Bizi hem mevcut belirsizlikler nedeniyle hem de ekonomi yönetiminin yeni bir büyüme modeline geçiş girişiminin maliyetini kendi toplumsal tabanı olarak görmediği kesimlere ödetme kararlılığı nedeniyle zor günler bekliyor. Politikyol okurlarına tekrar merhaba! Türkiye ekonomisinin bir kez daha kur krizine savrulduğu günlerde kulaklarımıza yeni bir ekonomi planı üfleniyor. Buna göre rekabetçi kur politikası ile ihracat artışı sağlanacak, cari açık ortadan kalkarken, yeni büyüme perspektifi faiz-kur sarmalının sonunu getirecek. Söz konusu vaat edilmiş topraklara doğru atılan adımların dönüşsüz olduğu teminatı veriliyor. Bu teminat verilmek durumunda, çünkü esasında yaklaşık üç yıldır çok açık bir biçimde, ilk işaretleri dikkate alacak olursak son yedi yıllık zaman diliminde şöyle ya da böyle defalarca duyduğumuz bir teraneye yeniden maruz kalıyoruz. Kısaca 12-18 aylık sürede beklentilere dikkat çekip, bu döneme denk gelen asgari ücret artışına değineceğim. Enflasyon oranının üzerinde ve Erdoğan yönetimi tarafından pazarlanabilecek bir artış ile düşük ücret ekonomisinin nasıl bir arada var olabileceğini tartışacağım. SOĞAN EKMEK BİZİM İŞİMİZ Son yıllarda Türkiye’nin içinden çıkamadığı kriz atmosferinde büyüme koalisyonu olarak tarif edebileceğimiz blok içinde döviz yükümlülükleri başka gruplara göre daha az olan ve devlet kaynaklarına erişim sorunu yaşamayan çeşitli sermaye grupları avantaj yakaladılar. Ortada iyi düşünülmüş, adımları netleştirilmiş bir plan olmadığı için son yıllarda Türk Lirası’nın değer kaybını durdurmak amaçlı faiz artışları gerçekleştiğini ve durgunlaşma ya da düşük büyümeyi telafi için yeni kredi kampanyalarıyla da bir itki sağlandığını gördük. 2018’den itibaren rekabetçi kur açıklamalarını daha fazla işitsek de örneğin devlet bankaları aracılığıyla piyasaya 2019-20’de 100 milyar doların üzerinde satış yapılması ve rezervlerin harcanması ya da 2018 Eylül’ünde sert faiz artışı veya 2020 Kasım’ındaki makas değişikliği gibi adımlar Türkiye’de rekabetçi kura dayalı bir modelin benimsendiğini söylememizi engelledi. Bu dönemdeki savrulmalar iktidar bloku içindeki farklı sınıf fraksiyonlarının birbirleriyle mücadelesiyle renklenmeye devam etti. Eğer 2022’de bir dönüş görülmez ve orta vadeye yayılan değersiz TL politikası görürsek, artık yeni bir modele geçiliyor olduğunu ve ısrarla lirayı değersizleştirmeye çalışıyormuş görünen siyasetçilerin Kasım 2021’deki açıklamalarının bunun sembolü olduğunu belirtebileceğiz. Türkiye’nin ucuz emek cenneti olarak uluslararası sermayeye yeniden takdimi öncesinde, Kredi Garanti Fonu ve devlet bankaları aracılığıyla küçük ve orta ölçekli işletmelerin sarsıntılarının hafifletildiğini, faizsiz kredi uygulamalarıyla geleceğin ihracatçıları ya da emekleyen KOBİ’lere yeniden destek verildiğini göreceğiz. Gündemin hızlı değiştiği ve bu kadar istikrarsız hale gelmiş bir blokun yönettiği ülke için öngörülerde bulunmak uygun değil. Lakin, gidişat seçim takviminin 2023’e ayarlanmakta olduğunu söylemeye izin veriyor. Erdoğan yönetimi bugünlerde geniş halk kesimlerine 2022’yi bütünüyle kaplaması muhtemel bulunan, hayat standartlarında gerileme vaat ediyor. Kitlelerin çalışıyor oldukları için (iş bulabildikleri ve çocukları da iş bulacağı için) şükretmeleri gerektiği salık veriliyor. SEREMONİLER, KOMİSYONLAR, İSTATİSTİKLER Dikkatli gözlemciler düşük ücret ve yüksek istihdam planları ile asgari ücret artış tartışması arasında bir tutarsızlık olduğunu iddia edebilirler. 