‘Piyasada denge fiyatlarının oluşumuna zemin hazırlamak’ ve ‘ipleri piyasanın eline bırakmak’ birbiriyle çatışan iki ayrı alandır. Kademeli geçiş, sunulanın aksine, esasında ipleri piyasanın eline bırakmak, haksız kazanca zemin hazırlamaktır. Seçim sonrasında finansal piyasalarda normalleşmenin kademeli bir geçişle sağlanması yönündeki görüşlere karşı değerlendirmelerimizi sunmaya başladığımız önceki yazılarımızda, serbest kambiyo, serbest sermaye hareketleri, serbest kredi koşullarına dayalı bir sistemin politika yapıcılara sınır ve istikamet çizdiği, finansal piyasa fiyatlarının piyasa koşullarında oluşmaması nedeniyle denge fiyatlarından sapmanın kısa ve orta-uzun vade piyasalar arasındaki etkileşimi zayıflattığı ve bunun ekonomi politikasının yönlendiricilik kabiliyetini ortadan kaldırdığı açıklanmıştır. Diğer yandan, rezervler, bütçe imkânı ve parasal genişleme alanlarında birikim ve kaynakların tüketilmesi nedeniyle politika yapıcıların elinde müdahâle ya da yönlendirme anlamında yeterli güç ve araç bulunmamaktadır. Göreve gelmesi hâlinde piyasa dostu olarak tanımlanabilecek geleneksel politikaları ve normalleşmeyi sağlayacağını duyuran Millet İttifakı elini açmış ve nasıl bir yaklaşımı benimsediğini beyan etmiştir. Tüm bu koşul ve sınırlar çerçevesinde, Millet İttifakı’nın seçimi kazanması hâlinde, seçim sonrasındaki azami 3 aylık sürede finansal piyasa fiyatlarındaki (mevduat-kredi-tahvil faizleri ve döviz kuru) denge arayışının piyasanın kendi dinamikleri ile sağlanacağı, ekonomi yönetiminin seyirci konumuna itileceği düşünülmektedir. Kademeli geçişin uygulanamayacağına dönük görüşümüzü daha somut olarak ortaya koymadan önce içinde bulunulan sistemin işleyişi ile ilgili bilinen bazı hususları vurgulamak yararlı olacaktır. PİYASANIN PİYASA AKTÖRLERİ TARAFINDAN İSTİSMARI Özünde herkesin, ama görünürde ve özelde büyük finansal kurumların strateji ve kararları ile şekillenen, rasyonellik tarafı güçlü olmasına karşın zaman ufku sınırlı kalabilen finansal piyasalar kısa vadeli çıkarlara odaklanarak, zaman zaman orta-uzun vadeli kazanımları tehdit edebilen bir karakter taşıyabilmektedir. Bu nedenle en liberal ülkelerde dahi finansal piyasaların düzenlenmesi ve denetlenmesi bir vazgeçilmez olarak görülmüştür. Ancak ‘denge fiyat’ oluşumunda piyasanın rolü yadsınmamış ve piyasa dışı müdahalelere kapı kapanmıştır. Buradaki ince nüans ise piyasayı belirli kurallarla düzenlemenin ve piyasanın işleyişine karışmamanın birbiriyle ilişkili iki ayrı alan olmasıdır. Yetersiz düzenlemeler bizzat piyasa oyuncuları tarafından sistemin istismarına, hâkim gücün kötüye kullanımına ve haksız kazanca yol açtığı gibi, sınırları aşan düzenlemeler de piyasanın bir kısım aktörüne haksız kazanç sağlayabilmektedir. Türkiye’nin ekonomide içinden geçmekte olduğu türden geçiş süreçleri toplumsal maliyetlere ve finansal piyasa kazançlarına alan açmaktadır. Finansal piyasanın ana aktörlerine kazanç fırsatları sunulurken, bu kesimin muhtemel bazı kayıpları ise ‘finansal istikrar’ örtüsüyle kamu kesimine yıkılmaya çalışılmakta, toplumun geniş kesimlerine ise sınırı belirlenmemiş ‘uzun vadede’ kazanç vaadinde bulunulmaktadır. Normalleşmeye geçiş sürecinde öne çıkabilecek temel risk; piyasa aktörlerinin normal koşullara hızlı dönüşe karşı arka kapı diplomasi yürütmelerinin beklenmesidir. Kademeli geçiş en çok finansal piyasaların öne çıkan aktörleri tarafından desteklenecek ve ‘tüm ekonominin sıhhati, finansal istikrar, reel ekonominin finansman yükü, enflasyon’ gibi örtüler kullanılarak politika yapıcı kurumlar üzerinde baskı kurulacaktır. Teknik nitelikli çalışma yapan kamu otoriteleri bu duruma karşı dikkatli olmalı, siyasete olduğu kadar piyasa aktörlerine de mesafe koymalı, piyasa aktörlerinin çizdiği doğrultuda değil, kendilerine verilmiş yasal görevlerin özüne ve ruhuna uygun hareket etmelidir. ‘Piyasada denge fiyatlarının oluşumuna zemin hazırlamak’ ve ‘ipleri piyasanın eline bırakmak’ birbiriyle çatışan iki ayrı alandır. Kademeli geçiş, sunulanın aksine, esasında ipleri piyasanın eline bırakmak, haksız kazanca zemin hazırlamaktır. Konuyu somutlaştıralım.
