1999 depremine benzer şekilde sivil toplum örgütlerinin, Babala ve AHBAP gibi derneklerin öne çıkması, hatta nakdi ve ayni yardımların iletilmesi konusunda kamu kurumlarına göre daha güvenilir bulunması dikkat çekmiştir. Ve bir kez daha görülmüştür ki, sivil toplum olmadan olmaz…
İster kabul edelim isterse etmeyelim her türlü felaketin siyasal sonuçları olmuştur, olacaktır. Felaketlerin siyasal nedenlerini ve sonuçlarını sorgulamak yurttaş olmanın ayrılmaz parçasıdır. Yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli, 10 ilin etkilendiği iki büyük depremin kanımca en önemli sonuçlarından biri
yurttaş olmak ile
seçmen olmak arasındaki narin, bir o kadar derin çizginin belirginleşmesiydi. Depremzede yurttaşlarımızdan birinin dillendirdiği “nerde insan hakları” çığlığı bu ayrım çizgisinin acı bir ifadesiydi.
Hatay’da enkazdan 138 saat sonra kurtarılan 51 yaşındaki Emine Doğu’nun ambulansta “param yok, ne olur beni özel hastaneye götürmeyin” sözleri ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşların iyi kötü bir sağlık güvencesine sahip olmalarının ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Bildiğim kadarıyla şu ana kadar özel hastanelerden depremzedelerin tedavilerinden ücret alınmayacağına dair bir açıklama gelmediği gibi, gittikleri özel hastanede ücret talep edilen depremzedeler bulunmaktadır. Bu açıdan tüm yurttaşlar için sağlık hakkının devlet garantisi altında olması beklenir.
17 Ağustos 1999 depreminin hemen ardından gazetelere bakıldığında, Hürriyet’in “katiller”, o zamanki Akit’in “devlet enkaz altında”, Milliyet’in “halk sahipsiz”, Yeni Şafak’ın “devletin kurbanı olduk”, Sabah’ın “çaresizlik”, Takvim’in “deprem” manşetlerini attıklarını görmekteyiz. Bu manşetler gazetelerin farklı görüşlerden olmakla birlikte felaketin siyasal boyutuna dikkat çekme konusunda ortaklaştıklarını gösteriyor. Bu manşetler felaketin sorumlusu olarak siyasal iktidarı işaret ederken, bir yandan da iktidara yönelik öfkenin bir ifadesiydi.
Manşetler farklı. 2023 depreminin ardından, Hürriyet “peş peşe felaket”, Akit “başın sağolsun Türkiyem”, Milliyet “kıyamet gibi”, Yeni Şafak “kıyamet gibi”, Sabah “asrın felaketi”, Takvim “yüzyılın acısı” manşetlerini atmışlardır. 1999 sonrasındaki manşetlerle karşılaştırdığımızda iktidar söylemini yansıtan manşetler olup, bazı gazetelerin farklı bir manşet arayışına dahi girmedikleri dikkat çekiyor. Manşetler farklı olsa da tablo reel olarak aslında dün neyse bugün de o. İktidar eleştirisi ana akım manşetlere yansımamakla birlikte, canlı yayınlarda konuşmak isteyen depremzedelerin sesinin kesilmesi, kameranın başka yere çevrilmesi veya soru sorulan yetkililerin yanıt vermeden hızla uzaklaşması kameralara yansıyordu.
1999 depreminde öne çıkan konulardan biri sivil toplum örgütlerinin önemiydi. Deprem bölgesinde eyleme geçmekte geciken devletin hantal, yıpranmış görümünün aksine dinamik, Avrupa Birliği rüzgarlarının etkisiyle dünyayla bütünleşmiş bir görünüme sahip sivil toplum örgütlerinin öne çıkması, devlete karşı bir sivil toplum düşüncesini beslemiyor değildi.
