Türkiye ekonomisinin problemlerinin çözümü kısa vadeli ve basit değildir. Para ve Maliye politikalarımızla dış talebe etki edemeyeceğimize göre iç talebi artırıcı, istihdamı yükseltici politikalara kamu öncülüğünde yönelebiliriz. Geçen haftaki yazımda enflasyon sorununu ele almıştım. Bu hafta yüksek işsizlik ve artan cari açık sorunlarımızın yavaşlayan Dünya ekonomisi ile ilişkisini ele almaya çalışacağım. Böylece geçen hafta yazdıklarıma katkı yapmayı umuyorum. Geçen haftaki yazımda enflasyon dinamiğinin ücret-fiyat spirali taşımadığını aksine kâr-fiyat spiraline dayandığını belirten şu ifadeleri kullanmıştım: “Bir diğer hatalı nedensellik ilişkisi ise ücret artışlarının enflasyonu beslediği konusudur. Oysa ücret artışları enflasyona eşlik eder ve baskılanmaktadır. Bunla birlikte Heterodoks politika uygulanacak ise enflasyonun arkasındaki dinamiğin ücretler değil kârlar olduğu gerçeğinden yola çıkılarak vergi politikasında dezavantajlı gruplar aleyhine olan dolaylı vergilerin ağırlığının azaltılmasına yönelik önlemler alınması gerekmektedir. Aşırı kâr vergisi, rant vergisi ve finansal kazançlar vergisi temel önerilerimiz olarak defalarca önerdiğimiz politika araçlarıdır”. Uluslararası Para Fonu (IMF) 11 Ekimde açıkladığı Dünya Ekonomik raporunun ücret-fiyat spiralini konu ettiği bölümde yukarıda yazdıklarıma benzer ifadeler kullanmış, ücret artışlarının enflasyona yansımasının ihmal edilebilir olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte IMF kâr marjlarının arttığından bahsetmektedir. Küresel tekelleşme eğilimleri ve yüksek enflasyonun küresel ve yerel tekeller için fiyat artırma bahanesi yarattığı sanırım artık Ortodoks iktisatçılar için de kabul edilebilir gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır. İlave olarak salgın kriziyle birlikte artan (küresel) gelir eşitsizliğinin yüksek enflasyon koşullarında da daha da genişlediğinden söz edebiliriz. Bu durum elbette emekçi gelirlerinde tahribata yol açan ve toplam talebi olumsuz etkileyen bir unsurdur. Nitekim IMF aynı raporda tüketici memnuniyeti, üretici memnuniyeti ve firma talep beklentileri (PMI) gibi öncü göstergelerin küresel yavaşlamaya işaret ettiğini belirtmiştir. Bu bağlamda IMF, nerdeyse bütün ülkeler için 2023 yılı büyüme tahminlerini düşürmüştür. Almanya ve İtalya için küçülme sinyali veren IMF, İngiltere ve Euro Bölgesinin tamamı için ise durgunluk beklediğini açıklamıştır. Bunlar Cari Açığı sürekli artan Türkiye için önemli riskler içermektedir. Çünkü söz konusu ülkeler Türkiye ihracatı için ana partner ülkelerdir. Bu ülkelerdeki yavaşlama ya da daralma yani IMF tahminlerinin tutması veya daha derin bir buhran olması durumunda Türkiye’nin ihracat gelirleri önemli ölçüde azalabilecektir. Diğer yandan IMF enerji fiyatlarının yüksek kalmaya devam edebileceğinden bahsetmiştir ki Rusya-Ukrayna savaşının sürmesi ve OPEC’in olumsuz kararları bu ihtimali güçlendirmektedir. Türkiye’nin ana ithalat kaleminin enerji olduğu düşünüldüğünde ihracat gelirlerinin azalmasına karşılık enerji maliyetinin yüksek kalması, cari açığın artma eğiliminin ivmelenmesine yol açabilecektir. Bununla birlikte Fed, ECB ve BOE enflasyon karşısında alışılagelmiş ve hatalı para politika ısrarlarında devam ederlerse bizim gibi ülkeler için küresel finansal koşullar küresel risk algısının da artmasına bağlı olarak daha da sıkılaşacağından cari açığın finansman zorlukları artabilecektir. Olası bir İtalya borç krizi veya Euro Bölgesi bankacılık krizleri de cari açığın finansmanını çok daha bozucu etkiye sahiptir.
Yüksek enflasyon koşullarının hanehalkı gelirlerinde yarattığı tahribatla birlikte bu yüksek işsizlik yurt içi talebin istikrarsız olmasına ve azalmasına neden olmaktadır.
