Empedokles eşsiz bir filozoftur. Pek çok düşüncesinin mistik eğilimi olan filozofları ve ontoloji konusunda sayısız tartışmayı etkilediğini söylemek yanlış olmaz. Poe gibi edebiyatın büyük isimlerini de etkilemiştir.
Bu bölümde Pre-Sokratik dönemin büyük filozoflarından biri olan Empedokles’ten bahsedeceğim. Sonraki bölümde ise Parmenides’ten bahsederek yazı dizisini sonlandıracağım.
Kuşkusuz, bu beş bölümlük yazı dizisinde değindiğim Pre-Sokratik filozofların yanı sıra değinmediğim bir o kadar daha filozof var. Mesela Anaksimenes’ten bahsetmedim. Alcmaeon’dan da öyle. Ya da Hekateus’tan. Bu sebeple, bu yazı dizisini sona erdirdiğimde okura hem Türkçe hem de İngilizce kaynaklardan kısa bir okuma listesi önereceğim. Umuyorum ki benim yazdıklarım yeterince ilgi çekmiştir ve okura bu konularda esaslı bir motivasyon sağlayabilir.
Felsefe tarihi bilgisi bir takım dezavantajları ve avantajları olan bir bilgidir.
Felsefe tarihini iyi bilmek, felsefeyi iyi bir şekilde yapmak için asgari bir ön şart değildir. Hatta Spinoza ve Wittgenstein gibi örneklerden de bildiğimiz kadarıyla kimi zaman çok iyi bilmemek bir avantaj sağlayabilir. Bu avantaj, felsefecilerin felsefe tarihi boyunca içine gömüldüğü ve kimi zaman dışarıdan bakma fırsatlarının olmadığı tartışmaların dışına çıkıp onları başka bir gözle görmeyi sağlayabilir. Ancak kimi durumlarda da gereklidir. Kimi zaman bazı filozofların çok yeniymiş gibi okuduğumuz tartışmalarının temelinde aslında çok daha eski ve köklü problemlerin olduğunu görürüz. Size çok eski bir paradoks olan Epimenides’in “yalancı paradoksunun” aslında çok yeni paradoksların araştırılmasında (mesela Curry’nin paradoksu) hâlâ geçerli olduğunu söylersem şaşırabilirsiniz. Özellikle epistemolojide geçerli pek çok paradoks, bugün “computability” yani hesaplanabilirlik alanında karşımıza çıkmaktadır.
Bu gibi durumlarda felsefe tarihini bilmek tabii ki yararlıdır. Ancak bizim için daha da önemlisi şudur; kimi zamanlarda belirli bir meseleye takılıp kaldığımızda hiç ummadığımız bir cevabı başka bir yerden alabiliriz. Ya da geçmişte üstünde durulan felsefi meselelerin gerçekten de üzerinde durmaya değer olup olmadığını sağlama alabiliriz.
Bu açıdan bakıldığında bu yazı dizisine konu aldığım Pre-Sokratikler şöyle dursun yeni çağın filozofları da dâhil pek çok filozofun üzerinde durduğu tartışmaların -özellikle Pre-Sokratiklerin atomcu öğretileri ve doğaya ilişkin mülahazalarının- artık kayda değer tartışmalar olmadığı, çoğunun pozitif bilim tarafından kısmen reddedildiği akla gelir.
Ancak benim duruşum bu konuda bir ölçüde naif görülebilir; bilişsel bilimlerin, fiziğin ve pek çok pozitif bilimin pek çok soruya “cevap” verdiği gibi görüldüğü (bence böyle değildir) ve hüküm sürdüğü günümüzde insanın ruhsal ve karakteristik gelişiminde felsefenin rolünün değişmez olduğunu savunuyorum.
Bu bir ölçüde ikilemlerle dolu bir duruştur: Frederick Beiser,
Muammalı Hegel Rönesansı (The Puzzling Hegel Renaissance) yazısında “tüm felsefe tarihine bulaşmış”
[1] klasik bir dilemmadan bahseder:
“…bu tüm felsefe tarihine bulaşmış klasik bir dilemmanın versiyonudur; anakronizm ve antikiteryanizm
[2] arasındaki dilemma. Tarihi figürleri
bizim bakış açımıza ve ilgi alanlarımıza göre yorumladıkça şimdiyi geçmişe daha fazla uygulayarak daha fazla anakronizme düşeriz; ancak
onların bakış açısına göre yorumladıkça da tarihsel olgular sanki kendi uğruna ilgi oluşturuyormuş gibi antikiteryanizme düşeriz.
