Doğaya karşı işlenen suç: Eko-kırım
Politikyol
2010’lu yılların hemen başında özellikle içinde olduğum jenerasyon (Y kuşağı diyorlardı) Türkiye tarihinde nispeten özgür bir dönemi yaşıyordu. Türk lirasının değerli olduğu, kredi patlamasının yaşandığı dolayısıyla insanların ailelerinin ev ve araba sahibi olduğu, yurtdışına tatile gidebildiği, yurtdışına gidemese de memleketine ya da güneye inmeyi iki kere düşünmediği, işsizliğin bugünkü kadar yüksek olmadığı, siyasi iktidarın da yine bugünkü gibi çok ağır baskı kurmadığı bir dönemdi. Halen bu jenerasyonun üyeleri o günleri (bütün sorunlarına rağmen) çoğunlukla güzel eski günlerden sayar.
Ancak bir süre sonra işler çok ters gitmeye başladı. Bu kuşak tam hayata atıldığı anda, yüksek bir işsizlikle, dağılan bir ekonomiyle, artan güvencesizlikle, türk lirasının değersizleşmesiyle, giderek otoriterleşen bir siyasal iktidarla, milliyetçileşen bir atmosferle, darbe girişimiyle, başka coğrafyalardaki iç savaş ve savaşlarla, bunlardan kaynaklanan kitlesel göçlerle, darbe girişimiyle, OHAL rejimiyle tanıştı.
Bunlar da yetmezmiş gibi nadiren rastlanan küresel bir salgınla karşılaştı. Hayatından bir buçuk yıl verdi. Sosyal ve bireysel etkileri karşısında tamamıyla tek başına ve bireysel bir mücadele verdi, veriyor. Ancak krizler bitmedi. Birçok kişinin kulağına çalınan ve çoğu zaman umursanmayan küresel ısınmadan bahsediyorum. Küresel ısınma ve sonuçları sanki uzak bir gelecekte beklenen, etkilerinin hafif ya da soyut olacağı düşünülen bir kavramdı.
Ancak uzmanlar son beş yıldır çok net uyarılar yapıyordu. Küresel ısınma ve etkileri artık gelecekte değil tam şu anda yaşanıyor diye. Seller, kuraklık, yangınlar, türlerin yok oluşu, yüksek sıcaklık dalgaları (bunlara bağlı gelişen ölüm ve sağlık sorunlarını henüz sınıflandırmıyoruz, bunları da sınıflandırıp gün gün istatistikleri verdiğimizde devasa bir etki tablosu ile karşılaşacağımızı düşünüyorum), sıradışı hava olayları ile karşılaşıyoruz.
Türkiye’nin kuzeyinde, Rize’de ve Artvin’de yaşadığımız, ve son olarak Van’da gördüğümüz sel felaketleri durumun vehametini gösteriyor. Ancak Manavgat ve Marmaris başta olmak üzere yurdun dört bir yanından gelen orman yangını haberleri karşısında büyük bir çaresizlik hissettiğimiz kesin. Ormanların yok olması, canlı habitatının yok olması, bilfiil bütün canlıların karşılaştığı acı durum ve vatandaşların yangından kaçışı ve mücadelesi kamuoyunu sarsmış durumda. Güç ve servet meraklısı olanlarımızın yaptıklarının bedelini ödüyoruz. Kârı özelleştirip, zararı bütün topluma ödetiyorlar. İşin bir yönü bu.
Bu açıdan orman yangınlarını tek başlarına incelemeyiz. Seller ve yukarıda saydığım doğa olayları orman yangınlarıyla birlikte bu ülkeye ve dünyaya verilen zararın, hırsın bir sonucu. Kamuoyunun büyük bir bölümünde bir alınganlık ve öfke söz konusu. Sorumlular bu işten «Ya işte küresel ısınma var» deyip işin içinden sıyrılırlar korkusu ve şüphesi hakim. Haklılar.
