Sanırım önümüzdeki dönemde maliyetinin daha düşük olduğunu düşündüğü suni krizler yaratmaya ağırlık verecek. Geçtiğimiz hafta patlayan 10 büyükelçi krizini buna bir örnek olarak kabul edebiliriz.
Fakat suni krizlerin de oyları arttırmaya faydası olduğu önermesi ampirik verilerle desteklenmiş değil. Örneğin 2009 yerel seçimlerinden iki ay önce yaşanan ‘One Minute’ krizi bu seçimlerde AKP’nin oyunun neredeyse 10 puan düşmesini engellememişti.
Son dönemde ağırlaşan ekonomik kriz ve ayyuka çıkan yolsuzluk vakaları nedeniyle Cumhur İttifakı’nın seçmenler nezdinde desteğinin azaldığı görülüyor. Nitekim, bazı anketlerde Millet İttifakı’nın oyu ilk defa Cumhur İttifakı’nı geçti. Bu siyasi tablonun yarattığı panik havası nedeniyle iktidar bloğu içinde yaşanan kırılmalar da muhalefet partilerini iyice cesaretlendirdi. Uzun süre sonra ilk defa Erdoğan’ın seçimleri kaybedebileceği ihtimali artık sadece muhalif siyasetçiler nezdinde değil, kamuoyu tarafından da tartışılıyor.
Tüm bu gelişmelere karşın Erdoğan’ı seçimi şimdiden kaybetmiş bir lider olarak görme kolaycılığına düşmemek lazım. Uzun süredir iktidarda olan ve otoriter bir idarenin olanaklarına sahip olan Erdoğan’ın hala seçimleri kazanmak ve iktidarda kalmak için atabileceği bazı adımlar var.
ASGARİ ÜCRETE ZAM, 3600 EK GÖSTERGEYE ÇÖZÜM, EMLAK SEKTÖRÜNE DESTEK…
Oy tabanını genişletmeye ihtiyacı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlere kadar kısa vadede iktisadi durgunluğu aşacak önlemlere öncelik verecektir. Örneğin Erdoğan’ın faizleri piyasalarla inatlaşma pahasına düşürmesinin iç piyasada tüketimi arttırma ve emlak sektörünü ayakta tutma isteğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin sürdürülebilir ekonomik büyüme getirmeyeceği artık iktidar çevreleri tarafından da görülmeye başlandı. Yargının tamamen iktidar güdümüne girdiği, devlet kurumlarının zayıflatıldığı bu kişiselleşmiş otoriter sistem altında yabancı sermaye ülkeden kaçıyor ve yerli şirketler bile yatırım yapmaktan çekiniyor.
Kısa vadede seçim kazanmak için hükümetin asgari ücrete ve memur maaşlarına enflasyonun üstünde zam yapması; polislerin 3600 ek gösterge ve Emeklilikte Yaşa Takılanların sorunlarını çözmesi beklenebilir. Özellikle 1990’lı yıllarda hükümetler seçimlerden hemen önce oy oranlarını arttırmak için bütçede karşılığı olmayan bu tarz adımlar atmıştı. Erdoğan yönetimi de benzer bir yola girebilir.
Fakat iktidarın yandaş iş insanlarına fahiş koşullarda yapılan ihaleler aracılığıyla kaynak dağıtması nedeniyle bütçede bu harcamaları karşılayacak kaynaklar çok azaldı. Ayrıca döviz krizinin tetiklediği enflasyon herkesten önce AKP’nin tabanı şehirli fakirleri vurmaya başladı. Özellikle 2019 yerel seçimlerinde birçok önemli büyükşehir belediyelerinin kaybı sonrasında Erdoğan’ın aynı anda hem seçmenlerini hem de kendisine destek veren yandaş şirketleri tatmin etme imkânı ortadan kalktı.
MİLLET İTTİFAKI’NIN YUMUŞAK KARNI OLAN KÜRT SORUNU’NU KULLANACAKTIR
Ekonomik tablo iktidara kendi başına seçim kazanma fırsatı sağlamayacağı için Erdoğan, muhalefeti bir araya gelmesini önleyecek adımlar atacaktır. Cumhurbaşkanının bir süredir Saadet Partisi’ni Cumhur İttifakı’na katarak kendisinin sağında muhalefet partisi bırakmamaya çalıştığı sır değil. Bu hedef doğrultusunda Erdoğan, partinin önemli isimlerinden Oğuzhan Asiltürk ile görüşmüştü. Fakat SAADET Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun iktidarın yanında hizalanmaya karşı çıkması nedeniyle bu plan şimdilik suya düşmüşe benziyor.
