Gerek anayasa hukukçuları, gerekse de YSK irdeledi. Seçim normal zamanında yapılırsa Erdoğan’ın aday olması suç. Ama adaylık açıklamasının pek de gürültü koparmamış olması, hukuksuzluğun ne kadar normalleştiğinin bariz bir göstergesi.
Geçen hafta AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan önümüzdeki seçimlerde yeniden aday olma niyetini ve seçim tarihini “
açıkladı.” Seçim tarihi açıklamasının çok da önemi yok: daha çok muhalefete bir baskı yapma çabası olarak yorumlanabilir. Kamuoyunun da çok ciddiye aldığını sanmıyorum. Erdoğan’ın bu tür çıkışları gerçek kararlardan veya niyet ifadelerinden çok; muhataplarına karşı
söylemsel ve konjonktürel tehditler veya blöfler. “Kesin olarak” açıklayıp sonra tam tersini yaptığı o kadar çok şey oldu ki.
Ama bundan çok daha önemli bir mesele var.
Bu açıklama aynı zamanda
bir gayrı meşru adaylık beyanı.
Çünkü gerek yetkin
anayasa hukukçuları gerekse de
Yüksek Seçim Kurulu irdeledi: "Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir."
Yani seçim normal zamanında yapılırsa Erdoğan’ın 3. kez aday olması
anayasal suç.
Ve açıklamanın bu boyutunun pek de gürültü koparmamış olması, ülkemizde hukuksuzluğun ne kadar normalleştiğinin ve seçilmiş hükümetin demokrasiyi askıya almış olduğunun bariz bir göstergesi. Herkes bu durumun farkında olduğu içindir ki insanlar yanıtları “adaylık hukuki mi?” sorusunda değil başka sorularda arıyor.
Uzun süredir yazılarımda vurguladığım gibi tek çözüm öncelikle ülkeye hukuka ve demokrasiye bağlı bir yönetim getirmekte. Ama nasıl?
DÖNEM KURALININ MANTIĞI VE HUKUKSAL BOYUTU
Biz gene de isterseniz konunun hukuksal boyutuna kısaca değinelim sonra da siyasal boyuta ve değişime gelelim.
Hukuksal doğru konusunda mutlaka farklı fikirler de çıkacaktır. Yirmi yıldır demokrasinin ve hukukun altını oyan her iktidar hamlesinde yaşadığımız gibi bu konuda da “efenim, çok da net değildir ama..” yönünde fikir belirtecek hukukçular
olacaktır, ve medya tahakkümü sayesinde kafa karıştırmaya ve kutuplaşmaya hizmet etmeye yetecektir.
Bu tür fikir ayrılıkları, özellikle de yasa yapıcıların demokrasi-dışı niyetlerle ve kasten muğlak yasalar yaptığı bağlamlarda, hukuk mantığının içinde var. Tabii asgari standartlarda samimi hukukçulardan bahsediyorum.
Günümüzde otokratlar demokrasinin tam da bu Aşil’in topuğunu istismar ediyorlar.
Hukuku ve hukuksal tartışmaları medya ve yargı tahakkümü yardımıyla özünden ve bağlamından koparıp hukuka ve demokrasiye karşı bir silah olarak kullanıyorlar.
Hukuk devletinde elbette esas olan, anayasa ve yasaların yazıldıkları şekilde hukuk ve yargının yorumlaması.
Ama yasaların yapılma nedenleri, yasa koyucuların evrensel kabul görmüş, insanlık tarihinin süzgecinden geçmiş niyetleri de unutmamalı. Özellikle de yargının asgari tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirdiği olağanüstü durumlarda.
Dönem limitleri toplumun hangi yaşamsal çıkarlarını korumak için var? Çünkü aynı kişinin uzun süre devletin başında olması, üstelik başkanlık sistemlerinde hem devletin hem de hükümetin başında olması, mutlaka güç zehirlenmesine yol açar.
