Osmanlı vakıflarında Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin zaruret, maslahat ve kamu yararı gerekçesiyle yüzde 12’ye kadar faize cevaz vermesi ile veya enflasyon kadar faizin haram olmadığı gibi yaklaşımlarla sorun aşılmaya çalışılmıştır. “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezi doğrultusunda izlenen politikalar paramızın değerini dramatik bir şekilde düşürüp enflasyonu hızla yükseltirken ve maalesef ülke olarak hepimizi fakirleştirirken, “yerli ve milli” varlıklarımızın değerini düşürüp, bunların yok pahasına “dış güçlere” geçmesinin de önünü açmış bulunmaktadır. Sonuçta izlenen yanlış politikalar sadece ekonomimizi değil milli güvenliğimizi ve geleceğimizi de tehdit etmektedir. Bir takım fantezi ve hayallere itibar etmeyenlere ve iktisat bilimine göre bu tezin ifade ettiği gibi bir ilişki yoktur. Bunun böyle olduğunu ekonominin laboratuvarı olan reel hayat ülkemizde ve dünyada defalarca göstermiştir. Buna rağmen bu tez de bu kadar ısrar edilip, geçerliliğinin ispatlanmaya çalışılması ve bu uğurda bütün bir ülkeye bedel ödetilmesinin temel nedeni bu teze bilimsel ve objektif bir açıdan yaklaşılmayıp, dogmatik bir ön kabulle “nass” ve “değerler sistemi” açısından bakılmasıdır. Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı ve maliyetler bize bir kez daha Müslümanların bir faiz sorunu olduğunu ve bu sorunun çözümünde bilimsel ve dini temellerden hareketle yeni anlayış, yorum ve çabalarının gerekliliğini göstermektedir. Faiz sebep enflasyon sonuçtur tezi savunulurken öne sürülen tek gerekçe yüksek faizlerin yatırımları azaltması sonucunda üretim düşerken, üretim maliyetlerinin de artmasıyla fiyatlar ve enflasyonun artacağıdır. Bunun doğru olabilmesi için faizlerin yatırım ve üretim maliyetleri dışında hiçbir makro ekonomik değişkeni etkilememesi gerekmektedir. Fakat böyle bir durum söz konusu değildir. Ekonomi sürekli değişen oldukça dinamik bir yapıdır ve bu yapı içinde ki herhangi bir değişme yapının diğer parçalarını da etkileyecek ve bu karşılıklı etkileşimler içinde ekonomi yeni dengesine doğru gidecektir. Makro ekonomik bir değişkenin değişmesinin kısa ve uzun dönem sonuçları farklılaşabilmektedir. Buna göre mesela dengedeki bir ekonomide faizler indirilmesinin ekonominin arz ve talep tarafında etkileri olacaktır. Faizlerin indirilmesi öncelikle kısa dönemde talebi etkileyerek, firmaların yatırım ve hane halklarının tüketim harcamalarını artıracaktır. Bu artan talep henüz üretim ve arz fazla değişememişken fiyatların hemen kısa dönemde artmasına sebep olacaktır. Daha sonra üretim ve yatırımların artmasıyla ve düşen finansman maliyetleriyle orta ve uzun dönemde fiyatlar düşme eğiliminde olacaktır. Fakat bu düşme gerçekleşmeyecektir çünkü firmaların üretimde faiz maliyetleri düşmüş olsa bile kısa dönem talep enflasyonu sebebi ile diğer girdi ve işgücü maliyetleri artacağından firmalar uzun dönemde de fiyatları düşürme yerine artırmaya yöneleceklerdir. Yine Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede faiz indirimleri döviz kurlarının artıp yerel paranın değer kaybetmesine yol açacağından tüm ithal tüketim ve yatırım ürünlerinin fiyatlarının artması ile de enflasyon artacaktır. Bu tezi