1999 depremine dair bu tartışmaların göbeğinde gözde meslek kuruluşları, kentli ve eğitimli gruplardan oluşan AKUT, üniversiteli gönüllü gruplar kahraman ilan edilmişlerdi
[1]. Ne yazıktır ki, bu gruplar kendilerinin dışında kahraman ilan edilmelerinin bedelini zaman içinde etkisizleştirilerek, önemsizleştirilerek, yapıları dağıtılarak ödemişlerdir.
1999 depreminin halk gözündeki kahramanı AKUT iken, 2023 depreminde Babala (Oğuzhan Uğur) ve AHBAP (Haluk Levent) Derneği kahraman olarak işaret edilmiştir. 1999 depreminde sahada gözlenen sivil toplum çeşitliliği 2023 depreminde daha zayıf olarak karşımıza çıkıyor.
7,4 şiddetindeki Gölcük merkezli 1999 depremi Kocaeli, Adapazarı ve Yalova’da etkili olmuş ve 18 bine yakın yurttaşımız hayatını kaybetmişti. 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki ayrı depremle birlikte gelen 2023 felaketindeki kayıplarımız 12. günde 36 bini aşmış durumdadır. Deprem bölgesine ulaşımda yaşanan zorluklar ve arama kurtarma faaliyetlerinin çok gecikmeli olarak başlaması, Hatay’daki AFAD binasının yıkılmış olması, Hatay Havaalanının depremden olumsuz etkilenmiş olması, deprem bölgesine ulaşımda yaşanan sıkıntı ve yolların tıkanması, iletişim sıkıntıları (gsm operatörlerinin yetersizliği), depremzedelerin yer bildirimi için sosyal medyayı kullandıkları sırada twitter bandının daraltılması, Kızılay ve AFAD yetkililerinin organizasyon yetkinlikleri konusundaki tartışmalar medyada ve sosyal medyada sıklıkla yer bulmuştur. 2023 depremi fay hatları üzerinde veya yakınındaki yerleşim yerlerinde ortaya çıkabilecek bir deprem felaketine yönelik olarak organizasyon konusunda hâlen ne kadar hazırlıksız olduğumuzu bir kez daha ortaya koymuştur. Bölgeye zor da olsa ulaşan yardımların dağıtımındaki örgütlenme eksiklikleri hâlen ulaşılamayan köyler dikkate alındığında devam etmektedir.
1999 depremine benzer şekilde sivil toplum örgütlerinin, Babala ve AHBAP gibi derneklerin öne çıkması, hatta nakdi ve ayni yardımların iletilmesi konusunda kamu kurumlarına göre daha güvenilir bulunması dikkat çekmiştir. 1999 depreminin halk gözündeki kahramanı AKUT iken, 2023 depreminde Babala (Oğuzhan Uğur) ve AHBAP (Haluk Levent) Derneği kahraman olarak işaret edilmiştir. 1999 depreminde sahada gözlenen sivil toplum çeşitliliği 2023 depreminde daha zayıf olarak karşımıza çıkıyor.
Bunun içsel nedenleri arasında pandemi sürecinde zayıflayan sivil toplumun harekete geçmede de nispeten zayıf kalması, uygulanan neo-liberal politikaların insanlar arasındaki güven ilişkisini zedeleyerek sivil toplumu zayıflatması sayılabilir. Dışsal nedenler olarak, 1999 depreminden bugüne arama-kurtarma ve organizasyon konusunda felaket bölgelerinde kendine rakip görmek istemeyen siyasal iktidarın bazı kurumları erozyona uğratması sayılabilir.
Deprem sonrası yeni yapılacak konutlar için şimdiden kamu-sivil toplum işbirliği kurulmalı. İnşaat alanlarının belirlenmesi, planlanması ve denetlenmesi sürecinde yer ve yapı ile ilgili tüm meslek odaları bu iş birliği ağına dahil edilmeli.