Varsayalım ki anayasanın 101. maddesi ve diğer ilgili maddeleri liyakatsızlıkla veya kasıtla muğlak yazılmış olsun. Veya evrensel anayasal ilkeleri farklı yorumlamak mümkün olsun.
Ülkeyi yirmi senedir bilfiil yöneten Erdoğan ve AKP iktidarın bir on yirmi sene daha koltuğunda oturmak istemesi çok mu meşru olacaktı? Ülke için, gençlerimiz için doğru mu olacaktı?
Dönem sınırlamaları sadece bizde yok. İstisnalar dışında dünyanın her yerinde (genelde iki dönem, bazen bir dönem) var.[1]
Yani
burada insanlığın ortak deneyiminden ve siyasetin evrensel doğasından kaynaklanan ortak bir akıl var.
Dönem limitleri toplumun hangi yaşamsal çıkarlarını korumak için var? Yasa koyucular hangi siyasal, pratik ve kamu yararına nedenlerle
bu tür dönem kısıtlamalarını anayasalara koyuyorlar?
Çünkü aynı kişinin uzun süre devletin başında olması, üstelik başkanlık sistemlerinde hem devletin hem de hükümetin başında olması,
mutlaka güç zehirlenmesine yol açar.
Demokrasinin ve temiz hükümetin olmazsa olmazları olan kuvvetler ayrılığı ve denetleme mekanizmalarını tehlikeye sokar.
Dünyanın en erdemli kişisi için bile bu geçerlidir. Eh bir de kişinin ve çevresinin niyeti zaten kötüyse ve yolsuzluklar zaten diz boyu ise buyurun cenaze namazına. İşte dönem limitleri tam da toplumların bu tür zararlara uğramaması için konulmuş olan sınırlamalar.
Burada korunan toplumun yaşamsal çıkarları son derece somut, reel ve büyük. Kaynakları zengin halkı yoksul Filipinler’i dokuz yılı OHAL altında olmak üzere
yirmi bir yıl yöneten Ferdinand Marcos’un eşi İmelda Marcos’un 3000 (üç bin) çiftten oluşan “mütevazı” ayakkabı koleksiyonu demokrasiye geçtikten sonra ortaya çıkmıştı. Umarım anlatabilmişimdir.
Bolivya’dan Rusya, Burkina Faso ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne, otoriter liderlerin ya anayasa değişiklikleri ya da fiili (anayasa-dışı) yöntemlerle dönem limitlerini kaldırmayı denemeleri dünyada özellikle son on yıllarda çok yaygınlaştı. Demokrasiyi kâğıt üzerinde reddetmeden demokrasiyi yok etmeye çalışmanın bilinen bir yöntemi.
[2]
Bolivya’dan Rusya’ya, Burkina Faso’ya ve Kongo’ya, otoriter liderlerin anayasa değişiklikleri ya da fiili yöntemlerle yönetimde dönem limitlerini kaldırmaları son yıllarda çok yaygınlaştı.
Buna karşı toplumsal muhalefetin Afrika özelinde bir ismi de var:
dönem limiti protestoları. 2012’de Senegal’de demokrasiyi kurtaran tam da bu tür tabandan gelen bir halk tepkisi olmuştu. Dönem limiti protestolarını gerçekleştiren sivil toplum hareketlerinin isimleri ve sloganları da de yeterince açıklayıcı: “Bıktık artık,” “Milyonlara Milyonlarca Oy” (Senegal), “Vatandaşın Süpürgesi,” “Elini Anayasamdan Çek,” “Koyun Değilsiniz” (Burkina Faso), “Değişim için Mücadele” (Demokratik Kongo Cumhuriyeti).
[3]
Dönem limitlerinin ve demokrasinin olmadığı veya ortadan kalktığı ülkelerin çoğunluğunun yoksul ve/veya kalkınamamış olması boşuna değil. Belli dönem otoriter rejimle kalkınmış olan Güney Kore ve Çin gibi örneklerde ise kişiselleşmiş azınlık iktidarlarını değil devlet, ordu, parti gibi kurumlara dayanan kurumsal iktidarlar görüyoruz. Kaldı ki Türkiye bu tür örnekler için geçerli kalkınma düzeylerini çoktan aştı.