savunanların ileri sürdükleri bir husus da faiz indirimleri sonucunda yerel paranın değer kaybetmesi ile ithalat azalıp ihracat artacağından cari fazla verileceği ve enflasyonun böylece düşürüleceği iddia edilmektedir. Cari fazla ve enflasyon arasında bir ilişki olmamasının ötesinde burada paradoksal bir durum söz konusudur. Yapısal bir değişim yaşanmadan sadece yerel paranın değer kaybetmesi ile oluşacak cari fazla sonucunda paranın değer kaybı durdurulup bir ölçüde değerlenmesi başarılabilirse yüksek kurlarla elde edilen cari fazla da uzun süre sürdürülemez olacaktır. Faizler başka kanallar üzerinden de enflasyonu etkileyebilecektir, mesela faizlerin düşürülmesi sonucunda yaşanacak parasal genişleme ve ekonomik canlılık ile beklentiler kanalı, servet artışı ile varlık fiyatları kanalı gibi kanallar üzerinden de enflasyon artışı yaşanabilecektir. Sonuçta bu tezin dayandığı bir bilimsel temel, model ve teori olmayıp, normal ve olası herhangi bir durumda hiçbir geçerliliği yoktur. Ortodoks iktisadi model ve teoriler iktisat’ın bir bilim olarak ortaya çıktığı son birkaç yüzyılın birikimlerini yansıtmaktadır. İktisat bir bilim olarak teori ve modellerini ekonomiyi gözleyerek, insanların, firmaların ve tüm ekonomik aktörlerin davranış ve tercihlerine bakarak önermektedir. Bu teoriler verilerle desteklendiği sürece her yerde geçerli olacaktır. Pozitif bilimler gibi iktisat bilimi de bugün insanlığın ortak bilgi birikimini ve ulaşmış olduğu anlayış seviyesini gösterdiğinden, bir takım ideolojik ve dogmatik gerekçelerle bu bilimi dikkate almadan belirlenen ve yürütülen politikaların maliyetleri olacaktır. Faiz enflasyon ilişkisinde rasyonalite ve bilimsel düşünceden uzaklaşılması konunun nass ve İslami değerler açısında da sağlıklı bir şekilde ele alınmasını önlemektedir. Bu tezi öne sürmenin temel gerekçesi faizin haramlığı ise neden faizler tamamen ortadan kaldırılmayıp da sadece seviyesi düşürülmek istenmektedir? Hangi seviyede faiz haram olacaktır? Çok çeşitli faizler olmasına rağmen neden sadece merkez bankasının politika faizine odaklanılmaktadır? Bunun düşürülmesi ile diğer faizlerin de düşeceği ve sonuçta enflasyonun da ineceği düşünülüyorsa, bu politikalar sonucunda tam tersi sonuçların ortaya çıktığı görülmüyor mu? Faizlerin ve enflasyonun birlikte artığının görülmesine rağmen neden hala ısrarla bu yanlış politikalar izleniyor? Maalesef burada nassa dayanma iddiası ile izlenen politika ve tezin yanlışlığının sorgulanması engellenmek istenmektedir. Bunun sonucunda da ülkemiz ve ekonomimiz süregelen bir kriz içerisinde son sürat bir çıkmaza, iflasa, adeta bir intihara sürüklenmektedir.
Avrupa ve ABD’de de faiz oranlarının uzun zamandır sıfır hatta negatif olmasına rağmen enflasyonun arttığını görmekteyiz. Bu da faiz sebep enflasyon sonuç tezinin çalışmadığını göstermelidir.
