Eşeğimizi önce kaybettirip sonra bulduranlar, haşa huzurdan Allah değiller! Kimler olduğunu biliyorsunuz. Herkesin bir eşeği olduğuna göre, o eşeği seçimlerde en sağlam kazığa bağlamak hakkımız. Elbette bu konuda bir sorumluluk hissederseniz… Allah sevdiği kulunun eşeğini kaybettirip sonra buldururmuş evladım, derdi rahmetli anneannem. Türkiye’nin hâli için de söylenmiş bir söz bu. Gerçekten de eşeğimizi kaybediyoruz, sonra bulunuyor, biz de seviniyoruz. 2017 yılının temmuz ayında, daha önce onlarca benzerine katıldığım bir insan hakları atölye çalışması sırasında büyük bir polis baskınıyla on insan hakları aktivisti arkadaşımla birlikte göz altına alındım. Sonradan öğrendiğime göre biz Adalar polis karakolunda gözaltında iken havuz kanalları hemen, nasıl gelebildiklerini anlayamadığım bir şekilde canlı yayın araçları yoluyla yayına başlamışlar: Casuslar yakalandı, ajanlar toplantı halinde basıldılar, vatan hainleri iş üstünde basıldı diye… Sonradan birbirimize çok sorduk, daha ilk gözaltı işlemleri yapılırken o canlı yayın arabaları adaya nasıl getirilmiş olabilir, acaba önceden haberleri mi vardı onların? 13 günlük gözaltından sonra tutuklanarak gönderildiğimiz Silivri Cezaevinde 100 gün kaldım. İlk 25 gün tecritteydim, daha sonra gönderildiğim hücremdeki tek kanal TRT FM radyosunda üç saatte bir müzik aralarında verilen bültende hâlâ birinci haber olarak verilmemizden, hakkımızda yürüyen medya kampanyasının boyutunu anlamış oldum. Avukat görüşü çok sınırlı, telefon hakkın yok, aileni canları isterse gösteriyorlardı, OHAL var diyerek! Aylar sonra apar topar çıkarıldığımız ilk duruşmanın sonunda da salıverildik, ancak kamuoyunda Büyükada davası olarak bilinen bu dava devam etti tabi. Neden olduğunu hukuken açıklayamasak da mahkeme gruptan dört kişiye cezalar verdi; ben 1 yıl 13 ay ceza aldım. İstinaf, bir noter makamı olarak, ışık hızında cezamızı onadı ve dosya Yargıtay’a geldi. 2 yıllık bir beklemenin ardından dün kararımız açıklandı: Bozma. Gerekçe ise delil yokluğu. Yani basbayağı Yargıtay, delil yetersiz filan demiyor, delil yok diyor! Onama kararı verse, tüm sevdiklerimi, ellerinizden öper 7 yaşındaki oğlumu bırakıp cezaevine kalan cezamı yatmak üzere girecektim. Şimdi eşeğini bulan mutlu azınlığın bir üyesiyim. Meğerse ben terörist, vatan haini, casus veya ajan değilmişim. Öğrenmiş oldum. Türkiye işte böyle bir ülke. Yaşadığı yer, üzerinde yaşayan insanların hayrına demokratikleşsin diye senelerce uğraşan bir ceza hukuku hocasını alıyor, terörist, casus, vatan haini diye damgalayıveriyor. Bütün bir havuz medyası, çoğu yasama ve yürütme üyelerinin katıldığı koro aylarca aynı kuru ezberi tekrarlıyor: Hainler, teröristler, casuslar, ajanlar… Delil, yok! Birkaç vicdanlı insan, akademisyen, hak savunucusu ve milletvekili itiraz edecek olsa, aynı koro onlara da başlıyor. Peki, işin sonunda öyle çıkmazlarsa ne olacak? Filmdeki gibi, “pardon” diyor Devlet. Hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam mı edebileceğiz, 5 yıl bu konuyla uğraştıktan, hayatın merkezi cezaevinin kıyısı haline döndükten, her an cezaevine dönme kılıcı beş yıl boyunca tepede sallandıktan sonra? Bir adım daha gidelim, acaba şu anda suçsuz yere kaç kişi cezaevindedir? Kaç kişi suçsuz yere aylarca cezaevinde kalarak özgürlüğünden mahrum oldu? Bunların sonuçları ne oldu diye düşünüyor muyuz hiç? Hadi o cezaevine girenleri geçelim, acaba kaç çocuk annesiz babasız bırakılarak Devlet düşmanı edildi? O çocukların törpülenen duygularının sonuçlarını kaç sene sonra alırız dersiniz? Eşeğimizi önce kaybettirip sonra bulduranlar, haşa huzurdan Allah değiller! Kimler olduğunu biliyorsunuz. Herkesin bir eşeği olduğuna göre, o eşeği seçimlerde en sağlam kazığa bağlamak hakkımız. Elbette bu konuda bir sorumluluk hissederseniz…