30 Kasım akşamı, yazılı metinden nadiren ayrıldığı TRT seremonisinde enflasyonun üzerinde asgari ücret artışının yapılacağını ima eden Cumhurbaşkanının açıklamaları, medya organlarıyla yaratılan havayı tamamlayıcıydı. Peki enflasyonun üzerinde bir artış yapılması ile düşük ücret ekonomisi yaratılması nasıl bir arada var olabiliyor. Bunu anlamak için kısaca asgari ücret hesabını hatırlamamız gerekli. Yıllardır Asgari Ücret Tespit Komisyonu görüşmeleri için referans geçim ücreti açıklayan TÜİK son yıllarda bu ücreti hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde revize etti. Aşağıda geçim ücreti ile belirlenen net ücret arasındaki farkı alarak yıllık toplamları 2020 fiyatlarına getirdim. Farkın 2020’de ortadan kalkması ve hatta 2021’de TÜİK’in geçim ücretinin de üzerinde bir net asgari ücret belirlenmesinin iki temel nedeni bulunuyor: İlki TÜİK’in geçim ücretini oldukça sınırlı biçimde artırması. TÜİK’in geçim ücretiyle, örneğin sendikaların açıkladığı yaşam maliyeti arasındaki zayıf bağın tamamen kopmuş bulunması. İkincisi, asgari ücret artışlarının (gerçek enflasyon oranı ile bağı artık tamamen kopmuş olan) resmi enflasyon oranı ile başa baş gitmesi, hatta bazı senelerde onun üzerine çıkması. Sonuç uzun yıllardır asgari ücret görüşmelerinde uzun uzun tartışılan ve sendikaların da zaman zaman referans gösterebildiği TÜİK hesabının artık kullanılamaz hale gelmesidir. Bu müdahale enflasyonun biraz üzerinde ücret artışının belirlenmesi durumunda 2022 için de asgari ücretin TÜİK’in geçim ücretinin oldukça üzerinde yer almasını sağlayacak. İşveren temsilcileri “çetin” görüşmelere karşın işçinin ezilmediğini dillendirebilecek. Buna dair başka bir işaret zaten ilk toplantıda “emeği koruyacağız” açıklamasında bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’ndan geldi. Kısacası görünüşte dikkate değer bir artış gerçekleşmiş olacak. Ancak Aralık ayının sonuna geldiğimizde bir işçinin geçim maliyetinin (Kasım 2021 Türk-İş raporuna göre 3903 TL) altında kalan ve muhtemel enflasyon kayıplarını telafi etmek için sendikaların önerdiği artışlarla güncellenmiş miktarın yanına dahi yaklaşamayan bir ücret belirlenmiş olacak. Bütün bu manevralara Türkiye’deki yapısal sorunları ekleyelim: Asgari ücretin (asgari ücret komşuluğu da dikkate alınırsa) Türkiye’de temel ücret haline geldiğini, eskiden orta sınıfın omurgası olarak tabir edilen aslında sadece kentli-vasıflı emekçiler olan beyaz yakalıların büyük bir kesiminin asgari ücretle çalıştığını, Türkiye’de istihdamın üçte birini oluşturan enformel sektörde ücret seviyesinin asgari ücretin de altında olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla gerçek enflasyonu dikkate almayan görünürdeki yüksek nominal artış politik bir malzeme olarak Erdoğan yönetimi tarafından kullanılacak, ancak ücretler genel seviyesini değiştirmeyecek, milyonların hayat standartlarında görülen gerilemeyi hafifletemeyecek. BİR DÜŞÜK, BİR YÜKSEK Yukarıda saydığım nedenlerle bu ay bitmeden, resmi enflasyonun üzerinde ve oransal olarak çarpıcı bir artış göreceğiz. Ancak bu, oldukça kararlı açıklamalarla süslenen yeni ekonomi modeline (düşük ücret / yüksek istihdam, düşük TL / yüksek ihracat, düşük politika faizi / yüksek enflasyon başlarına sahip bir nevi kerberos) aykırı bir adım teşkil etmeyecek. Başlıktaki sorunun cevabını hatırlatalım: Türkiye’de reel ücretler 21. yüzyılda büyük ölçüde yerlerinde saydılar. Toplam tarım dışı sektörlerde reel birim ücretler 2021’in ikinci yarısında ancak 2015 seviyesine gelebildiler (bkz. Merkez Bankası Enflasyon Raporu, 2021-IV). Eğer gerçekten de son yılların dönme dolabı hatırlatan ekonomi deneyinin sonuna gelmiş bulunuyorsak ve kalıcı bir biçimde negatif faizin korunacağı bir seçim sath-ı mailine giriyorsak, oldukça yüksek bir enflasyon oranı nedeniyle ücretlerin reel olarak yeniden gerilemesine tanık olacağız. Ancak yelken açılan bu yeni macerada emek sömürüsü doludizgin devam ederken seçim öncesinde çarpıcı bir istihdam artışı gerçekleşmesi öngörülüyor. Bu taslak planın zayıf yanlarına gülmek kolay olanı. İtiraf etmeliyim, kur politikasını eleştirmenin milli güvenliğe tehdit olarak görüleceğine ilişkin MGK açıklamasına halen gülüyorum. Ancak bizi hem mevcut belirsizlikler nedeniyle hem de ekonomi yönetiminin yeni bir büyüme modeline geçiş girişiminin maliyetini kendi toplumsal tabanı olarak görmediği kesimlere ödetme kararlılığı nedeniyle zor günler bekliyor.