Türkiye’nin kalkınmak için ihtiyacı olanlar daha fazla özgürlük, demokrasi, hukuk, kurallara ve kurumlara dayalı güven, kaynakları kamu yararına harcayan ve harcayıp harcamadığı denetlenebilen bir devlet.
AB’ye üye olsun veya olmasın ama ekonomisi, yargısı, eğitimi ve demokrasisi AB’ye rahatlıkla üye olabilecek düzeyde olan bir Türkiye. Üye olup olmaması siyasal bir tercih meselesi olacak bir Türkiye.
Tam da bu nedenle önümüzdeki seçimde sadece demokrasi ve otokrasi arasında değil, refah ve yoksulluk arasında da bir tercih yapacağız.
Peki
Erdoğan’ın bu son açıklamasına muhalefetin yanıtı ne olmalı?
“Hodri meydan, bu millet demokrasi ve refahı seçecek” olmalı.
“Adaylığın gayrımeşru olsa da ve tahakküm altına aldığın yargı bunu engelleyemese de biz halka güveniyoruz. Bağımsız, tarafsız ve profesyonel bir yargiyı inşa etmek amacındayız, planımız da var”, demeli.
Gerçek gündem “
nasıl bir Türkiye istiyoruz, mevcut serbest düşüşün devamını mı yoksa umutvar bir yeni yolculuğu mu?” olarak kalmalı.
Erdoğan’ın adaylığındaki yanlışlık, neden bir değişime gerek olduğunun kanıtlarından biri olarak işlenmeli.
Elbette seçim tarihi kesinleştiğinde AYM nezdinde gerekli başvurular yapılmalı.
Ama bu muhalefeti asıl siyasal ekseninden ve kamuoyunu asıl gündeminden saptırmamalı.
Anayasayı ve hukuku uygulamak için seçilmiş olan yöneticilerin anayasa ve hukuku tanımadığı, askıya aldığı olağanüstü durumlarda çözüm için bakılacak yer, halk ve siyaset olabilir. Halk ve siyaset hukuk devletini ve bu esnada bağımsız, tarafsız ve profesyonel yargıyı inşa etmeli.
Özetle:
Eğer Erdoğan’ın genel olarak anayasaya uygun yönettiğini, son yıllardaki seçimlerin de gene anayasaya uygun icra edildiğini düşünüyorsanız, son çıkışında şaşıracak bir şey olabilir.
Ama eğer benim gibi zaten her gün anayasayı ihlal ettiğini, özellikle 2014 sonrası seçimlerin de zaten anayasaya uygun özgül ve adil standartlarda gerçekleşmediğini düşünüyorsanız, istisnai ve şaşıracak bir durum yok.
Yargı demokrasiyi korursa amenna.
Ama yargının demokrasiyi ve kamu yararını korumadığı veya koruyamadığı durumlarda çözüm siyaset ve vatandaşların yapacakları, çocuklarının geleceğini ve demokrasiyi gözeten tercihlerde; yani demokrasi refleksinde.
---
[1] Liste için:
https://journals.sagepub.com/doi/suppl/10.1177/0010414019830737. McKie, Kristin. "Presidential Term Limit Contravention: Abolish, Extend, Fail, or Respect?".
Comparative Political Studies 52, no. 10 (2019): 1500-34.
[2] Versteeg, Mila, Timothy Horley, Anne Meng, Mauricio Guim, and Marilyn Guirguis. "The Law and Politics of Presidential Term Limit Evasion."
Columbia Law Review 120, no. 1 (2020): 173-248.
[3] Yarwood, Janette. "The Power of Protest."
Journal of Democracy 27, no. 3 (2016): 51-60.