Seçimden sonraki 3 ay içinde, bugüne kadar inatla sürdürülen yanlış politikalarla dengesini kaybetmiş piyasa fiyatlarında düzeltmelerin, başka bir ifadeyle bazı sarsıntıların meydana gelmesi kaçınılmazdır.
KADEMELİ GEÇİŞİN RİSKİ Seçimden sonraki 3 ay içinde, bugüne kadar inatla sürdürülen yanlış politikalarla dengesini kaybetmiş piyasa fiyatlarında düzeltmelerin, başka bir ifadeyle bazı sarsıntıların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Ekonominin olağan patikasına girmesi ve istikrar kazanması için bu düzeltme ve sarsıntılar zorunlu ve olumlu bir değişim olarak kabul edilmelidir. Bu değişimin belirsiz boyutu ve sarsıntılara gösterilecek ve gösterilmeyecek tepkiler, yeni yönetimin kalibresinin ve orta vadeye dönük güvenin belirleyicilerinden olacaktır. Kur-faiz artışı ve iç talep daralması kaynaklı bir üretim krizine doğru gidilen bir ortamda, orta-uzun vadede dengenin sağlanacağına dönük bir ön kabulden hareketle, kısa vadeli politikaların rahatlıkla belirlenebileceği düşünülmemelidir. Elinde birikimi ve faiz dışında bir aracı bulunmayan ekonomi yönetiminin doğrudan kendisine güven duyulmasını ve fiyat oluşumunda ilk andan itibaren kendisinin ana belirleyici olmasını beklemesi naiflik ve kendine fazla önem atfetmesi anlamına gelecektir. Kademeli geçişin yol açacağı sonuçlar farklı alternatifler ışığında aşağıda sunulmaktadır. 1.) Seçimin hemen sonrasında piyasadaki düzeltmelere bağlı olarak döviz kuru, enflasyon ve piyasa faizlerinin ulaşabileceği düzeye ilişkin beklentilerimizi bir önceki yazıda paylaştık. Kademeli geçiş ile amaçlanan, finansal piyasalardaki sınırlamaların aşamalı olarak kaldırılması ve bu esnada iletişim ve güven verici icraatlar kanalıyla piyasayı yönlendirerek kurların ve faizin aşamalı olarak yükseltilmesi, ayrıca bir yıl sonrasına dönük enflasyon beklentilerini indirmek ve sermaye girişine dönük sinyaller vermek suretiyle döviz ve faiz artışını sınırlamak ise, bu strateji kısa vadede piyasaya şunu söylemektedir: önümüzdeki günlerde/haftalarda/aylarda kur ve faiz daha da artacaktır. Piyasanın en iyi bildiği ve en sevdiği şey, zayıf ve piyasa dostu yönetimleri test etmek ve kazanç sağlamaktır. 2.) Örneğin, rezerv bulunmaması nedeniyle döviz piyasasına müdahalenin kaldırılması ya da azaltılması ancak faiz oranının bir şekilde sınırlandırılmaya çalışılması hâlinde, kur artışı ve buna bağlı enflasyon artışı beklentisinden dolayı bir süre sonra artacağı bilinen faiz oranları, bankaları kredi vermemeye yönlendirecek ve tahvil piyasasında da talep düşük kalacaktır. Böylece piyasada kendiliğinden faizler artacaktır. Hâlihazırda da bankalar en fazla 3 ay vadeli ticari kredi vererek, ileride artacağı bilinen faizlere karşı pozisyonlarını ayarlamaktadır. Faize sınır koymak, istenen sonuçları üretmeyecektir. Kaybeden ise kredi kullanan reel kesim olacaktır.  3.) Diğer bir örnek, eğer yeni yönetim örtülü olarak kurların belirli bir düzeyi geçmesini istemiyorsa ve bu düzey piyasa okumasıyla denge noktasından düşükse, piyasa kesinlikle bu sınırları zorlayacak, bu durumda yönetim ya elindeki sınırlı rezervleri satarak kura müdahale edecek ya da sınırların aşılmasından sonra kendince yeni sınırlar koyacaktır. İlk ihtimalde, yapılan müdahale nedeniyle piyasa satılan döviz büyük bir iştahla alınacak ve fiyatlar artmaya devam edecek, böylece eriyen rezervler TCMB’nin elini daha da zayıflatacak, ucuza döviz alan kesim kazançlı çıkacaktır. Sınırların aşılması nedeniyle yeni sınırların konulması hâlinde ise, yeni sınırlar da benzer şekilde test edilecektir. Her test TCMB’nin ve ekonomi yönetiminin rezerv ve itibar kaybıyla sonuçlanacaktır.
Kademeli geçiş, geçmişin yanlış politikalarına ve alınacak olumsuz sonuçlara bir ölçüde ortak olmak anlamına gelecektir; çünkü yeni yönetim, futbol maçına son dakika dahil olan bir oyuncu olmayı kabullenmiş olacaktır.
4.) Diğer bir örnek, bütçe yükünü azaltmak ve kredi faizlerini baskılamak gayesiyle, belirli bir faiz oranı üzerinde kullandırdıkları krediler için bankalara getirilen tahvil alma zorunluluğunu kaldırmak yerine, kademeli olarak düşürmektir. Bu durumda, hâlihazırda gösterilen tepkiye benzer şekilde bankalar hareket edecek; faizlerin artacağı bilindiğinden kredi vermekten kaçınılacak veya kredi faizleri daha da artırılarak düşük faizli tahvil alınması zorunluluğunun yaratacağı maliyet kredi kullanıcılarına yüklenecektir. Her durumda krediye erişim ve/veya kredi maliyeti artacaktır. Kademeli geçişin amaçlarından biri reel sektörün finansman maliyetindeki artışı dizginlemek ise, aksi yönde sonuç alınmış olunacaktır. Sunulan bu örneklerde (ve sunulabilecek diğer tüm örneklerde) ortak nokta, kademeli geçişte, piyasaların/aktörlerin/bankaların/bireylerin ‘atılan kademeli adıma’ göre değil, ‘atılacak adımlara’ ve piyasa beklentilerine göre fiyatlama/işlem yapacak olmalarıdır. Ekonomi yönetiminin attığı adımlardan çok atacağı adımları referans alacak piyasanın adımları ekonomi yönetimin adımlarından daha büyük olacaktır. Bir süre sonra, piyasanın hızlı ve büyük adımları karşısında ekonomi yönetimi geride kalacak ve piyasayı izlemeye başlayacaktır. Yani faizi ve döviz kurunu piyasa belirleyecek ve ekonomi yönetimi bu fiyatlara göre kendi araçlarını ve bu araçların kullanım düzeyini saptayacaktır. Ayrıca kademeli geçiş, geçmişin yanlış politikalarına ve alınacak olumsuz sonuçlara bir ölçüde ortak olmak anlamına gelecektir; çünkü yeni yönetim, futbol maçına son dakika dahil olan bir oyuncu olmayı kabullenmiş olacaktır. Yeni yönetimi zorlayan temel husus; tarifi ve fiyatı tam olarak saptanmasa da arz/talep koşullarının baskılanması nedeniyle dengeden sapma derecesi yüksek olan finansal fiyatlardaki artışların bir denge arayışı anlamına gelmesidir. Dengedeki fiyatların beklenti yönetimiyle yeni denge noktasına ilerlemesi ayrı, mevcut örneklerde sunulduğu üzeri zaten dengede bulunmayan fiyatların dengeye gelmesi tamamen ayrı konulardır. Ekonomi yönetimi para politikası ve beklenti yönetimiyle hâlihazırda denge fiyatı oluşumuna katkı sunamayacaktır; bu katkı ancak denge fiyatlarının oluşumundan sonraki süreçte geçerli olabilecektir. 