Ancak küresel ısınmanın yerel sebepleri vardır. Kendilerini şöyle gösterirler: Yurdun toprağının, suyunun, ormanının üstüne maden, otel, HES’ler için izin verilmesi ve ormanlık alanların ya da nehirlerin yok edilerek buraya bunların inşa edilmesiyle. Küresel ısınmanın Türkiye ayağında doğayı ve gezegeni koruyan uluslararası protokoller ve sözleşmelerin imzalanmamasıyla. Fabrikaların ve üretim yapan yerlerin denetlenmemesi ya da doğaya zarar verenlerin cezalandırılmaya tabi tutulmamasıyla.
Birileri güç ve servet kazansın diye, binlerce ağaç ve canlı yok edilebilir. Bu kadarını göze almış insanlarla karşı karşıyayız. Şu an dünyada eko-kırım kavramı konuşuluyor. Doğaya karşı işlenen suçların tıpkı insanlığa karşı işlenen suçlar (soykırım gibi) olarak ele alınması için yeni bir hazırlık söz konusu. Ceza yasaları bütünüyle değişebilir. Doğaya zarar verenler bir suçlu olarak ele alınacaklar, bir çeşit soykırımcı olarak.
Yine burada doğaya zarar verenlerin kamusal figür ya da devlet görevlileriyle girdiği hukuk üstü ilişkiler vardır. Yanan her ağaç, yok olan her canlıda bu ülkede kurduğumuz düzenin bir yansıması vardır. O açıdan küresel ısınma hiç de «orada bir kavram var uzakta» nakaratı sunmaz bize. Hayatımızın içindedir, kurduğumuz siyasi ve ekonomik modelin karşılığıdır.
Son orman yangınları ayrıca devletin müdahale kapasitesinin ne kadar az olduğunu gösterdi. Bir yangını bastıracak ekipman kaynağı özelleştiriliyorsa ya da dışarıdan kiralarız deniyorsa orada bir hata vardır. Bu krizi yönetme ve müdahale etme şansınızı azaltır. Sonra her zaman olduğu gibi, krizler karşısında insanlar ya yalnız kalırlar ya da bu milletin gönlü yücedir denip IBAN adresleri paylaşılır. Krizlerle ekonomik ve siyasi modelimiz arasında bağlantı var. TCDD’nin kazalarını hatırlayın. Devlet yıllar içinde küçülmeyi tercih etti. Demiryolunu kontrol eden görevli alımına gitmedi ya da bunları emekli etti. Yolları kontrol eden memurların eksikliğinde, rayların altındaki toprak boşaldı ve kazalar oldu. Eğer o memurlar olsaydı ve işlerini yapsaydı, yollar kontrol edilecek ve son büyük tren kazaları engellenecekti.
2 yıl önce Yunanistan’da gerçekleşen büyük yangında da Yunanistan devleti aynı şekilde eleştirildi. Yangına müdahale eden insani kaynak ve ekipmanlarda devlet küçülmeye gitti. Ve sonuç ortada. Zor zamanlardan geçiyoruz, yüreğimiz yanıyor. Dahası, aklımız saldırı altında. Görüntüdeki herkesi ve her şeyi suçluyoruz, asla dinlemiyoruz ve öğrenmiyoruz. Görüntü aldatıcıdır. Daha adil bir ülke istiyorsak her şeye rağmen sabırla birbirimizi dinlemeli ve öğrenmeliyiz, suçlamadan.
2023 sonrası Türkiye’yi düşünürken ne sadece siyasi ne sadece ekonomik düşünüceğiz artık. Ülkenin bütün ormanları, dereleri, nehirleri, denizleri ve toprakları da tehlike altında. Ekonomik ve siyasi modelimiz bütünüyle ekolojik ihtiyaç ve tehditleri dikkate alarak konumlanmalı. En başta dikkate alınmayan pandemi gibi, bunun etkileri de ağır olur.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi