EROL EVGİN HAKSIZ MI?

Geçtiğimiz günlerde gerek sanatçı kimliği ile gerekse "efendi kişiliği" ile bu ülke insanlarının her zaman ve büyük bir çoğunlukla beğenisini kazanan sanatçı Erol Evgin, eğitim ve oy hakkı üzerine klişeleşmiş  bir görüşü dillendirdi. Ardından da başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere belirli bir çevrenin ağır hakaretlerine maruz kaldı. 

Aslında Erol Evgin'in sözleri, bugün artık ne kadar klişeleşmiş, sıradan ve kaba gözüküyor olursa olsun, kökleri çok eskiye dayanan ve hala pratik anlamda bir çözüme kavuşturulamamış kadim bir tartışma ve sorunun dillendirilişidir.

Evgin Ne Demişti? Erdoğan Ne Cevap verdi?

Erol Evgin geçtiğimiz günlerde bir gazeteciye verdiği röportajda “Galiba eğitimli ülkeler için iyi bir çözüm demokrasi. Bize fazla geliyor. Bir manken kızımız “Dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?” olacak demişti hatırlarsanız… Hoş değil o tanım ama şunu düşünüyorum; Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım. Hiç hakça değil. Bana adaletli gelmiyor bu durum. Herkes seçebilmeli tabii. O parmak basan ablamız muhtarını seçsin, biraz daha iyi eğitim alanı belediye başkanını seçsin.” demişti. 

Bu sözler üzerine Recep Tayyip Erdoğan, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği konuşmada isim vermeden Evgin için “Bunlar ne cins adamlar. Sen sanatçı olsan ne olur, profesör olsan ne olur, doçent olsan ne olur? Önce millete saygı duyacaksın, saygı, bu milletin hiçbirini küçümseyemezsin.” sözlerini sarf etmişti. 

Platon'dan yakın çağa "Demokrasi ve Eğitim ilişkisi" 

Platon Devlet adlı kitabında aynen şöyle der:"Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar."

Bize tarih olarak çok daha yakın Nietzsche ise bu konuda aynı görüşleri şu şekilde ifade eder: "Cahil bir toplum özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiç bir zaman özgür bir seçim yapamaz.Sadece seçim yaptığını zanneder.Cahil toplumla seçim yapmak okuma yazma bilmeyen bir adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelenler düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir."

Marks'a göre ise, "Cehalet ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullanılan bir silahtır."

Eğitimin önemi... 

Yukarıdaki alıntılardan anlayacağımız gibi gerek Platon gerek Nietzsche için demokrasi halkın iktidarı olmalıdır. Her ikisi de bu anlamda demokrasiye karşı çıkmazlar. Fakat kitlelerin cahil ve eğitimsiz bırakıldığı yerde, halkın kendi iktidarını kuramayacağını ve iktidarın halkın elinden çalınarak bir oligarşiye ve diktatörlüğe evrileceğini belirtirler. Buraya kadar -ve demokrasi için kitlelerin eğitilmesi görevine işaret ettiği ölçüde- bu saptamalara aklı başında hiç kimsenin itiraz etmesi olası değildir. Ama iş burada kalmaz ve eğitimsizlere oy hakkı verilmemesi ya da onların oylarının eğitimlilerle eşit değerde kabul edilmemesi gibi sonuçlara götürülür. Böylece demokrasinin temel  eksikliğine işaret edip gerçek demokrasiye gitmek için çıkılan yolda, yeni bir oligarşi ve diktatörlüğün, elitist bir diktatörlük anlayışının savunusuna varılmış olur.  

Ya Marks...

Marks'da yukarıda yaptığımız alıntıdan açıkça anlaşıldığı üzere "cehaletle demokrasinin (halk iktidarı) birlikte var olabilmesinin mümkün olmadığına işaret eder. Ayrıcalıklı sınıfların bu cehaleti kullanarak kendi iktidarlarını tahkim için kullanacaklarını söyler. Marks'a göre ayrıcalıklı sınıflar toplumdaki cehaleti ve apolitizmi sürekli korumaya ve yeniden üretmeye çalışacaklardır.

Ama Marks'a göre demokrasi ve eğitim ilişkisi, salt ve en öncelikle bir diploma ilişkisi değildir. Marks kitlelerin bizzat "pratik siyaset okulundaki eğitimi"ne daha büyük bir önem atfeder.