2000 yılında uygulanan istikrar programının başarısızlığı ve 2001 yılındaki programın başarısı bir ölçüde döviz kuru ve faiz bagajını taşımalarına veya üzerinden atmalarına bağlı olmuştur. Seçim sonrasında izlenecek her politikaya yük olacak bu bagajların taşınmaması gereklidir. İstikamet çizme gayesiyle yola çıkan ekonomi yönetiminin piyasanın peşine takıldığı bir durum yönetimin kredibilitesini zayıflatacaktır. En kötüsü ise piyasa bu zayıflığı hissettiği anda bunu istismar etmeye başlayacak ve kademeli geçişin gerekçelerinden biri olan manipülasyonun engellenmesi yerine manipülasyona alan açılması gündeme gelecektir. Yeni yönetimin amaçlarına ve kamuoyu önündeki açıklamalarına aksi istikamette gelişmeler meydana geldikçe de yönetimin kredibilitesi daha da hasar görecektir. Bu ise orta vadeli politikalara da zarar verecektir. Ekonomi yönetiminin güven kaybına uğramaması şartıyla, bu süreç en olumlu tahminle; piyasanın önden gitmesine karşın, orta vadeli enflasyon ve kur beklentilerinin dizginlemesiyle bir süre sonra piyasanın da adımlarını yavaşlatması ve akabinde sermaye girişi ve rezervlerin güçlenmesi, yapısal reformların hayata geçirilmesi, güvenin kazanılması gibi gelişmelerle piyasanın ekonomi yönetimini izlemeye başlamasıyla sonuçlanacaktır. Ancak bu olumlu süreç zaten 3 ay sonrasındaki dönemde meydana gelecektir. Eğer 3 ay içinde zaten piyasa önden yol alacaksa kademeli geçişin fonksiyonu ya da katkısı ne olacaktır? Çünkü kısa vadede piyasa gidişatı belirlemiş ve denge fiyatlarını saptamış olacaktır. Piyasanın ön alarak kısa vadede kumanda kolunu eline almasının destekleyici faktörlerinden biri de elinde yeterince araç ve birikim bulunmayan yönetimin elini açık etmiş olmasıdır. Yeni yönetim serbest piyasa şartlarına geçeceğini, yani piyasa dostu olduğunu, daha da sınırlandırıcı adımları atmayacağını deklare etmiştir. Henüz test edilmemiş, yakından izlenen, verdiği sözleri somut adımlara dönüştürmesi beklenen bir yönetime karşı piyasa kısa vadede daha güçlüdür ve kendi yolunu çizecektir. Eğer siz piyasaya istikamet çizemeyecekseniz neden kademeli geçişi yapıyorsunuz sorusu ortaya atılacaktır. Ekonomi yönetimi gerçekten kademeli geçiş ile istikamet çizme gücüne sahip midir, yoksa ekonomiyi tahrip etmiş önceki yönetimin politikaları ve tüketilen araçlar nedeniyle bu güce sahip değil midir? Kritik soru budur. Eğer bu soruya olumlu yanıt veriliyorsa kademeli geçiş mümkündür, ancak böyle bir güç yoksa (ki yoktur) kademeli geçiş neyi sağlayacaktır? Kademeli geçişte yaşanabilecek başarısızlığın ekonomi yönetimine duyulan güveni zedelemesi ve orta-uzun vadeli beklentilerin de bozulması ihtimaline karşı ne yapılacaktır? Kademeli geçişin piyasanın bazı aktörlerince istismar edilmesi ve manipülasyonlara yol verilerek haksız kazanç sağlanmasında sorumluluk kime ait olacaktır?
