyen teme unsur efektif taleptir. Yani faizin düşük olması değil gelirin yüksek olması yeni yatırımları ve büyümeyi destekleyecektir. Faiz indirimi kimin için TCMB Eylül ayında politika faizini 100bp (baz puan/1 derece) indirmesine karşılık tüketici kredilerinin arttığı ticari krediler de ise önemsiz sayılabilecek bir azalma olduğu görülmüştür. Bunun nedenini kredi miktarı ve talebi arasındaki ilişkide bulabiliriz. Bilgilerimizi gözden geçirelim. Kredi arzı faize karşı sonsuz esnektir. Yani kredi miktarını belirleyen faiz değil firma ve hane halkı kredi talepleridir. Firmaların kredi talebi, firmanın kredibilitesine ve beklenen yurt içi talebe bağlıdır. Banka firmayı kredi vermeye değer bulduğu sürece kredi talebini karşılayacaktır. Dikkat edilirse firmaları daha fazla kredi almaya teşvik eden şey faizlerin daha düşük olması değil talep beklentilerindeki artıştır. Hane halklarının kredi talebi ise yine onların kredibilitesine, kredi faizine ve harcanabilir gelirine bağlıdır. Dolayısıyla kredi faizi yatırım için değil hane halkı harcamaları için önemlidir. Türkiye 2021 yılını yaklaşık %9 oranında büyüme performansı ile kapatacaktır. Büyümenin öncelikli hedef alınması bağlamında başarılı bir yıl olarak savunulabilir. Ancak büyümenin refah artışı geniş halk kitlelerine yayılmamış, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve kur artışının sürmesi orta sınıfında giderek yoksullaşmasına neden olmuştur. Büyümenin öncelikli hedef olarak alınması ve önümüzdeki yılda da devam etmesi yurt içi ve/veya yurt dışı talebin güçlü seyretmesine bağlıdır. Bu sene büyümeyi büyük ölçüde yurt dışı talebin özellikle ikinci çeyrek itibarı ile güçlü etkisi desteklemiştir. Ancak önümüzdeki sene özellikle merkez ülkelerde başlayabilecek sıkı para politikası döngüsü dış talebi olumsuz etkileyebilecektir. Bu durumda önümüzdeki yıl iktidarın yüksek büyüme arzusu iç talebin performansına bağlı olarak gerçekleşebilecektir. Güçlü iç talep ise ya kamu kesimi harcamalarındaki artıştan ya da hane halkı tüketim harcamalarındaki artıştan sağlanabilir. Muhtemelen iktidar 2010-2014 yıllarındaki düşük faizli harcamaların yüksek olduğu, inşaat sektörü kaynaklı rantların her geçen yıl arttığı günleri hayal etmektedir. Hane halkı harcamalarının artması gelir ve istihdam sağlanarak ya da hane halkını borçlandırarak mümkün olabilir. Türkiye maalesef ikincisini tercih etmiştir. Ancak artık hane halkları borçlu olduğu,  yüksek enflasyona bağlı olarak gelir erozyonunun gerçekleştiği koşullar kredi faizleri düşse bile hane halklarının kredi alabilme yeterliliklerini sınırlamaktadır. Hatta bu durum önümüzdeki yıl harcamalarını azaltmalarına neden olabilecektir. Gelir erozyonunun sürmesi durumunda bırakın ilave kredi almayı, mevcut kredi borçlarını ödemekte güçlük çekebilirler ve bu bankacılık sektörünün aktif kalitesini bozarak ilave stres yaratabilir. Özetle faizleri düşürme politikası iktidarın 2022 hedeflerinin gerçekleşmesine imkân sağlamayacağı gibi yukarıda belirttiğim küresel iktisadi koşullara bağlı olarak olası bir kur krizine zemin oluşturmaktadır. Esen kalın.