Eğitimin çifte anlamı ya da nasıl bir eğitim...

Elbette bir okul tedrisatından geçmenin ve diplomalı olmanın önemi yadsınamaz. Ama bu tür bir eğitimin verili koşullardaki anlamını ve zaaflarını görmeden, bunu kendi başına demokrasi kültürünün gelişimi ve garanti altına alınması açısından yeterli saymak yanıltıcıdır. 

Gerçekten de kapitalizm koşullarında en bilinçli burjuva eğitim bile, demokrat yetiştirmez, bilgiyi meta sanan malumat furuş yetiştirir... Örneğin Avrupa'da eğer bugünde nispeten kökleşmiş bir demokrasi varsa, bu daha çok 19.yüzyılın eğitimi az yoksul kitlelerinin örgütlü mücadelesi sayesindedir. Ve eğer zaman içinde oralarda demokrasi belli yaralar aldıysa, bunun nedenini de oradaki diploma sayısının azalmasında değil, yoksul ve emekçi kesimlerin örgütlenme ve mücadele düzeylerinin bilinçli politikalarla geriletilmesinde saklıdır. Apaçık ki örgütlü ve hakları için mücadele eden "düşük diplomalı" bir işçinin demokrasi eğitimi ve bilinci, kendi halinde ve siyasete katılımı oy vermekle sınırlı "yüksek diplomalı" birinin demokrasi eğitimi ve  bilinicinden çok daha yüksek olacaktır.

Hele de bizim "milli eğitim sistemimiz" içinden geçip de diploma alanların bu tedrisatları sayesinde, demokratik kültürlerini de geliştirdikleri varsaymak çok daha zordur. Ne yazık ki Türk Millî Eğitimi'nin on yıllardır esas olarak yaptığı, insanları "düşünmek" dediğimiz faaliyetten uzak tutmaktır. Temel amaç da zaten demokrat yurttaş  yetiştirmek değil, bol miktarda sıra neferi/mürit, az miktarda da sosyal subay/mürşit yetiştirmektir. Bu yüzdendir ki bu toplum hala ya "asker millettir" ya da "mürit millettir"... Ve tüm sosyal/ siyasal kurumlarda da bu subay/asker ve mürit-mürşit ilişkisi yeniden üretilmektedir. 

Bugünkü hakim eğitim anlayışını eleştirerek "Gerçek eğitim gerçekleri öğretmek değil, düşünmeyi, sorgulamayı öğretmektir" der Einstein ve Eduardo Galeano'da sanki onu tamamlamak için şunları ekler, bugünkü düzende “Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler. Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler, medyası bilgilendirmez. Okullar cahillik öğretir. Yargıçlar, kurbanları cezalandırır. Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır. Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz …” 

Temel demokratik eğitim...

Sorunun kritik noktalarından biri de şudur: Eğitim hakkını kullanabilmek ile mülkiyet sahibi olmak arasında çok sıkı bir illiyet bulunmaktadır. Ayrıca eğitim hakkını kullanmak ile cinsiyet, deri rengi, azınlık etnik kimliğe üye olmak arasında da kural olarak ters orantılı bir ilişki bulunmaktadır.

Yani biz eğitimliler ile eğitimsizler arasında eşit oy uygulamasına karşı çıktığımızda aslında -çoğu zamanda bilincinde olmadan- yoksulların/emekçilerin, kadınların, egemen etnik kimliğe ve deri rengine sahip olmayanların mevcut eşitsizliğini de onaylamış oluyoruz. Cehaletin halk egemenliğinin kullanılmasına engel olduğu gerekçesiyle, aslında halk egemenliği fikrinin çok daha temel kısıtlarına mülkiyet, cinsiyet, etniklik vb. onay vermiş, bu kısıtları meşrulaştırmış oluyoruz.

"Tek adam diktatörlüğü" ya da "Çoğunluk diktatörlüğü"ne karşı bazı kurumsal önlemler...

Bu nedenlerle alt sınıflar ve ilerici hareketler genel oy hakkının elde edilmesi tarafında durmuşlardır. Son 250 yılda ayrıcalıklı sınıf, cinsiyet ve kimliklerle sınırlı  oy hakkından genel oy hakkına doğru adım adım mesafe alındı. 18. yy'ın son çeyreğinden mülk sahibi tüm erkeklere genişleyen oy hakkı giderek tüm erkeklere, oradan da kadın erkek tüm vatandaşlara doğru genişledi ve 19. yüzyılın ikinci yarısında ancak tamamlanabildi. 