Diğer yandan Türkiye ekonomisi aşağıdaki grafikte (Grafik1) görülebileceği gibi %20 seviyesine yakın geniş işsizlik problemi ile karşı karşıyadır. Yüksek enflasyon koşullarının hanehalkı gelirlerinde yarattığı tahribatla birlikte bu yüksek işsizlik yurt içi talebin istikrarsız olmasına ve azalmasına neden olmaktadır. Daha açık olarak artan yoksullaşma ve yüksek işsizlik, yukardaki sorunlara ilave olarak Türkiye ekonomisinin uzun süre sürdüremeyeceği sorunlardır. Her ne kadar yüksek işsizliğin varlığı ücret baskısı yarattığından firmalar için maliyet azaltıcı bir unsur olarak görülse ve özellikle ihracatçı firmalar için rekabet avantajı sağladığı düşünülse de bu hatalı bir bakış açısı ve kavrayıştır. Zira dış talebin gittikçe kötüleştiği koşullar altında iç talebin de daralması ve artan yoksullaşma firmaların kârlıklarının da zaman içinde azalmasına neden olabilecektir. Ayrıca bu biçimde ihraç fiyatlarının baskılanması dış talebi artırıcı olmayacağı gibi dış ticaret hadlerinin lehimize olmasına neden olarak da ticaret açıklarını büyütücü bir unsurdur. Kaldı ki Euro’nun son dönemde Dolar karşısındaki değer kaybı da yine ticaret hadlerinin aleyhimize olmasına yol açmaktadır. Aynı hatalı bakış açısı TCMB faiz kararında da görülmektedir. TCMB iç ve dış talebin yavaşlamasını gerekçe göstererek faiz indirmektedir. Bu iki nedenle hatalıdır; Birincisi, Heterodoks ve özellikle post Keynesyen iktisatçıların sıkça vurguladıkları gibi yatırımlar faize değil talep beklentilerine duyarlıdır. Yani yoksullaşma artarken faizlerin düşürülmesi yeni yatırımlar için cezbedici değildir. Öte yandan düşük faiz ile gelirlerdeki erimenin kredilerle tamamlanması düşüncesi de hatalıdır. Zira tüketici kredileri yoluyla sağlanabilecek talep artışının geçici olduğu firmalar tarafından öngörüldüğünden yeni yatırımları teşvik etmeyecektir. Üstelik gelirler artmadan hane halkının bu biçimde borçlandırılması finansal istikrarı olumsuz etkileyecektir. KKM’nin kamu borcunu artıracağı ve vergileri yükselteceği yönünde kopartılan fırtına gereksiz iken hanehalkı borçluluğunun artması yani özel borçların yükselmesi finansal istikrarsızlığın ana kaynağıdır. Kamu borcu değil özel borçlar sorundur. İkincisi (ikinci neden olarak) bizim gibi dövize bağımlı bir ekonomide büyük merkez bankaları faiz artırırken ülke merkez bankasının faizleri düşürmesi yukarıda bahsettiğim finansman zorluklarını daha da katlayabilecek bir faktördür. Üstelik TCMB rezerv pozisyonu böyle bir politikaya izin vermemektedir.
KKM’nin kamu borcunu artıracağı ve vergileri yükselteceği yönünde kopartılan fırtına gereksiz iken hanehalkı borçluluğunun artması yani özel borçların yükselmesi finansal istikrarsızlığın ana kaynağıdır. Kamu borcu değil özel borçlar sorundur.
Diğer yandan BBDK tedbirleri kredilere özellikle firma kredilerine sınırlama getirmiş özellikle ihracatçı firmaların teşvik edilmesi tercih edilmiştir. Bu aynı zamanda kredilerin amacı dışında kullanımını önlemesi bakımından da önemlidir. Ancak tüm bunlar yani ithalatı bu biçimde baskılamak da tek başına çözüm sağlamayacaktır. Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin problemlerinin çözümü kısa vadeli ve basit değildir. Para ve Maliye politikalarımızla dış talebe etki edemeyeceğimize göre iç talebi artırıcı, istihdamı yükseltici politikalara kamu öncülüğünde yönelebiliriz. Yani ücretleri baskılayıcı değil artırıcı, enflasyon hedeflemesi gibi işsizliği yükselten değil tam istihdamı hedefleyen politika setine ihtiyacımız var. Grafik 1. TUİK İşsizlik Verileri Kaynak: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-Agustos-2022-45654&dil=1