Geri bırakılmışlık konusunda “iradesini” kullanarak toplumun kaderini değiştirdiğini söyleyen Erdoğan, konu doğal afetler ve maden kazaları gibi konulara gelince  birden bire tanrıya sığınıp “Ne yaparsınız kader!” diyebiliyor. Geçen yıl bu aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin kaderini değiştirmek üzere nasıl kahramanca çarpıştığını anlatırken şöyle diyordu: “Demokratik ve ekonomik geri kalmışlığı kader haline getirmeye çalışanlara karşı istiklaline ve istikbaline sahip çıkma iradesini ortaya koyduk”. Yani Erdoğan ne demiş olmuş? Demiş olmuş ki birtakım ülkeler bizi geri bıraktırarak, geri kalmışlığın bir kader olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar. Yani bu cümlelerden Erdoğan’ın kader konusunu insanların yarattığını ve yine aynı şekilde insanların kaderlerini “iradi kararlarla” değiştirebileceklerini söylemiş olmuyor mu? Oluyor. Çünkü yukarıdaki tespitine hemen şu cümleyi ekliyor: bizi bu kadere mahkûm etmek isteyenlere karşı “istiklaline ve istikbaline sahip çıkma iradesini” ortaya koyarak kaderimizi- yani geri kalmış bir ülke olma durumunu değiştirmeye çalıştık. Geçenlerdeki bir konuşmasında da benzer biçimde “Artık bu ülkede geri kalmışlığın bir kader gibi kabullenilmesi eskisinden çok daha zordur. Çünkü biz milletimizle birlikte ülkemize, Allah’a hamdolsun, çağ atlattık.” Yani “iradi” kararlarımızla bize kader gibi empoze edilmiş geleceği değiştirdik” diyor. Her ne kadar Erdoğan bu sözleriyle biraz “uçmuşsa” da ileri sürdüğü yaklaşımı benimsediğimi söylemeliyim. Çünkü kader denilen olgunun, tarihsel süreç içinde insanlar tarafından yaratılan bir olgu olduğuna ben de inanıyorum. Bir başka ifadeyle herhangi bir zamanda toplumun sahip olduğu kaynaklar ve içindeki ve dışındaki aktörlerin çıkarları ülke için doğal bir yol oluşturur. Bu yol kader gibidir. Toplum oradan yürümek zorunda gibi görünür. Ama aynı insanlar bu yolu “iradi” kararlarıyla değiştirebilirler de. Kalkınma ekonomisi literatürünün alanı da bu. Geri bırakılmışlık konusunda “iradesini” kullanarak toplumun kaderini değiştirdiğini söyleyen Erdoğan, konu doğal afetler ve maden kazaları gibi konulara gelince  birden bire tanrıya sığınıp “Ne yaparsınız kader!” diyebiliyor. Soma Faciası sonrasında söylediği cümleleri şimdi Bartın Faciası için de söyledi: “Tabii birileri bununla dalgasını geçebilir ama önemli değil. Bizim kader planına inanmış insanlarız, kader planına inandığımız için de bunun ne dünü ne bugünü ne de yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar  her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım” deyiverdi. İşte Siyasi İslam ideolojisinin en önemli çıkmazı da burada. Eğer siz gerek Soma’da ve gerekse de Bartın’da gerekli önlemleri alsaydınız, yani “iradi kararlarla” kömür madenlerinin doğal koşullarını, yani doğanın kader gibi bize empoze ettiği koşulları değiştirseydiniz, Soma’lı ve Bartın’lı madenciler ölürler miydi? Çıkacaksınız ülkenin doğal koşulları ve uluslararası ilişkilerin dikte ettiği “kaderi” iradi kararlarla değiştirdiğinizi söyleyeceksiniz, ülkeye çağ atlattık diyeceksiniz, sonra da Soma’da ve Bartın’da ölen işçileri için kaderleri böyleymiş diyeceksiniz? Bu gerçekten kabul edilemez siyasi bir tutumdur. Erdoğan’ın bu iki kader anlayışından ikincisi bir inançtır ve bütün inançlar gibi insanı sadece rahatlatır. O kadar! Onun için biz de kendisi gibi düşünenleri düşünerek, “Tabii birileri bununla dalgasını geçebilir ama önemli değil. Biz kader planına değil insanlarımıza inanıyoruz, önümüzde bir kader planı olsa bile biz insanlarımızın iradi kararlarıyla bu kader planının değiştirebileceklerine inanıyoruz. Bunu da sizin bilmeniz lazım” diyoruz.