Nitekim, Asiltürk dışında kalan parti kadroları veya tabanı içinden Karamollaoğlu’na yönelik bu konuda ciddi bir tepki gelmedi. Erdoğan’ın geçtiğimiz sene İyi Parti’ye yönelik çağrıları da sonuçsuz kalmıştı. Zaten MHP’yi yanında tuttuğu sürece Erdoğan’ın ne HDP’ye ne de İyi Parti’ye yönelik hamle yapabilmesi siyaseten çok olası gözükmüyor. Rejim otoriter bir çizgiye geçtikçe, iktidar ile muhalefet partileri arasındaki mesafe açılıyor ve muhalefet partileri açısından Erdoğan’ın verdiği sözlerin güvenirliği sorgulanıyor. Erdoğan ve partisinin oyunun hızla eridiği bir ortamda yaşadığı siyasi yalnızlıktan çıkabilmesi göründüğü kadar kolay değil. Nitekim, geçtiğimiz günlerde Demokrat Parti de Cumhur İttifakı’na katılmayacağını
ima etti.
Erdoğan, muhalefeti bölme stratejisi kapsamında, Millet İttifakı’nın yumuşak karnı olan Kürt sorununu kullanacaktır. Zaten uzun süredir iktidar çevreleri, Millet İttifakı’nın HDP gibi terörle iltisaklı parti ile aynı çizgide olduğu suçlaması üzerinden milliyetçi oyları yanına çekmeye çalışıyor. Önümüzdeki dönemde HDP’ye yönelik baskıların partinin kapatılmasına kadar gitmesine tanık olabiliriz. Sanırım iktidar bu saldırılar karşısında İYİ Parti’nin HDP ile yan yana gelmekten kaçınmasının HDP seçmenlerini Millet İttifakı’ndan uzaklaştıracağını hesaplıyor.
YENİ SEÇMENLERE ULAŞMAKTA ZORLANIYOR, ELİNDEKİNİ KORUMAYA ÇALIŞACAKTIR
Fakat, bu çizgi Erdoğan açısından da ciddi riskleri beraberinde getiriyor. Her şeyden önce, Kürtlere karşı kullanılan güvenlikçi dil sadece HDP tabanını iktidardan uzaklaştırmıyor; aynı zamanda muhafazakâr Kürtlerin de başta Deva ve Gelecek gibi yeni kurulan partilere yönelmesine yol açıyor. Bu da iktidar tabanındaki erimenin devam etmesi demek. Ayrıca MHP’nin iktidar bloğu içinde yer alması nedeniyle 2019 yerel seçimlerinde görüldüğü üzere muhalefet bloğu Kürt sorununda ciddi bir adım atmamasına karşın Kürt seçmenlerin desteğini alabiliyor. CHP’nin bugünkü tezkere kararında olduğu gibi iktidar bloğundan Kürt sorununda kendini ayrıştırması Kürt seçmenler nezdinde İYİ Parti’nin bu konudaki ikircikli tutumunun da üstünü kapatan bir etki yaratabilir.
Oyunun düştüğünü gören Erdoğan’ın belki de ilk tercihi seçim sistemini partisine avantaj sağlayacak şekilde değiştirmek olurdu. Fakat, AKP’nin Meclis’te tek başına seçim sisteminde değişiklik yapacak gücü olmadığı için MHP’nin desteğine ihtiyacı var. Oyu yüzde 10’un altında olduğu ve hiçbir bölgede yoğunlaşmadığı için Erdoğan’ın tercih ettiği dar veya daraltılmış bölge önerilerinin hiçbirisi MHP’nin işine gelmiyor. Bu nedenden ötürü, AKP ile MHP bir seneyi aşkın süredir bu konuda anlaşamadı. Bu noktadan sonra varılacak anlaşmanın seçim sonuçlarını temelden değiştirecek etki yaratmasının hayli düşük bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Zaten değişikliklerin en az 1 sene sonra yürürlüğe girecek olması nedeniyle seçimlerin 2022 güz dönemi öncesinde yapılması durumunda etkisi olmayacak. Dolayısıyla bu konuda Erdoğan’ın eli kolu bağlandı.
Yeni seçmenlere ulaşmakta zorlanan Erdoğan, bu noktadan sonra en azından kendi tabanından oy kaybını azaltacak şekilde hareket edebilir. İktisadi durgunluk nedeniyle iktidar tabanını kaynak dağıtarak elde tutmak zorlaştığı için Erdoğan ideolojik çıkışlara ağırlık verecektir. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, Ayasofya’nın ibadete açılması, eğitim sisteminin giderek daha İslamcı çizgiye gelmesi ve tarikatlara son dönemde bırakılan geniş alan bu politikanın yansımaları olarak görülebilir.