[3]”
Doğrusu bu dilemmadan çıkış zordur; ikisi arasında bir seçim yapmak gerekirse antikiteryanizmi seçmenin daha makul olduğunu zira tarihteki olgular ve düşünceleri açıklamak için bir nebze de olsa gerçeğe yaklaşmakta daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
EMPEDOKLES VE “EMPEDOKLES’İN DOSTLARI”
Empedokles’in Dostları, (Fransızca orijinali
Nos Frères Inattendus/Beklenmedik Kardeşlerimiz) Amin Maalouf’un 2020 yılında yayımlanan kitabı. Kitap, dünyanın yıkıma sürüklendiği bir anda çıkagelen ve dünyanın problemlerine barışçıl ve yüksek teknolojiye dayanan bir çözüm getiren, Empedokles’in Dostları olarak bilinen gizemli bir örgütü anlatıyor.
Kitaptaki örgüt karakterlerinin hemen hepsi Yunan filozoflarının ismini kullanıyor ve ABD gibi güçlü bir devletin bile güvenlik sistemlerini baypas ederek ABD başkanının yanında belirecek kadar yüksek bir teknolojik güce ama daha da önemlisi bu gücü kötüye kullanmayan bir etiğe sahipler.
Maalouf’un kitabı bir anlamda Empedokles’i ne kadar doğru anlıyor? Sanırım bu kitaptaki tanım üzerinden düşünürsek daha kolay anlarız.
Empedokles’in felsefesinin temelinde yer alan aşk ve nefret düalizmi, tekliğe doğru giden evrensel bir ilke haline gelir. Empedokles bir muvahhittir.
Empedokles de tıpkı diğer Pre-Sokratikler gibi, ikinci el kaynaklardan olduğu için hakkındaki bilgimizin kısıtlı olduğu filozoflardan biri ama bununla birlikte eşsiz bir filozof. Pek çok düşüncesinin mistik eğilimi olan filozofları ve ontoloji konusunda sayısız tartışmayı etkilediğini söylemek yanlış olmaz. Aynı şekilde Poe gibi edebiyatın büyük isimlerini de etkilemiştir
[4].
W.K.C. Guthrie, Empedokles için “antik çağın en karmaşık ve renkli figürlerinden biridir ve eleştirmenlerin onun hakkındaki yargıları da farklı olmuştur.
[5]” diyor.
Empedokles’in iki şiiri vardır. Birisi
Doğa Üzerine, diğeri de
Arınmalar.
Doğa Üzerine’den bir pasajla başlayalım:
-8-
“Size daha fazlasını da anlatacağım: ölümlü şeylerin
Ne doğumu vardır, ne de onlara çöken yıkıcı ölüm;
Ancak ve ancak karışma ve birlerin birleşmesi,
Bir de insanın isminin doğumundan başka bir şey olmaması…
[6]”
Bir de şuna bakalım;
-12-
“Olmayan şeyden olan şeyin asla çıkmadığı,
O halde olan her şeyin tümden yok olduğu,
Hiçbir gücün aşıp, hiçbir kulağın duymadığı,
Çünkü orada hep sonsuzun olduğu,
-13-
HER ŞEY’in ne Boşluğu ne de Akışı vardır.
[7]”
Burada mantıksal olarak “hiçbir şey” demedim çünkü metnin 13. fragmanda bahsi geçen “Her şey” İngilizce “The All” diye çevrilmişti.
Bu
The All nedir? Empedokles ne diyor? Benim fikrimce Parmenides’i önceleyen tümel bir varlık fikrinin başlangıcı, mitolojik bir anlatıyla karışık bir şekilde karşımızda durmaktadır.
The All, her şeyi kuşatan varlığın, sonsuz ölümün ve yıkımın sadece görünürler dünyasında cirit attığı bir evreni sarıp sarmaladığı ve dolayısıyla zamanın var ediyor olduğu, ettiği ve edeceği tüm anların ötesindedir.
Peki, onun Empedokles’in çağları aşan görüşündeki yeri nedir? Bu da bizi onun öğretisinin temelindeki şu pasaja götürür:
-16-
“Aşk ve nefret günlerin başlangıcında güçlü,
Ölümden sonra da yerleri vardır, ama ben
Sonsuz Çağın bu çiftten münezzeh olacağını sanmam.”
Empedokles’in felsefesinin temelinde yer alan aşk ve nefret seneviyyesi (düalizmi) doğanın içinde bulunan bir ilkenin tekliğe doğru giden evrensel bir ilke haline gelir ve Empedokles’in sisteminde temel bir yer edinir.
Empedokles bir muvahhittir. Garip bir vahdet fikri vardır ancak bu dönemin hilozoist (canlı maddecilik) fikri içerisinde ele alınabilir.
Empedokles, Guthrie’nin mükemmel deyişiyle “Pazar günlerinde dini bir görüşe, hafta içinde ise bilimsel bir görüşe[8]” sahipti.