Genel oy hakkının genelleşmesiyle birlikte tek adam diktatörlüğü, oligarşik diktatörlük ya da çoğunluk diktatörlüğü gibi risklerin doğması karşısında  ne tür önlemler alınabileceği de tartışıldı. Çare Aristotales, Montesque, Rousseau vb. filozofların yazdıkları içinden üretildi. Örneğin "Tutkular en iyi insanı bile sapık yollara sevk edebilir; oysa yasa tutkulardan kurtulmuş akıl demektir." demekteydi Aristotales... Bu sözleriyle iktidar gücünü elinde tutanların sapık yollara düşmesini önlemek için "yasa devleti"nin zaruretine işaret etmekteydi.

Rousseau'da modern zamanlarda ölçekler büyüdüğü için doğrudan demokrasinin yerine temsili demokrasinin geçmesinden kaynaklı çoğunluk diktatörlüğü riskine  işaret etmişti.

Bu sakıncaları gidermek için  "yasa devleti" ve "kuvvetler ayrılığı" ilkeleri geliştirildi. Ama bu frenlerin her zaman iyi işlediğini söyleyemeyiz. Bugün bizim ülkemizde yaşandığı gibi bu ilkeler pekala yürütme tarafından rahatlıkla devre dışı bırakılabilmektedir. 

Peki sorunun çözümü ne? Ya da nasıl bir demokrasi eğitimi? 

Sorunun çözümü eylem ve örgütlenme hakkının ve sokak siyasetinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasında... İkinci olarak da katılımcı demokrasinin geliştirilmesinde:; yani  siyasetin ve yönetimin tabana yayılmasında.  Demokratik eğitimin yolu da aslında tam da bu haklara sahip olmaktan ve etkin biçimde kullanmaktan geçmektedir. Demokrasi, demokrasiyi geliştirip yaygınlaştırmak için aslında en iyi okuldur da. Ama örgütlü ve katılımcı bir demokrasi... 

Gerçekten de temel demokratik eğitimin yapılacağı en temel okul pratik siyaset okuludur. Bunun bir boyutu oy hakkıdır. Ama daha önemli olan boyutu ise sınırsız örgütlenme ve eylem hakkının sağlanması ve karar süreçlerine oy hakkını aşan bir ölçüde ve süreklilikte katılma olanağının geliştirilmesidir.

Bu nedenledir ki sokaklarda eylem ve protesto hakkının varlığı ya da yokluğu, engellenmesi ya da doğal bir hak olarak görülüp zorluk çıkarılmaması; parlamenter sistemin seçilmiş krallık sistemi mi? yoksa gerçek toplumsal demokrasi mi? olduğunun turnusol kağıdıdır.

Tek başına oy hakkına indirgenen demokrasi Benjamin Franklin'in çok kuvvetli benzetmesiyle "iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Özgürlük (temelli demokrasi ise)  tam teçhizatlı bir kuzunun bu türden oylamalara karşı çıkmasıdır." 

İşte kuzunun demokrasi bilincini geliştirebilmesi ve demokrasiyi bir özgürlük rejimi olarak yeniden inşa edilmesi için gereken teçhizatlanma, en geniş eylem ve örgütlenme özgürlüğüdür, en geniş ve süreğen siyasete katılma hakkıdır. 

Siyasal eğitim okullardan çok meydanlarda edinilir ve "cahil" kesimin siyasal eğitimi için de en etkili "okul" demokrasidir... Bu eğitimden geçerek özgürlük ve demokrasi bilinci edinemeyen ülkelerin eğitimlileri elitist bir diktatörlüğe, cahilleri de demagojik bir diktatörlüğe meyledeceklerdir.Tıpkı biz de olduğu gibi ...

Erol Evgin ile Tayyip Erdoğan arasındaki tartışma bu nedenle demokrasi ve diktatörlük anlayışları arasındaki tartışma değil, elitist diktatörlük anlayışı ile demagojik diktatörlük anlayışı arasındaki tartışmadır. 

Tartışmanın iyi niyetli ve naif duygulara sahip olan tarafı ise, hiç kuşkusuz ki Erol Evgin'dir...