Ayrıca AKP çevreleri Haziran 2015 seçimlerinden beri iktidar değişikliği olması durumunda muhafazakâr seçmenin ayrıcalıklarını kaybedecekleri fikrini işleyerek seçmenleri negatif oy kullanmaya yöneltmek istiyorlar. Bu politikaların şu ana kadar Cumhur İttifakı’ndaki erimeyi tersine çevirmese bile oy kaybını yavaşlattığını ve belli oranda başarı kazandığını düşünüyorum. Fakat, özellikle CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr seçmenlere yönelik ılımlı söylemi, CHP’li belediye başkanlarının AKP tabanına da dokunan icraatları ve Millet İttifakı’nın içinde sağ partilerin de bulunması muhalefetin bu silahı iktidarın elinden almasına yardımcı olacaktır.
BASIN, AKADEMİ, İŞ DÜNYASI VE SİVİL TOPLUM ÜZERİNDEKİ BASKIYI ARTIRACAKTIR
Erdoğan, tabanda safları sıklaştırmak için dış politika alanında çıkabilecek gerilimleri de kullanabilir. Bu açıdan akla ilk olarak Suriye veya Libya gibi Türkiye’nin askeri varlığının olduğu ülkelerde yürütülebilecek askeri operasyonlar geliyor. Bu operasyonların kısa vadede iktidarın seçmen desteğini arttırdığını önceki vakalarda görmüştük. Fakat, bu artış hiçbir zaman uzun bir zaman dilimine yayılmadı ve etkisi birkaç puanı geçmedi. Ülkenin içine düştüğü ağır ekonomik kriz ortasında sınır ötesi operasyonların iktidar tabanındaki çözülmeyi durduracak kadar büyük bir etki yaratması bana olası gelmiyor. Askeri operasyonların iktidarlar için hem diplomatik hem de mali ve askerî açıdan büyük maliyet içerdiğini de gözden kaçırmamalıyız.
Sanırım bu nedenden ötürü önümüzdeki dönemde Erdoğan maliyetinin daha düşük olduğunu düşündüğü suni krizler yaratmaya ağırlık verecek. Geçtiğimiz hafta patlayan 10 büyükelçi krizini bu duruma bir örnek olarak kabul edebiliriz. Fakat suni krizlerin de oyları arttırmaya faydası olduğu önermesi ampirik verilerle desteklenmiş değil. Örneğin 2009 yerel seçimlerinden 2 ay önce yaşanan ‘One Minute’ krizi bu seçimlerde AKP’nin oyunun neredeyse 10 puan düşmesini engellememişti. 2017 referandum kampanyası esnasında Hollanda ile yaşanan krizin de benzer şekilde ‘Evet’ oyuna olumlu etkisi olmadı. Öte yandan, Türk lirası üzerinde yarattığı baskı nedeniyle suni krizlerin bile iktisadi ve siyasi maliyeti oluyor. Ayrıca Batı ülkeleriyle yaşanan krizler Erdoğan’ı giderek uluslararası arenada ‘persona non grata’ haline getiriyor.
Son olarak, seçimlere kadar Erdoğan yönetiminin daha otoriterleşebileceğini hesaba katmalıyız. Halihazırda basın, akademi, iş dünyası ve sivil toplum üzerindeki iktidar baskısı daha yüksek seviyelere gelebilir. Ayrıca muhalif siyasetçilere yönelik siyasi şiddet artabilir. Ama iktidar baskısına maruz kalan kesimler açısından son derece maliyetli olsa bile, bu politikaların sandıkta Cumhur İttifakı ve Erdoğan’a fayda sağlayacağını zannetmiyorum. Örneğin eski eş başkanları da dahil olmak üzere onlarca milletvekili ve belediye başkanı hapiste olan ve iktidarın sistematik baskılarına maruz kalan HDP’nin oyunda kayda değer bir düşüş gerçekleşmedi. Benzer bir durumun Millet İttifakı’nı oluşturan partiler açısından da geçerli olduğunu düşünmek abartı olmayacaktır. Erdoğan’ın toplumda yarattığı kutuplaşma o kadar yüksek seviyelere ulaştı ki, muhalefet partileri kendi tabanlarının oyunu almakta zorlanmayacaktır.