Dolayısıyla Empedokles’in felsefesinde Doğa Üzerine’den pasajları ve Arınmalar arasında ne gibi ciddi zıtlıklar ve tuhaflıklar bulunduğunu açıklamak kolaylaşır. Empedokles, Guthrie’nin mükemmel deyişiyle “Pazar günlerinde dini bir görüşe, hafta içinde ise bilimsel bir görüşe
[9]” sahipti. Guthrie’den atıfla:
“Bilim insanları bu tür düşünürlerde görülen bilim ve inanç arasındaki bu
su geçirmez bölgelerden bahsediyorlar. Benzer görüşler hâlâ devam ediyor. “Onun dinsel ve bilimsel görüşlerini sentezlemeye yönelik her türlü girişim diye yazıyor Dodds, “onda gözden kaçırdığımız şeyin ta kendisidir. Vlastos da bu hususta nettir; kendi bakış açımızdan olduğu kadar onun bakışıyla da Empedokles tarafından sunulan gerçekliğin iki resmi "sadece heterojen değil ama aynı zamanda önemli noktalarda çelişkili de kalmaya devam ediyor; bunlar söz konusu meselede ne rasyonel ve hatta ne de imgesel bir uyumu kabul ediyor.
[10]”
O halde başka bir şekilde düşünmemizin zamanı gelmiştir; bu insanların
doğayı tanımlarken aslında ondan ne
istediklerini açıkça dile getirdiklerini düşünmemiz gerekir. Şu an oldukça “modası geçmiş” bulduğumuz bu hamleyi burada gereksiz bir şekilde “o zamanın aklı” yaftası içerisinde ele alarak küçültmeye veya tam tersine sonsuz bir ağacın köklerini oluşturduğu bir biom gibi görmeye gerek yoktur. Burada karşımızdaki şey Guthrie’nin de belirttiği gibi felsefesi “olduğu gibi olanı” görmek olan bir zihnin ışığıdır.
Empedokles’i bu şekilde yorumluyorum ve bu fikre ulaşmamdaki en büyük sebeplerden biri, bence, daha önce onu -ve Parmenides’i; bu konuyu gelecek yazıda ele alacağım- çok farklı tanımama sebep olan Nietzsche’nin ve modern filozofların Empedokles okumasını ters düz eden Peter Kingsley’dir. Peter Kingsley benim fikri hayatımda olağanüstü etki yaratan iki kitap yazmış bir Antik Yunan uzmanıdır. Onun ilk kitabı “Antik Felsefe, Gizem ve Büyü
[11]” ve ikinci kitabı
In The Dark Places of Wisdom (Hikmetin Karanlık Mekânlarında
[12]) Empedokles’e, Pythagoras’a ve Parmenides’e bambaşka bir gözle bakmamı sağladı.
Onun bu din ve bilim arasındaki su geçirmez bölgesini Kingsley’den şu şekilde öğrenmiştim:
“Empedokles’in karakterinde “büyüsel” bir yan olduğunu kabul etmek yeterli değildir: onun her ne kadar ilk başta bir filozof olduğunu ve tıpkı pul koleksiyoncusu veya boş zaman hobisine sahip biri gibi büyüye ilgi duyduğunu söylemek gibidir. Empedokles’i kendi çapında bir fenomen olarak anlamaya çalışanlar, onda büyücü ve filozof, gezgin ve düşünür arasındaki çelişkili rolleri içinde birleştirdiği sonucuna varırlar. Ancak bu çelişki bizdedir, Empedokles’te değil.
[13]”
Sanırım bu yeteri kadar iyi anlatıyordur. Parmenides’i de buradan okuyarak gelecek hafta devam edeceğiz.
---
[1] Cambridge Companion to Hegel and Nineteenth Century Philosophy, Cambridge Collections Online, Cambridge University Press, 2009 içinde, Frederick Baiser,
The Puzzling Hegel Renaissance, s.7.
[2] Anakronizmin tersine, olayları, olguları ve düşünceleri o dönem içinde sıkı sıkıya yorumlama olarak anlamlandırılabilir.
[3] Frederick Baiser, a.g.e., s.7.
[4] Burton R. Pollin,
Empedocles in Poe; A Contribution of Biefeld, s.1.
[5] W.K.C. Guthrie,
Yunan Felsefe Tarihi, Sokrates Öncesi Gelenek: Parmenides’ten Demokritos’a, çev. Faruk Gültekin, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2017, s.123.
[6] William Ellery Leonard,
The Fragments of Empedocles, kaynak: The Monist, Vol. 17, No. 3 (JULY, 1907), pp. 451-474, url:
https://www.jstor.org/stable/27900051?origin=JSTOR-pdf&seq=1#metadata_info_tab_contents
[7] William Ellery Leonard, a.g.e., s.453.
[8] W.K.C. Guthrie, a.g.e., s.125.
[9] W.K.C. Guthrie, a.g.e., s.125.
[10] W.K.C. Guthrie, a.g.e., s.125.
[11] Peter Kingsley,
Antik Felsefe, Gizem ve Büyü, Kabalcı Yayınevi.
[12] Bu kitap bildiğim kadarıyla Türkçeye henüz tercüme edilmemiştir.
[13] Peter Kingsley,
Ancient Philosophy, Mystery, and Magic: Empedocles and Pythagorean Tradition, Clarendon Press, Oxford, s.229.