Yeni yönetimi zorlayan temel husus; tarifi ve fiyatı tam olarak saptanmasa da arz/talep koşullarının baskılanması nedeniyle dengeden sapma derecesi yüksek olan finansal fiyatlardaki artışların bir denge arayışı anlamına gelmesidir.
BANKALARIN MUHTEMEL TALEPLERİ Seçimin hemen sonrasında ekonomi yönetiminin kapısını çalacak ve üstün lobi gücünü kullanarak taleplerini kabul ettirmeye çalışacak bankacılık kesiminin isteklerine karşı ihtiyatlı olunmalıdır. Daha önceki yazılarımızda, nominal kârını bir süreliğine artırsa da kendisine gelecekte büyük zararlar verecek mevcut politikalara bilanço kalemlerindeki hareketler üzerinden tepkisini gösteren bankacılık sektörüne ilişkin görüşlerimiz ve ihtiyaç duyulan sermaye artırımına dair önerilerimiz sunulmuştur. Bankalar da diğer piyasa oyuncuları gibi kârını azami düzeye çıkarmayı amaçlayan kurumlar olarak, özellikle denge arayışının ve çalkantıların bulunduğu dönemlerde ekonomi yönetimi üzerinde baskı kurarak, piyasa mekanizmasının özüne aykırı talepleri dayatabilmektedir.  Piyasa aktörlerinin temel güdüsü, her koşulda kârı almak, ancak kârda katkısını göz ardı ettiği makro ekonomik politikaları gerekçe göstererek zararı mümkün mertebe kamu kesimine yıkmaktır. Geçiş sürecinde bankaların kamu kesiminden iki konuda ciddi taleplerinin olması beklenebilir. Birincisi normalleşmenin kademeli gerçekleştirilmesi, ikincisi ise bankaların elindeki düşük ve sabit faizli tahvillerin daha yüksek faizli ve/veya değişken faizli tahvillerle değiştirilmesidir. Bunlar bankalar adına olağan bir bilanço okuması ve risk yönetimi bağlamında dile getirilebilecek iki taleptir. Kademeli geçişte bankalar, dengeden uzak döviz kuru ve faizleri istismar ederek, yukarıda farklı örnekler üzerinden sunduğumuz üzere hem kazanç elde edecek hem de süre kazanmaya çalışacaklardır. Düşük faizli tahvillerin değiştirilmesi de kamu kaynaklarının istismar edilmesidir. Sabit ve düşük faizli tahviller nedeniyle bankalar kayba uğrasa dahi, enflasyona endeksli tahvillerin sunduğu yüksek kazançlar da bilinmektedir. Kâr da zarar da pozisyonu alana aittir; kârı alıp, zararı kamuya yüklemek ahlaki olmadığı gibi, en başta serbest piyasa koşullarına aykırıdır. Bankalar sermaye aktarımı ile ihtiyaçlarını gidermeli, sadece likidite ihtiyaçları belirli şart ve miktarda TCMB fonlaması üzerinden karşılanmalıdır. Finans sektörüne destek istenmesinde kullanılan ‘finansal istikrar, kredi mekanizmasının işlerliği, büyümenin desteklenmesi’ gibi klişe söylemlerin güçlü dayanakları bulunmakla birlikte, makro istikrarın sağlanması ve orta vadede beklentilerin yönetilmesi suretiyle bu söylemlere zaten karşılık verilmiş olunacaktır. Olağan piyasa koşullarına süratle dönülerek günlük iş akışlarına müdahale anlamına gelecek sınırlamaların süratle kaldırılması, akabinde kısa bir daralma döneminden sonra ekonominin büyüme patikasına girmesi ve makro istikrarın sağlanması bankaların kârlılıklarına ve sermayelerine çok önemli katkılar sunacaktır. Bankalar için mali bünyeyi güçlendirmenin en doğru yolu ciddi bir sermaye artışıdır; zaten kamu kesimi kamu bankalarının sermayelendirilmesini sağlayacaktır; özel banka hissedarları da bankalarına kaynak aktarımı yapmalıdır. Yeni yönetimin ilk işlerinden biri, azami bir yıla yayılacak sürede