Özellikle meslek örgütü niteliğindeki örgütler, odalar 1999’dan bu yana etkinlik alanları daraltılmaya çalışılan örgütlerdir. Bu örgütler potansiyel “muhalefet” odağı olarak görülmekte ve sahadan mümkün olduğunca uzak tutulmaya çalışılmaktadır. 1999 depremi sonrasında 50 sivil toplum örgütünün yayınladığı gazete ilanı bu açıdan okunabilir.
1999’dan 2023’e uzanan süreçte yaşadığımız krizlerden ve felaketlerden bazı sonuçlar çıkaracak olursak: Devlet ile sivil toplum birbirine rakip unsurlar değildir. Sivil toplum örgütleri toplumsal iyiye katkıda bulunmak amacıyla yurttaşların kendi aralarında gönüllülük esasına göre kurdukları devletten özerk yapılanmalardır. Hükümet eliyle kurulmuş olan AFAD ve Kızılay dernek yapılanmasına sahip olmakla birlikte kamu eliyle kurulduğu ve yönetildiği için sivil toplum örgütünden farklı olarak değerlendirilir.
Halk daha fazla güvendiği için bazı dernekleri kamu eliyle kurulmuş derneklerden önde tutabilir. Bunun faturasını halka veya halkın yardım için tercih ettiği sivil oluşuma kesmek yanlış olacaktır. Halkın sivil örgütleri tercih etmelerinin asıl nedeni şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda bu derneklere olan güvenleridir.
Afet bölgelerindeki arama-kurtarma ve yardımların organizasyonunda, örgütlenmesinde devlet ve sivil toplum örgütlerinin ortak çalışmayı ilke edinmeleri beklenir. Çünkü deprem, orman yangınları gibi doğal afetlerin yaşandığı yaygın alanlarda yaşlılar, kadınlar, çocuklar, binalar, altyapı, evcil hayvanlar, doğal yaşam vb. gibi çok sayıda unsurla ilgilenmek gerekmektedir. Böylesi durumlarda kamu kurumlarının uzmanlık alanlarına göre sivil toplum örgütlerinden faydalanmadan çalışılması verilen çabalardan umulan sonuçların alınmasını zorlaştırabilecektir. Kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanması ise halka sunulacak hizmetin etkinliğinin ve kalitesinin artmasını sağlayacaktır.
Bu kez geçmiş deneyimlerden ve felaketlerden ders alalım artık. Şurası bir gerçek ki, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma ihtiyacını karşılamak öncelikle kamu kurumlarının yani devletin yani siyasal iktidarın görevidir. Arama-kurtarma faaliyetlerinde madencilerden, yabancı ülkelerden gelen gruplara, yurt içinden gelen itfaiye teşkilatlarından, jandarma ve polis arama kurtarmaya birçok ekip görev almıştır. Ama genel itibariyle evlerin yıkılmamasını sağlamak ve evleri yıkıldığında yurttaşları enkaz altından çıkarmak da devletin görevidir, eğitimin sürekliliğini sağlamak da devletin görevidir.
Deprem sonrası yeni yapılacak konutlar için şimdiden kamu-sivil toplum işbirliği kurulmalı. İnşaat alanlarının belirlenmesi, planlanması ve denetlenmesi sürecinde yer ve yapı ile ilgili tüm meslek odaları bu iş birliği ağına dahil edilmeli. Kentsel planlamadan sağlığa, eğitimden güvenliğe doğal afetlerin zararlarının giderilmesine tüm hizmetler devletin hizmet alanı içinde olup, siyasal iktidarlar gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.
---
[1] 1999 depremi sonrasında devlet ve sivil toplum alanıyla ilgili tartışmalar için bkz. E.Atilla Aytekin, “Deprem, Toplum, Kamusal ve Bir Mücadele Alanı Olarak Devlet”,
Birikim, S:130, Şubat 2020, Erişim adresi: https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-130-subat-2000/2323/deprem-toplum-kamusal-ve-bir-mucadele-alani-olarak-devlet/5848Erişim tarihi: 15 Şubat 2023.