Defalarca kriz yaşayan ülkemizde ilk defa akıl, sağduyu ve rasyonalite bu kadar devre dışı bırakılmıştır. Bundan dolayı oluşan güvensizlik ortamında da dolarizasyonda rekorlar kırılırken, finansal piyasalarda yabancıların payı rekor düşük seviyelere gerilemekte, paramızın değerini ölçen reel efektif döviz kuru tarihi düşük seviyelere inmekte, enflasyon ve piyasa faizleri uzun zamandır görülmeyen yüksek seviyelere çıkmaktadır. Diğer taraftan sıklıkla söylendiği gibi Avrupa ve ABD’ye baktığımızda buralarda faiz oranlarının uzun zamandır sıfır hatta negatif olmasına rağmen enflasyonun arttığını görmekteyiz. Bu da faiz sebep enflasyon sonuç tezinin çalışmadığını veya en azından bu tezi savunanlara enflasyonun faizler dışında da sebepleri olabileceği göstermelidir. Salgın sebebi ile yaşanan arz sıkıntıları, parasal genişleme ve kapanan ekonomilerin açılması sonucu ortaya çıkan ertelenmiş talep, lojistik ve enerji maliyetlerindeki artış gibi nedenlerle tüm dünyada enflasyon artma eğilimindedir. Fakat bizde izlenen yanlış politikalar sebebiyle enflasyon kısa sürede hızla artmış olup, şimdiden yüzde 60-70 seviyeleri konuşulmaya başlanmıştır. Ayrıca bizdeki enflasyona göre çok daha düşük seviyelerde enflasyon oranları sebebi ile Türkiye hariç tüm ülkeler de faizlerin ya artırılmış veya artırılmasının beklendiğini görmekteyiz. RİBA – FAİZ AYIRIMI Müslüman toplumlarda faiz ve faiz yasağının neyi kapsadığı konusundaki tartışmalar ilk devirlerden başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Maalesef günümüzdeki birçok ticari işlem genelde tarım ve takas ekonomisinin hakim olduğu İslam’ın ilk birkaç yüzyıllık dönemine ait fetva ve yorumlara dayanarak yasakçı bir anlayışla haram kabul edilmektedir. Kur’an’da “riba” olarak geçen faiz yasağının sebebini (makasıd’ını) fazla irdelemeyen şekli ve yüzeysel yorum ve fetvalar maalesef geçmişte ve bugün şiddeti artarak yaşanan faiz konusundaki sorun ve tıkanmaların sebebidir. Riba yasağının ticari hayata ve hayatın tabii akışına yansıtılması kolay olmadığı için “hile-i şeriye” (kuralların arkasını dolanarak yasaklanan sonuca şekil şartlarına uyarak ulaşma çabası) anlayışının fıkıhta faiz alanında yoğunlaştığını ve birçok hile çeşidinin üretildiğini görmekteyiz. Sonuçta nass’ın dondurulması, hayatın ve insanlığın tabii gelişim çizgisine paralel yeni açılımlar ve içtihatların yapılamaması geçmişte ve günümüzdeki tıkanıklığın, problemlerin ve bir bakıma iktisadi geri kalmışlığın sebebidir. Geçmişte ve günümüzde bir takım münferit çabalarla bu sorunun çözülmeye çalışıldığını görmekteyiz. Örneğin Osmanlı dönemindeki para vakıflarında Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin zaruret, maslahat ve kamu yararı gerekçesiyle yüzde 12’ye kadar faize cevaz vermesi ile veya enflasyon kadar faizin haram olmadığı gibi yaklaşımlarla sorun aşılmaya çalışılmıştır. Fıkıhta faiz yasağının sebebi onun bir akidde taraflardan birinin aleyhine, öbürünün lehine şart kılınan bir fazlalık olması sebebi ile yol açacağı haksızlığı önlemektir. Buna göre neyin helal veya haram olduğu hususunda temel kriter ortada bir haksızlığın olmamasıdır. Faiz ticari ilişkilerde yaşanan ve yaşanabilecek sömürüyü, mağduriyeti ve tefeciliği önlemek için yasaklanmıştır. Bankacılık ve finans sistemlerinin gelişip ortaya çıktığı son dönemlere kadar borç alıp vermelerde genelde tefecilik anlayışı hakim olup, borç verenler zengin, para ve sermaye sahibi kişilerken borç alanlar fakir ihtiyaç sahibi kişilerdir. Herhangi bir kontrol ve düzenlemeye tabii olmayan sadece tefecinin insafına kalmış böyle bir sistem