Geçtiğimiz hafta, zorunlu olarak yurt dışında fon almak durumunda olan bazı medya ve STK’lara yönelik iktidar çevreleri ve ulusalcı soldan gelen eleştirileri sıkça duyduk ve okuduk. Yurt dışından fon alınmasını iktidar çevreleri, bu kurumları Batı’nın maşaları olarak beşinci kol faaliyeti yapmakla suçlarken; ulusalcı sol çevreler ise aynı kurumları emperyalizmin maşaları olarak tanımladı. Farklı siyasal duruştan gelse de eleştirilerin ortak keseni açık. Peki aynı çevreler, Almanya Başbakanı Merkel’in, “Türkiye özellikle Suriyeli mülteciler konusunda mükemmel bir iş çıkarıyor.”; Avusturya Başbakanı Kurz’un Afgan mülteciler için Türkiye daha doğru bir yer.” sözlerine karşı siyaseten anlamı olan bir söz söylediler mi, söyleyecekler mi? Bekleyip, göreceğiz. Hakkını yemeyelim, AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan Çanakkale’de bir toplantıda yaptığı konuşmada; “Sağcı olmak, solcu olmak bu ülkeyi sevmemek anlamına gelmez. Ama gördük ki bu ülkede sağcı, solcu kalmamış; artık bu ülkede emperyalizme karşı olanlar ve olmayanlar var. O yüzden emperyalizme direnen sağcı da solcu da biziz” açıklamasında bulundu. Turan’ın bu sözlerinden anlıyoruz ki, AKP emperyalizme direnen tarafta. AKP’yi eleştirenler, mesafeli duranlar ise emperyalizm yanlısı. Birkaç milyar euro karşılığında ülkeye gelen mültecileri Türkiye’ de tutarak, Batı’nın mülteci bekçiliğini yapmaktan, karşılığını aldığı sürece ABD’nin ileri karakolu olmaktan rahatız olmayan Turan, kendilerini emperyalizm karşıtı konumlamaktan çekinmiyor. Siyasal iktidarlarının bekası için kendilerine yönelik her türlü eleştiriyi anlamak yerine ötekileştirerek, düşmanlaştırarak yok sayan iktidar çevreleri, şimdi aynı eleştirileri emperyalizme hizmet etmekle suçluyor. Hazin... HER ÜLKE EMPERYALDİR Şuradan başlayalım, uluslararası ilişkilerde her ülke, dünyada var olan ülkeler hiyerarşisinde yukarı çıkmak ister. Bunun anlamı her ülkenin, yukarı çıkmak isterken kendisinden aşağıda olan ülkeleri orada tutmak isteyeceğidir. Bu açıdan hiyerarşinin yukarısından başlayarak her ülke kendisinden aşağıdakine karşı emperyaldir. Bu Türkiye için de geçerlidir. Nitekim, Türkiye’nin son yıllarda özellikle bazı çevre ve Afrika ülkelerindeki faaliyet ve yerleşimleri bunun örneğidir. Bu açıdan bir ülkenin, uluslararası hiyerarşide bulunduğu konumdan yukarı çıkmak istemesi anlaşılır ve normal olandır. Bu ise o ülkenin, ekonomik ve siyasi gücü ile bağlantılıdır. Türkiye de 2000’li yılların başında attığı siyasi adımlar ve ekonomik gücü bu hiyerarşide yükselmiştir. Hem Batı ile ilişkiler hem AB üyelik süreci, Türkiye’yi önemli bir ülke yapmıştır. Ancak 2011 sonrasında Arap Baharı/Uyanışı ile siyasi iktidarın siyasal tercihlerinde yaşanan sert kırılma bizi giderek bu hiyerarşide aşağılara itmiştir. Batı ile daha fazla entegre olma, AB üyeliği hedefi taşıyan politikalar, yerini bir anda din kardeşliği söylemi ve kimlikçi politikalar üzerinden kurulan bölgesel liderlik hayallerine bırakmış; önce dış politika sonra da iç politikanın tıkanmasına yol açmıştır. En son Kıbrıs konusunda yaşanan yalnızlık bu sıkışma ve tıkanıklığın sonucudur. Din kardeşliği üzerinden bölgesel liderlik hayali Türkiye’yi bölgede yalnızlaşırken; içerde izlenen kimlikçi siyaset ile toplumsal kutuplaşma ve gerginliği yükseltti. Dışarıda yalnızlaşan içeride tek başına olmayı tercih eden iktidar, içeride keyfiliği kurumsallaştırıp, demokrasiyi, özgürlükleri ve hukuku bir anlamda askıya aldı. Bugün Türkiye’nin yeni sistemle birlikte, içine düştüğü açmaz tam olarak budur. O yüzden Türkiye uluslararası alanda yapılan pek çok araştırma ve değerlendirmede hızla irtifa kaybediyor. Bunun sonucu olarak ekonomik alanda yatırımlar duruyor, yabancı ve yerli yatırımcılar yurt dışına gidiyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünde, hukuk ve şeffaflık endeksinde sürekli aşağılara düşüyor. Sadece sermaye değil, yetişmiş insanlar da genç beyinler de Türkiye dışına çıkıyor. Türkiye sadece ekonomik olarak değil kültürel olarak da çoraklaşıyor. İşte bütün bu noktalar, Türkiye’nin zayıflıkları ve içerideki yaraları. Bunların hepsi bizim üstümüzdeki emperyal ülkelerin oyunları ya da faaliyetleri değil. Bizim kendimize yaptığımız kötülükler. Bütün bunlar, Türkiye’ye karşı açılan ekonomik ya da siyasi bir savaşın sonuçları değil, siyasi iktidarın tercihlerinin bir sonucudur. ÇÖZÜM TOPLUMSAL UZLAŞMADA Velev ki, Türkiye’ye -AKP iktidarına- karşı bir ekonomik savaş başlatılmış olsun. Buna karşı mücadelenin yolu hamaset değildir, temeli olmayan bir meydan okuma değildir. Bu duruma yol açan nedenleri ortadan kaldırmaktır. Yani toplumsal uzlaşmadan, demokratikleşmeden, hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesidir. Şunu unutmayalım ki, Türkiye’nin içine düştüğü bu durum sadece siyasi iktidara eleştiren yüzde 60’a yakını etkilemiyor. AK Parti ve MHP’ye oy verenlere de etkiliyor, etkileyecek. Hamasi nutuklar, manevi olarak ruhumuzu iyi gelebilir ama gerçekleri değiştirmiyor. Fakirleşiyoruz ve kaybediyoruz. AKP’lisiyle, MHP’lisiyle, CHP’lisiyle, HDP’lisiyle, İyi Parti’lisiyle hep birlikte kaybediyoruz. Özetle, emperyal olan siyasi iktidarın kendisini emperyalizmle mücadele ediyor diye sunması, siyasi komediden başka bir şey değildir. Unutmayalım, kimse bize savaş açmış değil. Biz kendimizle savaşıyoruz ve bu gerçeği kabul edemiyoruz. O açıdan mesele emperyalizm karşı olup, olma değil, demokratikleşme ile otoriterleşme arasındaki tercihtedir.