ivedi şekilde bankalardan sermaye artırımı talep etmektir. Genelde toplumun geniş kesimlerine ‘uzun vadede’ vaat edilen faydalar, aynı şekilde finans sektörüne de uzun vade için vaat edilmelidir. Sağlanacak istikrarın sunacağı yüksek kârlar ileride sermayedarlara kâr dağıtımı yolu ile dönecek; böylece sermayedarlar koydukları sermayenin karşılığını alacaklardır. Kârı kısa vadede finans piyasalarının aldığı, zararın kamuya yüklendiği, topluma uzun vadede kazanç vaat edildiği bir paradigmada değişikliğe gidilmeli, kısa ve uzun vadede her kesim kârı ve zararı almalıdır. Kamu kesiminin zaten dağılmış ve daha da dağılacak bütçesinden arta kalan ve yaratıcı yöntemlerle bulunabilecek bazı imkânların aktarılabileceği alanların ‘sanayi sektörü ve dar-orta gelirli kesimler’ olduğu düşünülmektedir. Yeni yönetim, rasyonel politikalar, akılcı uygulamalar, şeffaflık ve hesap verebilirlik anlamında olumlu bir sürece girileceği yönünde bir izlenim yaratırken, finansal piyasaların ve özellikle bankaların taleplerine karşı ‘piyasa dostu’ yaklaşımlarla zayıf ve tavizkâr olunabileceği, ancak bunun kamuya ‘finansal istikrar’ örtüsü altında sunulacağı yönünde bazı sinyaller alınmaktadır. Serbest piyasa koşullarının tüm kural ve prensipleriyle inşa edilerek piyasaya mesafeli olunması ideal bir durum iken, bunun bir adım ötesi olan ve kısa vadeli kazanca odaklanan durum ‘piyasa dostu’ yaklaşımlara konudur. Piyasa dostundan, ‘piyasadakilerin dostuna’ evrilecek bir politika ise toplum adına ciddi kayıplara yol açabilecektir. Siyasetin baskısından uzaklaştırılacak kurumların piyasanın yörüngesine girmesi ve gelişmeleri piyasa gözlüğünden okuması büyük ve yakın bir risktir. Genelde politika yapıcılar farkına varmadan, sürekli iletişim hâlinde oldukları finans aktörlerinin etkisinde kalarak, gelişmeleri aynı gözlükten okuma boşluğuna düşmektedir. Büyümeme, kredi daralması, finansal istikrar gibi söylemler bir koz olarak kullanılmakla birlikte, kredi yavaşlaması ve büyümemenin kendilerine çok büyük maliyeti olduğunu ve sermaye kayıplarına yol açacağını en iyi finans kesimi bilmektedir. Mevcut baskılanmış faiz ortamında dahi bankalar büyük riskler alma pahasına kredi vermekten ve büyümekten imtina edememektedir. Aksi yönde hareket etmek kendi doğalarına aykırı olacaktır. Bu nedenle bankaların söylem ve argümanlarına mesafeli yaklaşması gereken kamu otoriteleri finans sektörünü serbest piyasa koşullarında çözüm bulmaya yönlendirmelidir. Peki kademeli geçişin tercih edilmemesi hâlinde alternatif olarak sunulan hızlı geçişin yaratabileceği ani dalgalanmalar risk ve kayıplara yol açmayacak mıdır? HIZLI GEÇİŞ Savunduğumuz hızlı geçiş; politika faizinin aşamalı olarak yükseltilmesi ve yarattığı etkilere göre ilave artışların saptanması, KKM’nin bir önceki yazıda açıklanan şartlarda yıl sonunda sonlandırılması, bireyleri korumak adına kredi kartı-KMH hesaplarına ait faizlerin bir yıl süresince politika faizinin bir miktar üzerinde tutulması, dövize spekülatif talebi sınırlamak için finans kurumlarının taşıyabilecekleri döviz uzun pozisyonlarının kısıtlanması, yabancı para zorunlu karşılıkların duruma göre ayarlanması gibi az sayıdaki sınırlamayı içermektedir. Döviz kuru ve kredi-mevduat-tahvil faizinin piyasada oluşumu üzerindeki tüm