Erostan kaçarken sadece hazlara sığındık, kendimizi uyuşturmak için ruhumuzu yabancı ellerde oyaladık, aç kaldık, susuz kaldık. Bedenlerin gerginliğini alacak dokunuşlar  rahatlattı önce. Sonra içimiz huzursuzlaştı. Çünkü aşk, tutku olmadan büyüyemez. Eros deyince aklımıza hafif tombul, haylaz, al yanaklı, kanatlarıyla oradan oraya salınan, elindeki ok ve yayla kalpleri yarıp içine aşk koyan tatlı bir tanrı gelir. Tüketmenin her tonunu tatmaya devam eden günümüz insanı içinse Eros, aşkın koyu kırmızı rengidir. Erotizm kelimesi Eros’tan türemişken konu gelir ikili ilişkilere dayanır. Oysa Eros bildiğimizden çok daha fazlasıdır ve onu kaybeden çoğu kişi için hayat hiç de yaşanası değildir! Eros’u anlamak için Antik Yunanlı gibi düşünmek gerekir. Yaratılış efsanesinde Eros, bilinmez biçimsiz olan kaostan sonra var olan ve evrenin yaratılmasında etkili olan tanrıdır. Dünyaya can verendir, okunu toprağa saplar ve yemyeşil bir dünyaya neden olur. Tabii ki oku falliktir, toprak anayı döllemiştir ama onun anlamı cinsellikten çok ötedir. Yaratılan sadece bir arzunun eseri olamazdı zaten. İçine sevgi, şefkat koymayan hangi ruh yaptığı karışıma gerçek bir yaşam verebilir? Empedokles evrenin yapıtaşlarını birleştiren şeyin sevgi olduğunu, düzenin sevgi sayesinde yaratıldığını söylerken eksik ucu tamamlar. Sevgi ve ilhamla yaratılan her şey, sonsuzluğa kapı aralar Eros sayesinde. Platon, onun hepimizin içinde olduğunu söyler. Ve onun ideal dünyasında var olan iyiye ancak Eros ile ulaşılır. O içimizde iyiye neden olan ittirici güçtür. Erdemli yaşamaya kudret veren damardır. Daha iyi olmaya çalışmak için içgüdüsel bir çabadır, kendiliğinden gelişen, çabasız çabadır o. Peki Eros’umuz nerede, onu neyle takas ettik? Erossuz aşklar! Bedeniyle birbirini ısıtmaktan başka işe yaramayan sözde sevgililerin sözde ilişkilerine, sözde aşklarında eksik olan nedir? Erostan kaçarken sadece hazlara sığındık, kendimizi uyuşturmak için ruhumuzu yabancı ellerde oyaladık, aç kaldık, susuz kaldık. Bedenlerin gerginliğini alacak dokunuşlar  rahatlattı önce. Sonra içimiz huzursuzlaştı. Çünkü aşk, tutku olmadan büyüyemez. Unuttuk. Eğer Antik Yunanlıya Eros’un ne anlama geldiğini sorsaydınız, kesinlikle içinde cinsellik barındıran bir aşktan bahsetmeyecekti. Antik Yunanlı cinselliği aşktan ayırırdı, ona ruh katardı. İki bedenin birleşmesi, tatminden çok öte sonsuzluğa erişen bir kanaldı.
Freud, Eros’u yaşam içgüdüsü olarak tanımlayıp karşısına Thanatos’u yani ölüm içgüdüsünü koydu. Biz Eros’u değil Thanatos’u baştacı yaptık.
Bu işte Freud’un parmağı var tabii. Freud, cinsel enerjiyi libido olarak adlandırıp ona Eros ismini verdi bir kere. O bize bu enerjiyi sıradanlaştırıp haz batağında tüketmeyi salık vermedi ama yine de Eros ile cinsellik ilişkisini kurmamıza neden oldu. Freud, Eros’u yaşam içgüdüsü olarak tanımlayıp karşısına Thanatos’u yani ölüm içgüdüsünü koydu. Biz Eros’u değil Thanatos’u baştacı yaptık. Ülkeler arasındaki savaşlar, güç tutkusuna yenik düşmüş liderlerin nefret dolu söylemleri bunu kanıtlar. Eros sadece Afrodit’ten olma değildi hani,  savaş tanrısı Mars’ın da çocuğuydu. Zaten aşk, sevgi ve nefretle kardeş değil midir? Biz, hırçın ve kan dökmeyi seven tanrının evlatları olmayı seçtik. Uygarlık yolunda önce doğaya ilk darbeyi indirdik, sonra aşkı salt cinselliğe ve sekse indirgeyerek bir hançer de kalbimize sapladık. Eros hastalandı artık, yanakları al değil, kuru bir ot gibi bakıyor yüzümüze, gülmüyor, neşesi kalmamış. O yok, yaşam yavanlaştı, sıradanlaştı. Oysa derin ve anlamlı ilişkilere ne kadar ihtiyacımız var. Sevgiyle birbirine bağlanmış kollara. Eros kayboldu. Hükümsüzdür!