bir sömürü ve soygun sistemi olduğu veya olacağı için bunun temel aracı olan “riba” yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Faiz yasağının uygulanması ile doğan sonuçlar İslam’ın temel gaye ve hedeflerine, hak, hukuk ve adalete aykırı olmamalı, zülüm ve haksızlık doğurmamalıdır. Bankacılık sisteminin, ekonomik ve finansal kurum ve kuruluşların olmadığı, bugünkü anladığımız manada itibari ve kaydi paranın, enflasyonun, fiyatların olmadığıdönemlere ait kural, anlayış ve uygulamaları günümüzde de geçerli kılmaya çalışılmak ne kadar doğrudur? Bugünün kompleks ekonomik problemlerine, kredi ve borçlanma ilişkilerine yüzlerce yıl önceki fetvalar ile çözüm aramak ne kadar gerçekçi ve faydalı olabilir? Maalesef bu sorulara bugünde İslami ve insanlığın geldiği noktada ortaya koyduğu iktisat bilimi çerçevesinde samimi bir cevap arandığını söylemek oldukça zordur. Bunun sonucunda da kompartımanlara böldüğümüz hayatta ticari ve gündelik işlemlerle İslami inanç ve pratiklerimizi tamamen ayırıp çifte değer yargılı bir hayat sürmekte veya bu iki kompartımandan birini seçip diğerinin varlığını göz ardı etmekteyiz. İslam’ın geldiği Arap toplumunda tefecilik, riba, katlamalı faizyaygın olup, toplumda iyi gözle bakılmayan uygulamalardı. Zeyd b. Eslem’in, “Cahiliye döneminde riba uygulaması şöyle olurdu: Bir kişide vadeli alacağı olan kimse vade dolunca borçlusuna, ‘Ödüyor musun, yoksa arttırıyor musun?’ derdi, verirse alır; vermezse borçlu borcun miktarını arttırır, alacaklı da vadeyi uzatırdı”[1] şeklindeki rivayeti cahiliye ribasını açıklamaktadır. Bu uygulama borç ödenmediği takdirde faizin katlanarak devam ettiği ve bir noktada borçlunun her şeyini ve hatta hürriyetini bile kaybettiği bir tefecilik düzeni idi.Ayrıca “kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin” (Al-i İmran 3/130) denilerek Kur’an da yasaklanan ribanın katlamalı, kat kat olan (ed‘af-ı mudaafe) cahiliye faizi olduğuna işaret vardır. Kur’an’da yasaklanan ribanın katlamalı cahiliye faizi olduğunu veya günümüzde genelde uygulanan faiz olmadığını geçmişte ve günümüzde düşünen Reşid Rıza, Maruf Devalibi, Şeyh Abdülcelilİsa, Abdürrezzak es-Senhuri, Fazlur Rahman gibi dışarıdan ve İsmail Hakkı İzmirli, Süleyman Uludağ gibi içeriden müslümanalimler vardır. Kur’an’da “Allah, alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır” (Bakara 2/275) denilmesine rağmen mesela alışverişin her türlüsü helal kabul edilmemiştir. Benzer bir şekilde haksızlık ve adaletsizliğe yol açmıyorsa herhangi bir ticari işlemin de şekil yönünden faizli işleme benzediği varsayımı ile ayetin haram kıldığı riba kavramı içine alınması da doğru, adil ve de İslami olmayabilir. Bilakis itibari paranın hakim olduğu, enflasyon gerçeğinin yaşandığı günümüz ekonomilerinde bir kimse eğer faizden kaçınma endişesi ile parasını bankada değil de cebinde tuttuğunda veya faizsiz borç verdiğinde parasının satın alma gücü azalacağı için reel manada zararda olup, haksızlığa uğramış olmaktadır. Böyle bir sonuç dünyadan zulmü ortadan kaldırmak, her manada hak, hukuk ve adaleti temin etmek gayesindeki bir dinin, bir inanç sisteminin evrensel gayeleri ile ne kadar uyumludur? --- [1] İmam Malik, el-Muvaṭṭa, “Büyû”, 39