sınırlamalar ve şarta bağlı oranlar yeni yönetim tarafından tamamen kaldırılmalıdır. Bu durumda piyasada fiyatların sınırsız yükselmesi söz konusu olmayacaktır; ilk aşamada piyasa aktörleri ve bireyler ihtiyaçları ve beklentileri doğrultusunda hareket edecek, belirli bir düzeye doğru keskin bir düzeltme meydana gelecektir. Hızlı yükseliş belki geri çekilme ve aşağı yönlü bir düzeltmeyi de içerecek ve denge fiyatı oluşacaktır. Atılacak güven doğurucu adımlar ve kur seviyesindeki yükseliş sermaye girişi beklentisini artıracak; mevduat faizlerinin de yükselmesiyle zaten dövize karşı TL önemli bir alternatif olacaktır. Böylece bir noktada kendiliğinden denge sağlanacak ve döviz kuru bagajından kurtulunmuş olunacaktır. Kurların çok yükselmesi hâlinde ise zaten piyasaya döviz arzı olabileceği ve denge fiyatın aşılmış olunabileceği kaygısıyla talep kendiliğinden sönümlenecektir. Yukarıda işaret ettiğimiz üzere kademeli geçişte de zaten fiyatları piyasa belirleyeceği için, hızlı geçiş piyasa fiyatlarının oluşumunu belki 3-5 hafta erkene alacaktır. Hızlı geçişte ekonomi yönetiminin herhangi bir vaadi ya da eşik değeri bulunmadığı için bir güven kaybı ya da piyasa tarafından test edilme kaygısı gündeme gelmeyecek, piyasanın bazı aktörlerine istismar alanı ve haksız kazanç fırsatı tanınmayacaktır. Çalkantılar önceki yönetimden alınacak enkaza bağlanacak, piyasalarda denge oluşumuyla zaten tepkiler dinmeye başlayacak ve yaşanan çalkantı birkaç ay içinde unutulacaktır. Hızlı geçişin sonucunun kademeli geçişten daha kötü olma ihtimali çok zayıftır. Yukarıda da açıklandığı üzere kademeli geçişte de piyasa rotayı çizecek, varacağı noktaya zaten ulaşacaktır. Reel ekonomi adına en kritik soru; finansal piyasalardaki düzeltmelerin, enflasyon ve üretim daralması yoluyla toplumun geniş kesimleri ve finansman ihtiyacı bulunan üreticiler üzerinde yaratacağı etkinin büyüklüğüdür. Yakın ve orta vade için en büyük siyasal risk; üretimde daralmanın beklenen sınırları aşması hâlinde yoksulluktan sefalete sürüklenecek kesimlerin daha da genişlemesi, iyice küçülmüş orta sınıfın tamamen silinmesi ve bunun yol açabileceği huzursuzluklardır. Mevcut iktidarın yönetimi altında her koşul ve şartta tepki göstermeyen %40-50’lik kesim, seçimi kazanması hâlinde Millet İttifakı’na aynı toleransı göstermeyecek ve bunun ötesinde yeni yönetimi destekleyenler dahil tüm toplum yeri geldiğinde muhalif bir kimliğe bürünebilecektir. Yeni dönem çok daha sorgulayıcı, çok daha talepkâr ve çok daha muhalif bir toplumsal dalgayı içermektedir. Atılacak her adım, kullanılacak her kaynak, tüketilecek her birikim çok daha değerlidir. Uzun yıllardır birikmiş ve son iki senedir izlenen yanlış politikalarla daha da derinleştirilmiş sorunların artık taşınamayacağı ve krizin faturasının henüz ödenmediği bilinmektedir. Bu nedenle her hâlükârda bir maliyetle karşılaşılacaktır; ortada kesilmiş bir fatura bulunmaktadır. Ekonomi yönetiminin geleceğe dönük sağlam temeller atmasının yanı sıra bu faturayı bölüştürmesi de beklenmektedir. Ayrıca 6-12 aylık süreci takiben, üretimdeki gidişin yönünü yukarı çevirmek temel gayedir. Sanayi sektörü ve dar-orta gelirli kesimlerin kayıplarına kalkan oluşturma adımlarına ilişkin öneri ve değerlendirmelerimiz ayrı bir yazıda sunulacaktır.