Ayrıca otoriter rejimler için bile şiddet politikalarının maliyeti olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Erdoğan, Türk seçmenlerinin çoğunun HDP’ye şüpheyle yaklaşmalarını kullanarak şu ana kadar HDP’yi düşmanlaştıran politikalar takip edebildi. Ama bu politikaların – kayyum, siyasetçileri tutuklama – muhalefetin geri kalanı karşısında kullanılması hem dış hem de ulusal kamuoyunda çok daha zor olacaktır.
ŞAPKADAN TAVŞAN ÇIKARACAĞINI DÜŞÜNMEK YANLIŞ
Erdoğan yönetiminin seçimleri erteleme veya hile yaparak kazanma gibi seçeneklerinin çok olası olmadığını geçen haftaki yazımda belirtmiştim. Şu an AKP güdümünde görünse bile ne bürokrasinin ne de güvenlik aparatının bu yolu firesiz takip edeceğini düşünmüyorum. İktidarın takip ettiği maceracı dış politika orduyu da zayıflatırken, iktisadi kriz nedeniyle güvenlik kuvvetleri değerini yitiren maaş karşılığı çalışmak durumunda kalıyor. Bu kurumlara yapılan partizan atamaların, SADAT gibi derneklerin güvenlik alanında öne çıkmasının bürokrasi ve ordu içinde tepki yaratmadığı düşünülmemeli. Bu tepki belki şu an belirgin değil fakat iktidarın iyice zayıfladığı ve muhalefet karşısında şiddete başvurduğu noktada açığa çıkacaktır.
Nitekim son dönemde ortaya saçılan
yolsuzluk belgeleri ve ifşalar devlet katmanında üstü kapatılamayacak noktaya gelen çatlamanın sonucu olarak gerçekleşiyor. Rıza üretmeden şiddet aracılığıyla ayakta kalmaya çalışan iktidar önümüzdeki sene bu politikanın da hayli maliyetli ve sürdürülemez olduğunu görecek.
Bütün bu gelişmeler nedeniyle Erdoğan’ın satrançta zugzwang adı verilen pozisyonda olduğunu düşünüyorum. Ne hamle yaparsa yapsın kaybediyor. Fakat şu anki durumu da sürdürülebilir değil. Dolayısıyla mutlaka içine düştüğü bu sıkıntılı pozisyonu aşacak hamleler yapması gerekiyor ama artık atabileceği kolay ve maliyetsiz hamle yok.
Cumhur İttifakı’nı genişletmek için başka partilere yönelmesi durumunda MHP’nin desteğini kaybetme riski var. Daha muhafazakâr çizgi takip ederek kazanacağı seçmen kalmadı; bu konuda yapacağı ısrar Erdoğan’ın özellikle genç ve kadın seçmenler nezdindeki desteğini azaltacak. Alacağı iktisadi önlemler mutlaka kendisine destek veren kesimlerin kimisinin tepkisini çekecek. Muhalefeti bölmeye yönelik hamleleri başarı getirmediği gibi Cumhur İttifakı içinde AKP-MHP arasındaki anlaşmazlıklar çok daha büyük bir sorun olarak önünde duruyor. Uluslararası arenada güvenebileceği ve iktidarına destek veren müttefiki neredeyse kalmadı. ABD-Rusya arasındaki rekabeti kendi lehine kullanmayı planlarken, iki gücü de karşısına alma noktasına geldi.
Özellikle son iki senede Türkiye’deki seçimli otoriter rejimin dağılma sürecine girdiğini düşünüyorum. Bu tarz rejimler bir anda çökmediği için kısa vadede olumlu gelişmelerden ziyade olumsuz bazı değişimler ortaya çıkabilir. Devlet mekanizmasının partizan saiklerle içinin boşaltıldığı bir rejimin tüm vatandaşlar için ağır iktisadi ve siyasi maliyeti var. Ne yazık ki, bir süre daha bu bedeli ödemeye devam edeceğiz. Fakat, bu durum Türkiye’de otoriter rejimin dağılma sürecine girdiğini gösteren işaretleri gözden kaçırmaya yol açmamalı.
Bu nedenlerden ötürü, Erdoğan’ın son anda şapkadan tavşan çıkararak ayakta kalacağı beklentisi üzerinden ona sahip olmadığı güç atfetmeyi hem analiz olarak hem de siyaseten çok yanlış buluyorum. Bunun yerine, muhalefetin Erdoğan’ın takip edebileceği yöntemlere karşı hazırlıklı olması ve rejimini devam ettirmeye imkân sağlayacak her türlü hamleyi bertaraf etmeye odaklanması siyaseten çok daha faydalı bir pozisyon olacaktır.